Son dönemde giderek artan hayvanlara eziyet görüntüleri vicdan sahibi tüm insanları çileden çıkartıyor. Buna karşın yaşadıklarımızın belki de bir başka ifadeyle yaşamadıklarımızın sadece küçük bir yansıması ile karşı karşıya olduğumuz gerçeğini ne yazık ki büyük bir kısmımız göz ardı ediyoruz. Çünkü toplumsal hayatın içerisinde giderek daha da yükselen ve kendisini açığa çıkartacak yer ve zaman arayan şiddetin boşalması durumu ile karşı karşıyayız. Bu öylesine farklı bir durum ki daha önce yaşadığımız hiçbir deneyime ve hiçbir döneme benzemediği gibi olup bitenin tam anlamıyla anlamlandırılabilmesi de o kadar kolay değil.
Geçmişte de başta hayvanlar olmak üzere tüm canlılara yönelik şiddet olaylarının yaşandığı ve insanoğlunun tüm canlılar içerisinde en vahşisi olduğu gerçeğini defalarca ispat ettiğini gayet iyi biliyoruz. Buna karşın içinden geçmekte olduğumuz dönemin zihinsel, ahlaksal ve ekonomik kodları arasındaki uçurum arttıkça, söz konusu olan şiddetin dozajı ve niteliği de şekil değiştiriyor. İşte bu noktada da karşımızda geçmişte olduğundan çok daha farklı ve çok daha şekilsiz bir şiddet fenomeni olduğu gerçeği ile baş başa kalıyoruz. Bu durum öylesine vicdansız ve akıl almaz işkence yöntemlerini beraberinde getiriyor ki, en son gözlerine yanan plastik damlatılması sonrasında kör kalan kedi örneğinde olduğu gibi insanın havsalası almıyor.
Her yeni örnek beraberinde ‘yok artık bu kadar da olmaz’ dedirtiyor buna karşın bir sonraki örnekle beraber bir kez daha afallamaya ve hayıflanmaya devam ediyoruz. Aslında tüm bu yaşadıklarımızın sanayileşme çağı sonrasında çok daha organize hale dönüşen ve rasyonelleştirilen yaklaşımların sonucunda ortaya çıkan gelişmelerle yakından bağlantısı var. Üstelik bu kez failler yapıp ettiklerini tıpkı diğer bütün alanlarda olduğu gibi saklama derdinde değiller hatta tam tersine göstermek, ifşa etmek ve biz de buradayız deme derdindeler. İşte bu nokta üzerinde asıl durmamız, düşünmemiz gereken yeri teşkil ediyor. Çünkü burası bir zamanlar kendi kendimize yaptığımızın çok ötesine geçen ruh halimizin ellerimizdeki akıllı telefonlar aracılığıyla dışa vurulabilme olanağını bizlere sunuyor.
İçimizde biriktirdiğimiz öfke nöbetlerinin dışa vurulma halinde en yakınımızda olan ve çoğu kez bize karşılık veremeyecek durumda olanları seçmemiz tesadüf değil. Bu noktada en çok başvurulanların yanı başımızdaki hayvanlar olduğunu ve onlara yaptıklarımızın kendilerine vermiş olduğumuz isimlerden çok daha vahşice ve insanlık dışı nitelikler arz ettiğini gayet iyi biliyoruz. Buna karşın bütün bu kötülükleri gerçekleştirenlerin ise yapıp ettiklerini normalleştirecek hatta gündelik hayatta iyilik timsalleri olarak payeler toplayabilecek kadar insancıl olabilmesi gibi garip bir durumla da karşı karşıya kalabiliyoruz.
Bu aslında içinde yaşamakta olduğumuz toplumsal hayatın büyük bir çelişkisi olarak da karşımızda duruyor. İyilik ve kötülük arasındaki skala içerisinde öylesine büyük savrulmalar yaşıyor ve öylesine şaşkınlık içerisinde kalıyoruz ki, yaşamakta olduğumuzu anlamlandırabileceğimiz ahlaki kodlarımız da imdadımıza yetişemiyor. Ahlakla olan imtihanımızı bir türlü halledemediğimiz ve insancıl, barışçıl kitleler yetiştiremediğimiz için de şiddetin her daim normal kabul edilebileceği bir anlayışı toplumsal hayatımıza pompalamayı sürdürüyoruz.
Her ağzını açanın eğitim şart üzerinden dem vurduğu buna karşın eğitimin kendisinin içerisinden çıkılamayacak büyüklükte bir sorunlar yumağına dönüştüğü bir ülkede yaşıyoruz. Burada uzun bir zamandan bu yana ne eğitim kurumunun kendisi ne de aile kurumu veya diğer kurumsal yapılarımız, yaşadığımız tuhaflıkları ortadan kaldırabilecek donanıma haiz değiller. Bu ise sosyalizasyon sürecinin daha baştan eksik gerçekleşmesine ve karşı karşıya kalınabilecek sorunlara yönelik boşlukları da beraberinde getiriyor.
Hayatlarımızı topyekûn tehdit eden şiddet fenomeni ile mücadele edebilmemiz için çok daha rafine yollara ihtiyacımız bulunuyor. Bu noktada hayvanlara dönük olarak gerçekleştirilen ve önümüzdeki süreçte miktarının daha da artabileceği eziyet görüntülerinin önüne geçebilmemizin yolu, içinde yaşadığımız evrenle barışık insanlar yetiştirebilmekten geçecektir. İyi insan olabilmenin, vicdanlı ve yardımsever bireyler olarak yetiştirilebilmenin önünü ardına kadar açmak zorundayız. Aksi halde kötülüğün her geçen gün biraz daha fazla hepimizi saracağı ve biraz daha fazla yaşanamaz kılacağı bir dünyada nefes almaya çalışmak zorunda bırakılacağız.
Hayvanlara yapılanlar içinde yaşadığımız dünyada olup bitenlerin bir kısmını oluşturuyor. Başta çocuklar ve kadınlar olmak üzere tüm canlıların da bu şiddetten fazlasıyla pay aldığı bir dönemden geçiyoruz. Şiddeti normalleştirmeden şiddetle mücadele edebilmeli ve bütün canlıların maruz bırakıldığı şiddetin ortadan kalkması için üzerimize düşeni yerine getirmeliyiz. Hayvanlara uygulanan şiddet görüntüleri ile çileden çıkmak veyahut aynısını bunu yapana da yapmalıyız demekle iş bitmiyor. Başta yasal düzenlemeleri gerçekleştirmekle yola çıkmalı ve asıl adımları gündelik hayatımızdaki uygulamalarla dolaşıma sokmalıyız. Sadece yasalar ile bir yere kadar gidebilirsiniz buna karşın toplumsal anlamda sağlayabileceğiniz dönüşümün etkileri çok daha geniş ve kalıcı olacaktır.
İnsanoğlunun anlamsız ve bir o kadar da gereksiz sahiplenme duygusu ile gelmiş olduğumuz yer ne yazık ki çok da hayra alamet bir nokta değil. Buradan çıkış yolunda bütün canlılarla bir arada olabilecek bir yaşam biçimine gereksinimimiz bulunuyor. Ne hayvanlar ne de insanlar düşmanlarımız değiller, onları bize düşman haline dönüştüren ve böyle görmemize yol açan yetiştirilme biçimimiz, ideolojilerimiz, içinden çıktığımız geleneksel yapılarımız. Ama bütün bunların yanı sıra içinde yaşamakta olduğumuz ekonomik eşitsizliğin tavan yaptığı ve her geçen gün biraz daha fazla kendisini hissettirdiği küresel sistemin getirileri.
İşte bu hepimizden götüren getiriler ile birlikte her geçen gün biraz daha fazla insanlıktan uzaklaşmakta ve değerlerimizi yitirmekteyiz. Hayvanların maruz kaldıkları içinden geçilen bu vahşiliğin dışa vurulma halidir. Bu ruh hali hepimizi giderek daha fazla ezmekte ve içinden çıkılmaz bir hayatın dibine doğru yuvarlamaktadır. Yalnızlaştırılan ve kimliksizleştirilen insanoğlunun, yaşayamadığı her şey beraberinde öfke ve şiddet nöbeti olarak geri dönmektedir. Yaşayamadıklarımız şiddet olarak başta hayvanlara oradan da çocuklarla, kadınlar başta olmak üzere yaşlılara ve diğer erkeklere doğru yol almaktadır. Hayatın merkezine yerleşen şiddetle mücadele etmeden yaşadıklarımız üzerinden çözüm üretmeye girişmek sadece günü kurtarmak olacaktır. Ne yazık ki yaşadığımız örneklerde büyük çoğunluğumuzun yaptığı da tam olarak budur!