22 Haziran 2022

Haksız tahrik ve kaybolan adalet 

Pınar Gültekin davasının sonucunda verilen haksız tahrik indirimi bugüne kadar verilen kararların yeniden sorgulanmasının önünü açmalı ve kamuoyunun bu tuhaf kararlardan arındırılmasına vesile olmalıdır

Pınar Gültekin cinayeti üzerinden geçen iki yıl sonra karara bağlandı ancak verilen karar ile yürekleri kanatmaya devam ediyor. Dava süreci içerisinde sürekli olarak yaşanan ertelenmeler aslında bir şeylerin tuhaf hâle dönüştüğünün göstergesiydi ve her seferinde sosyal medya üzerinden bu duruma ilişkin açıklamalar yapıldı. Bunu söylemek çok acı ancak ülkedeki adaletin sosyal medya üzerinden gerçekleşmekte olduğu gibi bir durum yaratıldı ve bu anlayış özellikle kadın cinayetlerinde verilen kararlar sonrasında daha da güçlendi. Sosyal medya platformu adaletin arandığı yer hâline dönüşmeye başladı. Oysa adaletin gerçek anlamda tecelli etmediği bir ülkede siz istediğiniz kadar refahtan, huzurdan, mutluluktan ve büyümeden söz edin bunların hepsi gelip geçici hale dönüşür. Ve ne yazık ki bu ülke insanlarının hukuk ve adalet talepleri hiçbir zaman birinci sırada gelen talepler olmadı! 

Son on yıldır en çok konuştuğumuz konulardan bir tanesinin yaşanan kadın cinayetleri olduğunu ve her seferinde aynı cümleleri yeniden ve yeniden kurmak zorunda kaldığımızı üzülerek söylemek istiyorum. Pınar Gültekin cinayeti ile ilgili olarak daha önce yazdığım bir yazıda şu cümleleri kullanmıştım:

"…Hiçbir şey öldürülme gerekçesi olarak kullanılamaz ve hiçbir davranış biçimi öldürmeyi hafifletebilecek bir şekle büründürülemez. Hiçbir kadının ölümü karşısında üretilen mazeretlerin bahanesi olamaz, bu mazeretlere sığınanların, yaşamakta olduğumuz cinayetlerde pay sahibi olduklarını göz ardı etmemeliyiz. Tetiği çeken, evi ateşe verenler kadar onların bütün bu yaptıklarını onaylayanlar da öldürülen canlardan mesuldürler"1.

Önce ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilen sanığın daha sonra haksız tahrik indirimi ile 23 yılla cezalandırılmış olması hakikaten akıl alır gibi bir durum değildir. Öldürüldükten sonra varilin içerisine konup yakılan ve daha sonra da üzerine beton atılan bir cinayetten söz ediyoruz. Ve bütün bu gelişmelerin birer birer ortaya çıkması sonrasında verilen haksız tahrik indirimi meselesini anlayabilmek ve bununla baş edebilmek giderek zorlaşıyor. 

Farkında mısınız ölen her kadının arkasından benzer olayları yeniden yaşıyoruz ve ölenlerin öldükleri ile kalmaları gibi bir sona doğru her seferinde koşar adım ilerlemek durumunda bırakılıyoruz. Şefika Etik, Ayşe Paşalı, Münevver Karabulut, Özgecan Aslan, Şule Çet, Ceren Damar, Pınar Gültekin ve ismini sayamadığım binlercesi. Kadınlar birer birer öldürülüyor ve ardından bildik senaryo yeniden dolaşıma konuluyor. Burada hiç kuşkusuz öldürme haberlerinin verilişinden başlayarak adım adım ilerleyen ve kadınların her defasında bir kez daha öldürülmesine yol açan kararlar ortaya çıkıyor. Ve ne yazık ki bu verilen kararlar ile daha sonra işlenecek olan yeni kadın cinayetlerinin önü ardına kadar açılıyor. Çünkü görünen köyde bu suçu işleyen erkeklere yönelik olarak verilecek olan cezalar bir hayli hafif! Verilen kararların işlenecek suçlar için hazırlık teşkil etmekte olduğu ve her defasında yaşananlara yeni bir çentik atmakta olduğu gerçeği ise her nedense görmezden geliniyor. 

Her ölüm beraberinde biraz daha hayal kırıklığını, içinde yaşanılan ülkeye duyulan inancın azalmasını ve öfkeyi çoğaltıyor. Bütün ideolojik angajmanların ve tartışmaların ötesinde bu ülkenin siyasilerinin yaşanan bu tuhaflığı durdurma konusunda el ele vermeleri gerekiyor. Ölen kadınları ayrıştırdığınız anda ölüleri olduğu kadar dirileri de ayrıştırmaya başlıyorsunuz. Bizden olan ve olmayan ayrımı insani duygu ve duruşumuzun ne kadar sekteye uğradığını ortaya koyuyor. Özgecan Aslan cinayeti sonrasında dönemin Avrupa Birliği'nden (AB) sorumlu devlet bakanı Volkan Bozkır'ın söyledikleri dikkat çekiciydi2. Bozkır, "Benim kızımın başına böyle bir şey gelseydi, elime silah alır cezasını kendim verirdim" diyordu. Modern dönemde hukuk kurallarının da değişim gösterdiği gerçeği göz önünde bulundurulduğunda sayın bakanın açıklamalarının tıpkı pek çok rol modeli ünlünün açıklamalarında olduğu gibi sıkıntılı olduğu gerçeği ile karşılaşırız. Özgecan Aslan cinayeti sonrasında hem medyada hem de gündelik hayatta pek çok kişi caninin cezasının cezaevinde verileceğini ileri sürmüştü ve gerçekten de cani, cezaevinde işlenen bir cinayetle hayatını kaybetti. İşlenen suçların karşısında adalet terazisinin işlemediği her iki durum için de geçerlidir ve ne acıdır ki bu iki örnekte bugün hala toplumsal hayatın içerisinde fazlasıyla karşılık bulmaya devam etmektedir. 

Kadın cinayetlerinin sayısı arttıkça ölüm olgusunun seyirlik bir hâle dönüştürülmesi ve bu durumun haber adı altında adeta birer formla sunulması sonrasında sıradanlık ve kayıtsızlık çoğalmaya başladı. Nurdan Gürbilek Kötü Çocuk Türk isimli çalışmasında "Ölümün, skandal haline getirilmesinin kaçınılmaz son olan ölümü sıra dışı bir dehşet olarak hayatın dışında tutmakla kalmadığını aynı zamanda kaçınılabilir bir şey olan toplumsal dehşeti de sıradan ve kayıtsız kalabilecek bir şeye dönüştürdüğünü" dile getirir.

Kadın cinayetleri Türkiye'de kadınların her seferinde biraz daha fazla istatistiki bir unsur haline dönüştürülmesine yol açıyor. Ölümler sıradanlaştırılırken verilen komik cezalar ile sonraki ölümlerin önü açılıyor. Sosyologca dergisinin 22. sayısında (Haziran-Aralık 2021) Kadın Cinayetlerinde Hukuktan Rol Çalan Sosyal Medya yazısında Pınar Gültekin cinayeti üzerinden kadın cinayetlerinin medyada nasıl yankılandığına odaklanmış ve sonuçta şu ifadelerle yazıyı bitirmiştim:

"Ahlakın ve değerlerin içini boşalttıkça kadınların öldürülmeleri de hızlanıyor. Kadınlar öldürülüyor ve oluşturulan hafifletici gerekçelerle ölümlerin ağırlığı azaltılıyor. Vicdan yoksunu bir toplum olmaya doğru hızla ilerlerken kadın cinayetleri aslında hepimizin yaşantılarında ne kadar tutarlı olup olmadığımızı da bir tokat gibi yüzlerimize çarpmaya devam ediyor. Riyakarlık bulaşıcıdır ve gerçeğin üzerini gizlemeye yararken, bunu yapanları da başka birisi haline dönüştürür. Ülke olarak hepimiz kadın cinayetleri konusunda söylediklerinin tam tersini yapmayı adet haline dönüştüren bir toplum haline geldik. Bu ise tüm toplumsal değerlerin çürümesinin önünün ardına kadar açılmasına olanak sağlayabilecek bir ortamın içinde olduğumuzu göstermektedir. Eğer kadın cinayetlerinin önüne geçemezsek, hızla tüm değerlerimizi yitirmeye ve birbirimizi yemeye devam edeceğiz demektir! Kadına yönelik şiddeti maruz görecek her türlü yaklaşıma karşı hukuksal yaptırımları güçlendirebilir ve iyi hal denilen tuhaflığı burada ortadan kaldırabiliriz. Kadın cinayetlerinin haberleştirme tarzında halen var olan mağduru afişe eden dili ortadan kaldırabilir ve tam tersine suçluyu afişe edecek olan bir yaklaşımı öne çıkartabiliriz. Her alanda olduğu gibi burada da yaşanmış öyküleri daha fazla öne çekerek, farklı deneyimleri kitleler ile buluşturacak televizyon programları hazırlayabiliriz. Şiddetin nereden gelirse gelsin ve hangi çeşidi olursa olsun başta kadınlar ve çocuklar olmak üzere hepimize yönelik bir tehdit olduğu gerçeğini, toplumun kanaat önderleri aracılığıyla kitlelerle buluşturmalıyız. Kadının olmadığı yerde erkeğin de eksik olacağını, kadınların toplumsal hayatın olmazsa olmazları olduklarını tüm gücümüzle haykırmalıyız. Kadına karşı şiddete yönelik hep birlikte dur demenin zamanı geldi, geçmesine müsaade etmeyelim!"1

Pınar Gültekin davasının sonucunda verilen haksız tahrik indirimi bugüne kadar verilen kararların yeniden sorgulanmasının önünü açmalı ve kamuoyunun bu tuhaf kararlardan arındırılmasına vesile olmalıdır. 



1 https://sosyologca.org/files/sosyologca/29b264a1-02c8-456a-975d-ea47b59957bf.pdf

2 https://www.haberturk.com/gundem/haber/1043625-ab-bakani-volkan-bozkirdan-ozgecan-aslan-aciklamasi-benim-kizimin-basina-boyle-bir-olay-gelseydi-elime-silahi-alir-bunun-cezasini-kendim-verirdim

Ahmet Talimciler kimdir?

Ahmet Talimciler, 1970 yılında İzmir Karşıyaka'da dünyaya geldi. Karşıyaka spor kulübünün minik ve yıldız takımlarında, Tarişspor kulübünün genç takımında oynadı. 1988 yılında Ege Üniversitesi Coğrafya bölümüne kaydoldu ve iki yıl burada okuduktan sonra tekrar sınava girerek aynı üniversitede Sosyoloji bölümünü kazandı. 

1994 yılında "Futbolun Toplumsal İşlevi" başlıklı lisans teziyle bölümden mezun oldu. Ardından Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde 1998 yılında Türkiye'de Futbol Fanatizmi ve Medya İlişkisi başlıklı yüksek lisans tezini, 2005 yılında da Türkiye'de Futbol ve İdeoloji İlişkisi başlıklı doktora tezini tamamladı. 

2001 yılında Milliyet Gazetesi Sosyal Bilimler ödülünü kazandı. 

1996 yılında Araştırma Görevlisi olarak başladığı Ege Üniversitesi Sosyoloji bölümünden 2019 yılında ayrılarak İzmir Bakırçay Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Uygulamalı Sosyoloji ana bilim dalına profesör kadrosuyla geçiş yaptı. Halen aynı üniversitede görev yapmayı sürdürmektedir.

Son yirmi yılda yerel ve ulusal düzeyde gazetelerde, internet sitelerinde yazmıştır. Mart 2016'dan bu yana T24'te başta spor ve gündelik hayata ilişkin olmak üzere gündeme ilişkin yazılar yazmaktadır. Karşıyaka Belediyesinin çıkartmakta olduğu Gazete Karşıyaka'nın yazarlarındandır.

Bir diğer önemli tutkusu ise radyo yayıncılığıdır, üç yıl boyunca TRT İzmir Kent Radyosunda Sporun Arka Planı programını hazırlayıp sunmuştur. Halen TRT Türkiye'nin Sesi Radyosu Memleketim FM'de Spor Daima programına cuma günleri konuk olmayı sürdürmektedir. YouTube üzerinden yayınlanmakta olan Geek Futbol programının da yorumcularından birisidir. Evli ve spor tutkunu bir çocuğun babasıdır. 

Kitapları

-Türkiye'de Futbol Fanatizmi ve Medya İlişkisi (2003,2014, Bağlam Yayınları)

-Sporun Sosyolojisi Sosyolojinin Sporu (2010,2015, 2018, Bağlam Yayınları)

-Futbol Yazıları (2017, Bağlam Yayınları)

-Türkiye'de Futbol En Az Futboldur (2020, Spor Yayınevi ve Kitabevi)

-Saçmanın İktidarı (2021, Sakin Kitap)

-Beklentilerin Tersine Çıktığı Alan: Eğitim (2022, Sakin Kitap)

-İlkelerimizi Kim Yazacak? Cem Can Yazıları (Yayına Hazırlayan- 2012, Moss Spor)

-Fair Play Yemin İstemez (Yayına Hazırlayan-2012, Moss Spor) 

-Şiddet, Şike ve Medya Kıskacında Futbol ve Taraftarlık (2015, Litera Türk Academia, Müge Demir ile)

-Football in Turkey (Editör- 2016, PL Academic Research)

Yazarın Diğer Yazıları

Kupanın adı süper, geride bıraktıkları ise…

Fenerbahçe ve Galatasaray kulüplerinin, ezeli rekabet gibi bir kavramı kullanma hakları ortadan kalkmıştır. Artık kendi duruşlarının mutlak surette doğru olduğunu düşünenlerin, ortak bir paydada rekabet edebilme ihtimalleri kalmamıştır! 

Futbolda yaşananlar yeşil sahayla sınırlı değil

Ülke futbolu, bir karşılaşmada çıkan olaylar sonrasında ülkenin en büyük kulüplerinden birisi olan Fenerbahçe’nin ligden çekilmeyi tartışacağı 2 Nisan tarihindeki genel kurulu ile PFDK sevkleriyle verilecek cezalar arasında sıkışıp kalmış vaziyette

Göz göre göre bugünlere geldik

Toplumsal hayatımızdaki şiddet üreten etmenleri es geçtiğimiz sürece futbol sahalarındaki şiddeti sadece cezai tedbirlerle önleyebilmemiz mümkün değildir. Bu olay sonrasında cezai tedbirlerin arttırılması tekrar gündeme getirilecektir ancak göreceksiniz ki bu da yaraya merhem olmayacaktır