Bir Başkadır dizisinin birinci sezonundaki sekiz bölümü üzerine çok şey söylendi ve dizi çok farklı kesimler tarafından adeta masaya yatırıldı. Bir anda sekiz bölümlük bir macera üzerinden gidilmek suretiyle Türkiye'ye ve hayatlarımıza ilişkin yorumlarda bulunuldu. Ferdi Özbeğen'in şarkıları üzerinden geçmişe dönüşler yaşandı. Bazılarımız açısından şu anda yaşamakta olduğumuz huzursuzluğumuzun ve iç sıkıntısının yarattığı olumsuzluklar karşısında geçmişin aslında pek de uzak olmayan yıllarına duyulan özlemler dışa vuruldu. Aslında elde var olan sekiz bölüm içerisinde büyük kentin çeperinde yaşayan buna karşın hayatını sürdürebilmek için merkeze aktarmalı yolculuklar sonrasında ulaşan Meryem'in hayat hikâyesi üzerinden ona eklemlenen başka hayatla üzerinden sürdürülen bir kurgu var karşımızda. Fakat ilginç bir biçimde birbirine dokunduğu düşünülen hayatların bile aslında birbirleriyle pek de bağlantısı bulunmuyor. Peri ile Meryem arasındaki ilk seans esnasındaki konuşma belki de konuşamama hâlinin arkasında da hem bu birbirine bir hayli uzak olan hayatlar var hem de bu uzaklığı zamanın ve mekanın ötesine taşıyan kültürel bagajlar söz konusu.
Bir taraftan içinde yaşadığı kültürün ve o kültürün ürettiği insanların farkında olmadan hayatını sürdüren Peri gibi insanları gözümüzün içerisine sokuyor dizinin kurgusu öte taraftan yine bu toprakların üzerinde hocaların, şeyhlerin etkisini de gözler önüne sermeyi sürdürüyor. Aslında iki yüz yıllık batılılaşma çabalarının ve bu çabaların yaratmış olduğu ikili kültürün ortaya çıkartmış olduğu insan tiplemelerine dair çeşitli unsurları, farklı biçimlerde ve bu ülkenin yıllar içerisinde yaşamış olduğu hatta hâlâ yaşamayı sürdürdüğü yumuşak karınları üzerinden aktarıyor. Bölümler boyunca güneydoğu bölgesinde yaşanan terör travmasının yarattığı etkileri de başörtüsüne yönelik elitist ve dışlayıcı bakış açısını da dinin sosyal hayat içerisindeki etkisini de farklı biçimlerde hissediyorsunuz. Arada dizi sektörüne ilişkin göndermelere de yer verildiği gibi "Total İş" olarak adlandırılan bu dizi kurgusunun içinden geçtiğimiz dönem itibarıyla ne kadar kötü olursa o kadar iyi iş yaptığı noktası ile bir taşla birkaç kuş birden vurulmuş oluyor.
Dizi boyunca önümüze çıkartılan karakterlerin hepsinde farklı dozajlarda olmakla birlikte sorunlar olduğu gerçeğini ve bu sorunların beraberinde her birisinin kendi kimliklerinin bir başkasıyla irtibata geçtiği esnada gizlemek durumunda olduğu sırlarını saklamak zorunda kaldığı bir kişiliğe hayat vermekte olduğunu görüyoruz.
Farklı sınıfsal pozisyonlardaki kişilerin ailelerinin de birbirlerine çok benzer biçimde yalnızlığı ve birbirinden uzaklığı hissettirmesi göz ardı edilmemesi gereken bir nokta olarak adeta gözümüzün içerisine sokuluyor. Dışarıya gösterdiğimiz yüzümüzle, içerimizde bize kalan yanımız arasındaki farklılık zaman zaman öylesine katlanılamaz hâle dönüşüyor ki Meryem'in psikiyatrı olan Peri, kendi sorunlarını anlattığı seansta Gülbin'e "Bir şeylerin taklidini yapmaktan sıkıldım" cümlesini kurduktan sonra küfre sarılıyor. Küfür, dizi boyunca kadınların da erkekler kadar kullandığı bir enstrüman işlevini görüyor adeta. Buna karşın son yaklaştıkça yalnızlıkların ne kadar arttığını ve hangi sınıfsal pozisyonda bulunulursa bulunulsun içinde yaşanılan ülkenin kültürünün bir yerlerden gelip size dokunduğunu gösteriyor.
Bu öylesine sırlarla dolu bir ülke ki kızını evlat edindiği gerçeğini kendi kızıyla paylaşmak yerine kendisine yol soran hiç tanımadığı bir adama çay ikram ederken rahatlıkla anlatabiliyor Ali Sadi hoca. Peri, duyguların ne kadar gerekli ve faydalı olduğu gerçeğini Meryem anlatırken aslında bir taraftan da kendi duyguları ile yaşadığı hesaplaşmayı gözler önüne seriyor. Yine dizinin en ağırlıklı karakterleri olan Meryem'in abisi Yasin ile yengesi Ruhiye'nin söz isteme gecesi birbirleri ile olan konuşmalarını öğreniyoruz. Orada Yasin'in "Kalbin bakire olsun bana yeter" ifadesinden sonra karısının yaşadıkları ile geçen zorluklar karşısında "Huzur mezardaysa sıçayım ben böyle hayata" cümlesiyle "Bir terhis olamadın gittin. En çok da sana yazık" sözleri aslında yaşadıklarımızın hayatlarımızda bıraktığı tortuları ortaya koyması açısından vurucu ifadeler.
Ali Sadi hocanın kızı Hayrünissa'nın kız arkadaşıyla birlikte Yasin'in korumalık yaptığı mekanın tuvaletinde şikayet üzerine Yasin tarafından kapıyı kırarak çıkartılması ile başlayan gelişmeler, dizinin sonunda evden Konya'ya dönerken başı açık bir biçimde çıktığı andaki babanın yaşadığı şaşkınlık ifadesi ile taçlanıyor. Arada sürekli olarak kulaklığını takan ve yabancı müzik eşliğinde dans etmek suretiyle adeta hayatın kendisine getirdiklerini bu yolla unutmaya çalışan bir kişinin yapıp ettiklerini izliyoruz.
Aslında onun ve diğerlerinin üzerinden dizi boyunca arada kalmış insanların ülkesi olarak Türkiye gerçeği bizleri karşılıyor. Belki de bu arada kalmışlık hâli hepimizi fazlasıyla yorduğu ve bizi bizlere bu yönüyle gösterme başarısını gerçekleştirdiği için Bir Başkadır dizisini bu kadar çok konuştuk/tartıştık. Çünkü dizi boyunca gösterilen karakterler içerisinde hep bir, arada kalma hâli söz konusu ve bu durum alttan alta duygusal patlamalarla kendisini su yüzüne çıkartıyor. İster Peri'nin hallerinde olduğu gibi isterse Sinan'ın annesi ile yaptığı konuşmalarda karşılık bulduğu gibi hangisi olursa olsun mutlak surette halledilemeyen, içeride kalan, üzeri örtülen duyguların bir gün bir yerde su yüzüne çıkması ile işler değişiyor. Benzer durum Gülbin ile ablası Gülhan arasındaki yaşanan gerilim sahnelerinde de sık sık karşımıza çıkartılıyor. Peri ile Meryem'in yaşadıklarının çok daha travmatik olanını iki kardeş yaşıyor ve birbirlerine yaklaşımlarında bu ruh hali ortaya konuluyor.
Dizinin içe işleyen bir diğer yanı ise ölüm olgusunun yaratmış olduğu etkiyi izleyenlere geçirebilme başarısı. Ali Sadi hocanın eşi Mesude'nin ölümü sonrasında yaşanan gelişmeler bu açıdan son derece çarpıcı. Örneğin eve başsağlığına gelenlerin uğurlanması sırasında kameranın ayaklara odaklanması dikkat çekici. Burada oyunculukların son derece başarılı olduğunu ve sekiz bölüm içerisinde başta Meryem karakterini canlandıran Öykü Karayel olmak üzere kadın karakterlerin erkeklere oranla daha fazla ön planda yer aldığını söyleyebiliriz.
Dizi boyunca bir diğer önemli nokta ise İstanbul'un farklı mekanlarının ve o farklı mekanlarla iç içe geçen hayat hikayelerine odaklanılmış olmasıdır. Robert Ezra Park, Şehir: Kent ortamındaki insan davranışlarının araştırılması üzerine öneriler⃰ başlığını taşıyan makalesinde şehir, yalnızca fiziki mekanizma ya da sonradan üretilmiş bir yapı değildir. Onu oluşturan insanların içinden geçtikleri hayati süreci de kapsar; doğanın ve özellikle insan doğasının bir ürünüdür. Doğanın içinden geçilerek gidilen uzaklıklar ve o uzaklıklar içerisinde karşı karşıya kalınan bambaşka hayatları, kişileri dizi boyunca farklı biçimlerde gözlemliyoruz. Aynı makalenin son bölümünde Park, mizaç ve sosyal bulaşıcılık üzerinde durur: Bireylerin, kendileri gibi insanlarla ilişki içinde olmaları, onları sadece motive etmez; aynı zamanda onlara, ortak özellikleri için böyle niteliklerin mevcut olmadığı bir toplumda bulamayacakları manevi desteği de sunar. Büyük şehirde fakir, habis ve suçlunun yolu sağlıksız ve bulaşıcı bir yakınlıkla kesişir, bedenen ve ruhen birbirini üretir…Kısacası şehir, insan doğasındaki iyiyi ve kötüyü aşırılıklarıyla gösterir. Belki de şehri insan doğasının ve toplumsal süreçlerin rahatlıkla ve verimlilikle incelenebileceği bir laboratuvar veya klinik olarak gören görüşü diğerlerinden daha fazla haklı çıkaran olgu budur.
Bir başkadır dizisi uzun zamandır yaşamakta olduğumuz çelişkileri, çatışmaları veyahut ertelediğimiz hesaplaşmalarımızı bir anlamda bambaşka hayatlar ve o hayatlara dair yaklaşımlar üzerinden önümüze koydu. Aynı ülkede birbirine temas etmeden yaşamayı ve birbirlerine karşı sevgiyi geçtim saygı konusunda dahi insani özellikleri her geçen gün kaybeden kitleleri karikatürize etmek bile ses getirdi.
Son iki yüzyıldır yaşadıklarımız sonunda bizlere anlatılanlar başkalarının hikâyeleri falan değildi, bu zaman zarfı içerisinde aslında bu hikâyeyi bizlerin ataları yeniden ve yeniden ürettiler. Yanlışlar yapmadılar mı tabii ki yaptılar, pek çok hataları oldu tıpkı bizlerin olduğu gibi. Fakat öyle ya da böyle anlatılanlar ve yaşananlar bizlerin hikâyeleri ve bu hikâyelerin olduğu kadar bu hayatların anlamlı hâle dönüşebilmesi için birbirimize muhtacız.
Kavgaların, hesaplaşmaların, önyargıların veyahut tepeden bakmaların yarattığı eksikliklerin sonucunda günbegün birbirimizden ayrı düştük ve bu ayrılık adeta kadermiş gibi kullanıldı. Oysa yalnızlığın olduğu kadar içe dönmenin ve mutsuzluğun kökeninde de saklanan, gizlenen, görmezden gelinen duygular yatıyor. Fakat ne kadar saklasak ve gizlesek bile o duygular tıpkı Peri'nin Meryem'e söylediği "Suyun çatlağını bulması gibi" bir yerlerden karşı tarafa ulaşmayı başarıyor. Temas etmek önceleri ilerleme sağlayamasa da zamanla umulmadık başarıları ve katkıları beraberinde getirebiliyor. Hepimiz sevilmek istiyoruz, hepimiz kendimizi özel hissedecek, hissettirecek sözleri arıyoruz. Bu arayış esnasında önyargılarımız hepimizin hapishaneleri olarak sanıldığından çok daha fazla işi yerine getiriyor. Huzur arıyoruz fakat huzursuzlukla tatmin olmayı öğrendiğimiz için asıl peşinde koştuğumuz tam aksi sedamız oluyor.
⃰ Robert Ezra Park ve Ernest Burgess, Şehir, Kent Ortamındaki İnsan Davranışlarının Araştırılması Üzerine Öneriler, Heretik Yayıncılık, 2016, Ankara.