Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı Yıldırım Demirören yedi yıldır sürdürdüğü görevine dün kendi isteği ile noktaladı! Haberin duyulmasının ardından spor medyasına baktığımızda karşımıza çıkan tablonun söz konusu olan istifanın ne kadar etik ve anlamlı olduğuna ilişkin yapılan bir örnek haberler de aslında kimseyi yanıltmadı. Çünkü Federasyon Başkanı son derece ilginç bir dönemde ‘yumurtayı dik tutabilecek kişi’ olarak göreve talip olmuştu. Yaşanan gelişmelerin ardından dünyada pek örneği görülmeyen bir biçimde bu kez ülkenin yayın organlarının dağıtımı da dahil olmak üzere pek çok gazetenin sahibi olarak futbolun patronluğunu sürdürdü. Son noktada ise bu kez kendi gazetelerinin yerinde tespiti ile hiç de gerekli olmadığı halde etik bir biçimde veda etme yolunu tercih etti.
Söz konusu vedanın arka planında iddaa ihalesini alan firmanın sahiplerinden birisi olması hususunun konuşulması bile her nedense bu grubun gazetelerinde yazan spor yazarı arkadaşlara garip gelmemiş. Herhalde hem Federasyon Başkanlığı’nı hem de iddaa sahipliğini beraber sürdürseydi bile ‘normal’ olacaktı! Öte yandan gazetelerin sayfalarında gururla sürdürülen ve sayısız başarıların kazanıldığı sürenin ön plana çıkartılması da gözlerden kaçmadı! Etik vedanın yanı sıra futbolcu ihracatının rekor kırması ve futbol federasyonu bütçesinin üçe katlanması gibi çok sayıda örnek ardı ardına sıralanmak suretiyle ne kadar başarılı bir dönem geçirildiği adeta okuyucuların kafalarına nakşedilmek istenmiş.
Oysa bu dönemin kendi içerisinde ülke futbolunun en tartışmalı dönemlerinden bir tanesi olduğu gerçeğini biraz futbolla uğraşan ve futbola dair takipte bulunan herkes gayet rahat söyleyecektir. İşin ilginç tarafı bu övgü dolu satırları yazanlar da daha önceki dönemlerde benzer eleştirileri fazlasıyla yine aynı gazetelerde sıralamışlardı. Tabii devran dönünce işler değişiyor ve bu kez daha farklı gündemler ön plana çıkartılıyor. Oysa spor medyası mensuplarının başta yabancı futbolcu kuralı olmak üzere, milli takımın yaşadığı süreçler ve buraya getirilen teknik isimlerle yapılan anlaşmalar üzerine de birkaç noktayı listeye eklemeleri icap ederdi.
Örneğin başkan görevi bırakırken neden Milli Takım Teknik Direktörlüğü görevine üstelik dört yıllığına bir isim atandı. Yeni gelecek olan başkan ve ekibinin kendi seçeceği hoca ile çalışması en doğal hakkı olmalıyken bu durum ellerinden alınmış oldu. Bir önceki teknik isime ödenen meblağ ve ayrılması için ödenen tazminat miktarı nedir? Bu soruları arttırabilir ve ondan bir önceki isim olan Fatih Terim’e yönelik tazminat meselesini de konuşabiliriz. Halbuki bu ve benzeri konular her nedense spor medyamızın pek ilgisini çekmiyor. Varsa yoksa hakem hataları veya yapılan müthiş ihalelere ve federasyonumuzun kulüplerimizi kurtarmak için adım attığı banka işbirliklerine odaklanmayı tercih ediyorlar.
Aslında bir açıdan haklılar çünkü bu ülkede futbolun yaşadığı çöküntü ve kokuşmuşluk düzeyi her tarafı etkisi altına almış vaziyette. Buna karşın naklen yayın ihalesinden gelen paralar ön plana çıkartılarak federasyonun kırdığı rekorlar üzerinden haber yapmak çok daha etkileyici oluyor! Oysa parayı veren düdüğü çalar hesabı yayıncı kuruluş verdiği paranın karşılığında maç naklen yayın saatini -18 derecede bile 19.00 olarak oynatma konusunda dayatmayı rahatça sürdürebiliyor. Futbol medyamız ise söz konusu durumu hiç ama hiçbir biçimde bu perspektiften tartışmaya tenezzül dahi etmiyor. Çünkü biliyorlar ki burası işin ekonomik boyutu ve burası olmazsa işler sıkıntıya girer.
Türk futboluna damga vurulan bir yedi yıl yaşandığı ile gündeme taşınan istifanın perde arkası her daim merak edilecektir. Futbolun siyaset ile giderek daha fazla bir araya gelmesinin de önünün açıldığı ve bizzat Federasyon Başkanı’nın bu konuda taraf olduğu bir dönemden söz ediyoruz. İşte bu yüzden bütün bu yeniden ihya etme girişimlerine karşılık bu yaşanan süreç tek başına ihalenin sonuçlanması sonrasında alınmış bir karar gibi durmuyor. Her şeyin giderek daha garip bir hale büründüğü bir dönem içerisinde futbolun tepe noktasında yaşanan gelişmeleri etik, ilkeli duruş ve bilgi kirliliğine son verme gibi kavramlarla açıklama girişimi bile durumun vehametini gözler önüne seriyor. Önümüzdeki dönemde futbol yine çok tartışılacak bir alan olmaya devam edecek buna karşın futbol medyası-içinde işlerini hakkıyla yapanları tenzih ederim-olanları uzaktan izlemeyi sürdürecekler. Korkarım ki bu gidişle ellerindeki tek koz olan hakem eleştirisi, futbolcu transferleri ve üç-dört takım arasındaki çekişmenin dışında söyleyebilecek sözleri de kalmayacak! Acı olan kendi kendilerini bitirmeye doğru gittiklerinin farkında bile olamamalarıdır.