08 Ocak 2018

Bir fotoğraf uğruna

"2000 sonrası doğanların, kendi büyüklerinin bir ömür boyu sahip olduğundan çok daha fazla fotoğrafı var"

Roland Barthes, Camera Lucida Fotoğraf Üzerine Düşünceler(2014,s.18) isimli çalışmasında “Göze nasıl görünürse görünsün, ne türden olursa olsun, fotoğraf görünmez: gördüğümüz şey aslında o değildir” diyordu. Teknoloji fotoğrafla kurduğumuz ilişkiyi de tersine çevirdi. Çünkü bir zamanlar fotoğraf çektirmek ve bunun için özenmek, hazırlık yapmak ve bu işi eda eden kişiye/kuruluşa yani fotoğrafçıya gitmek icap ederdi. Oysa şu anda resmi belgeler ve birkaç durumun dışında fotoğrafçıyı aradan çıkartmış olduk. Hatta her birimiz birer fotoğrafçıya dönüştük.

Özçekim adı verilen uygulama ile birlikte bu durum öylesine tuhaf bir hal almaya başladı ki, kafanızı nereye çevirseniz birilerinin sürekli olarak fotoğraf çektirmesine denk gelmeye başlıyorsunuz. Tabii bir de sosyal medya üzerinden bütün bu çekilen görüntülerin, içinden geçilen yerlerin işaretlenmesi gibi saati saatine sektirmeden ifşa edilmesi durumu var. Ki asıl üzerinde durmamız ve dikkat etmemiz gereken yer de burası. Çünkü burası giderek daha cüretkar ve kendimizi olduğumuzdan daha farklı göstermeye çalıştığımız bir mecra olmaya başladı.

Böyle olmaya başladıkça da işin rengi hiç düşünmediğimiz kadar kaçtı. Kendimizi her kılıkta ve ortamda göstermek suretiyle var kılmaya çalışan buna karşın bu biçimde izler bırakan insanlarla karşı karşıyayız. Kişisel mahrem denilen mesafenin ortadan kalktığı, görüntünün kötücül amaçlar için kullanılabileceği bir dönemdeyiz. Ne kadar ileri gidebileceğimizi hiç birimiz hayal bile edemiyoruz!

Çünkü işin ucunda kendi kimliklerimizi bağladığımız beğenme sayıları, aldığımız yorumlar, kısaca farklı bir var olma hali bulunmakta. Bu ise uçlarda gidip gelen son derece problemli eylemleri yapabilmemize, aklın yerini anlık heveslerin geçtiği durumlara bırakabilmesine ve hepsinden önemlisi bir fotoğraf uğruna canımızı bile tehlikeye atabilmemize yol açabiliyor.

“Her fotoğraf orada bulunmanın bir sertifikasıdır” diyordu Barthes(2014,s.104) Cep telefonları bize bu sertifikayı öylesine kolay bir hale dönüştürdü ki, gökyüzünde veya denizin altında olmanız fark etmiyor, her an her yerde olduğunuzu gösterebilirsiniz. Tabii bizim açımızdan bu durumun istenmeyen bir takım durumları da söz konusu olabiliyor. Tarihi bir kubbenin üzerinde zıplayarak poz vermek güzel bir görüntü almanızı sağlayabilirken, kubbe yıkılabiliyor.

Kösem Sultan tarafından 17.yüzyılda yaptırılan Eminönü Mercan’daki ‘Büyük Valide Han’ın kubbesi, boğaza karşı zıplayıp fotoğraf çektirmek isteyenler ve reklam çekimi yapan ekipler yüzünden çöktüğünü geçtiğimiz günlerde haber olunca öğrendik. Burada fotoğraf çektirenler açısından ‘olsun biz alacağımızı aldık, kendi an’ımızı anılarımızın içerisine kattık’ diye düşünülebilirken, hepimizin ortak paydası olması gereken anılar yerle bir edilmiş olmaktadır.

Mühim olan bireyin kendisi olarak gösterilmişse, benim dışımda kalanların ne olduğu, beni ilgilendirmeyecektir! Bireyi böyle güdülendirdiğiniz ve tüm hayatını bu yönde yaşaması için teşvik etmeye başladığınız andan itibaren bütün kalıplar da değişmek, dönüşüme ayak uydurmak durumunda kalacaklardır. Aksini ne kadar iddia ederseniz edin, her geçen gün gelmekte olan dalgadan kurtulabilmeniz mümkün olmayacaktır.

Siz; bakmanın, görmenin, hissetmenin ve böylece mutlu olmanın, haz almanın peşinde koşarken, bir başkası sizin baktıklarınızı kendisi için bozabilecek eylemleri doğal görebilmektedir. Bu öylesine garip bir hale bürünmeye başlamıştır ki, sadece küçük bir örnek bile geldiğimiz durumun vehametini ortaya koymaya yetecektir. Binlerce yıllık tarihi dokuların üzerlerine isimlerini kazıyanlar, sevgilerini göstermeye çalışanlarla aynı yerleri dolaşıyor ama buna karşın bambaşka şeyleri görüyorsunuz. Bu eserlerin insanlığın ortak mirası olduğunu düşünüp hassasiyet gösterirken bir başkası onları parçalamayı, karalamayı, bozmayı hakkı olarak görebiliyor.

Bu bakma ve kaydetme meselesini Dansöz örneği üzerinden de okuyabileceğimiz bir dönemin içerisindeyiz. Dansözün çıktığı yerlerde lütfen etrafınızdaki insanların ne yaptığına şöyle bir bakıverin. Başta kadınlar ve yaşlı erkekler olmak üzere herkesin ellerindeki cep telefonlarıyla kaydettiklerini göreceksiniz. Bu sadece buraya özgü bir durum da değil artık her yerde kameralar kayıtta. Bir adam yanındaki kadını tekme tokat dövüyor, kadın yardım çığlıkları atıyor. Buna karşın etraftakiler yardıma koşmak yerine telefonları ile durumu çekmeyi tercih ediyorlar.

Çektiklerimiz hayatın kendisi değil sadece bir an’ın görüntülenmesi. An’ları hayatın kendisine tercih ediyor hatta bazen bunun uğruna Urfa’da olduğu gibi hayatlarımızı kaybedebiliyoruz. Urfa kalesindeki iki metrelik kayanın üzerinden zıplayarak poz veren kişi, dengesini kaybederek 40 metrelik uçurumdan düşerek hayatını yitirdi. 3 yıl önce Antalya’da beş genç gece karanlığında asfalta yatarak fotoğraf çekmek istemişler ve kamyonetin altında kalanlardan iki tanesi hayatını kaybetmişti. Bizlere ise bu kişilerin yaptıklarıyla ilgili haberleri izlemek ve insan bunu kendisine nasıl yapabilir sorularını sormak düşüyor!

Bir fotoğraf uğruna kaybolan dakikaların, günlerin, ayların, yılların telafisi olmayacağının bile farkında değiliz! Ne olursa olsun göstermek, ispat etmek ve böylece var olmak istiyoruz. Aslında bu varoluş talebimizin, hayatlarımızdan kaybolan zamanlar olduğunu idrak edemiyoruz. Sürekli olarak kameraya bakıyor buna karşın bakarken kamera aracılığıyla kaybettiğimizi göremiyoruz.

Teknoloji fotoğrafçıyı aradan çıkarttı buna karşın fotoğrafın kıymetini ve ağırlığını da sarsıntıya uğrattı. Birkaç kuşağın bu ülkede fotoğraf sayısı kısıtlı iken 1990’larla birlikte dünyaya gelenlerin özellikle de 2000 sonrası doğanların, kendi büyüklerinin bir ömür boyu sahip olduğundan çok daha fazla fotoğrafı var. Buna karşın bu fotoğrafların bir kıymeti harbiyesi var mı? İşte asıl soru da, sorun da burada saklı.

Yazarın Diğer Yazıları

Herkesin haklı olduğu yer

İster futbolda isterse toplumsal hayatımızın diğer bütün alanlarında olup bitenler karşısında sağduyu denilen anlayışı hayata sokamadığımız müddetçe ortak bir zemini inşa edebilmemiz ve buradan sağlıklı bir toplumsal yaşamı başarabilmemiz mümkün olmayacaktır

Sonları beceremeyen ve bunu tartışamayanların ülkesi

İster futbolda ister siyaset dünyasında olsun sorgulanmayan, tartışılmayan ve sistematik bir hale dönüştürülmeyen hiçbir yapının mutluluk getirebilmesi de söz konusu değildir

Yine bir 10 Kasım

Resmi devlet ideolojisinin yarattığı ve katı kurallar içerisinde insani vasıflarından arındırdığı Mustafa Kemal Atatürk imgesinin yıkılmakta olduğunu buna karşın bu ülkenin insanlarının kalplerinde yaşattıkları Mustafa Kemal Atatürk imgesinin ise her geçen 10 Kasım ile biraz daha fazla büyüdüğünü bir kez daha yüksek sesle haykıralım

"
"