Her yıl ortalama bir milyonun üzerinde çocuğumuzu lisede okul tercihlerini belirlemek için sınavlara sokuyoruz. Sekiz yılın sonucunda girilen iki sınav ve bu sınavlarla birlikte okul başarısını da eklendiği bir tercih sistemi. Avrupa’nın pek çok ülkesinden daha fazla nüfusun olduğu bir eğitim sistemine sahibiz ve asıl sıkıntımız ise böylesi bir kitleyi sürekli olarak şekilden şekile sokmaya çalışıyoruz.
Ortada var olmayan ancak varmış gibi yapılan bir eğitim sistemimiz bulunduğu için, her gelen eğitim bakanı ile birlikte değişen bir sınav sistemi de çocuklarımızı alt üst etmeyi sürdürüyor. Türkiye’nin pek çok alanda ‘mış gibi’ yaptığı yıllardır söylene geliyor buna karşın bu ‘mış gibi’ yapmanın tavan yaptığı alan ise hiç şüphesiz eğitim sistemimizdir.
Buradaki etkiler ilerleyen yıllarda kendisini göstereceği için hemen hissedilmemekle birlikte toplumsal gidişatımıza çok daha büyük darbeler vuracak bir arka plan oluşturmaktadır.
Neyi nasıl yapacağımız hususunda iktidarlarımızın kafası karışık olduğu ve ortada bir milli eğitim politikamız olmadığı için işler sürekli olarak sarpa sarmaktadır. Son on yıl içerisinde aynı iktidarın değişen milli eğitim bakanları aracılığıyla, sınav sistemi ile oynamaları bile bu kafa karışıklığını gösterecek cinstendir. PİSA gibi sınavlar açıklandığında kendimizi savunmak amacıyla ortaya attığımız argümanların ne kadar yetersiz ve dayanıksız olduğunu belki de en çok durumu savunmak durumunda kalanlar biliyorlar.
Ancak yine de bir şeyler söyleme uğruna vaziyeti kurtarma yolunu seçiyorlar. İşte tam da burası kültürel anlamda bizim can evimizden vurulduğumuz noktamızdır. Çünkü bu anlayış yüzünden sorunlarla uğraşarak çözüm yollarını aramak yerine her seferinde durumu idare etme yolunu tercih ediyoruz.
Ortada çok büyük bir eğitim sorunu bulunuyor ve bu sorun ile ilgili olarak ülkeyi geleceğe hazırlamak isteyenlerin tek başlarına olan bitenin altından kalkabilmeleri mümkün gözükmüyor. Topyekûn bir eğitim seferberliğine ihtiyacımız var ve bunu belirli ideolojik angajmanlar üzerinden gerçekleştiremeyiz.
Eğer eğitimdeki kalite yoksunluğunu ortadan kaldıramazsak önümüzdeki yıllarda yetişmiş insan kalitemizdeki düşüşü çok daha fazla iliklerimizde hissetmeye başlarız. Bu olağanüstü sıkıntılı durumu ‘milli ve manevi değerler’ yaklaşımı sosuyla bezediğimiz müfredat girişimleriyle de ortadan kaldıramayız. Çünkü ne o ne de bu olma halinin vermiş olduğu tuhaflıklarla bezeli yapımızın yansımalarını her yerde ama belki de en çok eğitim sistemimizde görüyoruz.
Ortada uzun yıllar boyunca adeta tornadan geçirdiğimiz nesillerimiz var buna karşın onlara, matematik başta olmak üzere kendi dillerini ve tarihlerini bile doğru düzgün öğretemiyoruz. Her geçen kuşak boyunca biraz daha karamsarlığa kapılmamıza yol açan uygulamalara şahit oluyor ve ardından çözüm olarak içi boşaltılan devlet okullarının yerine önce dershaneleri ardından da özel okulları koymayı sürdürüyoruz.
Elimizde birbirinin üç aşağı beş yukarı aynı konumda olan ve sadece imaj pazarlayan okullarımız var. Ailelerin çocuklarının daha iyi bir iş sahibi olması yolunda etrafa saçtıkları paraların haddi hesabı yok. Ancak dikkat edin iyi bir insan, ülkesine, milletine, insanlığa yararlı bir insan tanımlamasından çok önce iyi bir iş sahibi olan çocuk anlayışı içerisinde yapılanlar söz konusu.
Yapılan ikinci sınav sonrası eğitimin rafa kaldırıldığı bir eğitim sistemimiz var, ne devlet okullarında ne de özel okullarda eğitim verilmiyor çünkü her şey sınava göre programlanmış. Liseye geçiş sürecinde yaşananların bir benzeri üniversiteye geçiş sürecinde de tekrar ediliyor. Kaybedilen onlarca saatlik zamanı her nedense hiç ama hiç dikkate almıyoruz oysa kaybedilen zaman kaybedilen paradan çok daha kıymetli bir değerdir. Bu çocuklara kaybettikleri çocukluklarını/gençliklerini bir daha geri veremeyeceğiz.
Son üç yılın istatistikleri bile durumun ne kadar tuhaf bir hal aldığını ortaya koyacak cinsten: 2014-2015 2.Teog ortak sınavlarında 1190 birinci var. 2015-2016 yılında bu rakam 987’ye gerilemiş ve sıkı durun 2016-2017 sonuçlarında ise 17 bine yükselmiş. Her yıl yaklaşık benzer sayıda öğrencimizin girdiği bir sınav ve bundan önceki iki yılın birinci sayısı birbirine yakın buna karşın bu yıl rakam astronomik bir biçimde artış gösteriyor. On yedi bin birincinin otuz binden fazla ikincinin olduğu bir sınav var karşımızda ve bunun sonucunda lise tercihleri ve yerleşmeleri belirleyecek olan okul başarıları, devamsızlık sayıları ile doğum tarihleri olacak.
Kalitenin düştüğü, sosyal adaletin kitleler nezdinde kaybolduğu bir toplumsal yapıda hem gençleri geleceğe inandırmak güçleşir hem de sisteme olan güven azalır. Eğitim sisteminde yapılan yanlışların telafisi çok daha güçtür ve burada yaptıklarınızın karşılığı hemen önünüze çıkmaz.
Eğitim sistemimizde yaşadığımız buhranı ortadan kaldırmak için toplumun bütün kesimlerini dahil olacağı bir ortak aklı oluşturmaya ihtiyacımız var. Herkesin günü kurtardığı buna karşın yarınlarımızın soru işaretleri içerisinde geçeceği bir döneme girmek istemiyorsak acele etmek zorundayız.
Bu eğitim sistemiyle ne dünyadaki gidişatın içerisinde yer alabilecek bir potansiyeli oluşturabiliriz ne de yaşayacağımız sorunlara çözümler üretebiliriz. Bu gidiş her açıdan bir çöküşü beraberinde getirecektir, şişirilmiş başarılar üzerinden ahkam kesmek hiç birimizi kurtaramaz.