18 Haziran 2022

Hayret, otomobil üzerinde cinsel ilişkide bulunanları linç etmedik!

Mahalle sakinlerinin uygunsuz çifti taş ve sopalarla kovalama, karakol önünde toplanarak sloganlar atma şeklinde tepkiler vereceği ihtimalleri gelmişti gözümüm önüne. Hiç birisi olmadı.

Doğrusu, ben büyük patırtılar kopmasını bekledim. Mahalle sakinlerinin uygunsuz yakalan çifti taş ve sopalarla kovalama, karakol önünde bekleşme gibi tepkiler vereceği ihtimalleri gelmişti gözümüm önüne. Hiç birisi olmadı.

Beşiktaş'ta otomobil üzerinde cinsel ilişkiye girdikleri gerekçesiyle gözaltına alınan çiftin başına gelecekler konusunda, epeyce endişeliydim.

Hiç de düşündüğüm gibi olmadı. Normal prosedür içinde göz altına alındılar, sonra savcılığa ve sulh ceza hakimliğine çıkarıldılar.

Savcılık, uygunsuz durumda yakalanan çift hakkında, adli kontrol talebinde bulundu. nöbetçi hakimlik de bu isteğe uydu ve haklarında ev hapsi uygulanması yönünde, adli kontrol kararı verdi.

Doğrusu, ben büyük patırtılar kopmasını bekledim. Mahalle sakinlerinin uygunsuz çifti taş ve sopalarla kovalama, karakol önünde toplanarak sloganlar atma şeklinde tepkiler vereceği ihtimalleri gelmişti gözümüm önüne. Hiç birisi olmadı.

Hakimin, tutuklamaya gerek duymaması ilginçti.

Demek ki toplum artık biliyor ev hapsinin bir ceza olmadığını. Sadece tedbir amaçlı olarak verilmiş, geçici bir karar olduğunun farkında.

Otomobil üzerindekilerin, haklarında ayrıca dava açılacağının ve yargılanacaklarının bilincinde.

Yani ben art niyetimle baş başa kaldım.

Yanılmış olmaktan gayet memnunum. Toplumun ve yargının, bu olay çerçevesinde göstermiş olduğu olgunluk, hakikaten umut verici.


***

‘Yargı emekçileri’ kavramından ne anlamıyoruz?

CHP Adana Milletvekili Ayhan Barut, yüz binlerce yargı emekçisinin özlük hakları, ekonomik talepleri ve çalışma koşullarının iyileştirilmesine yönelik soru önergesi verip, Meclis Araştırması istedi.
Barut’un soru önergesini okumadım, bu konuda Mecliste yaptığı açıklamayı da bizzat dinlemedim ama, konunun medyada yer alış şeklinde, dikkatimi çeken bir detay vardı.

Barut’un ‘yargı emekçileri’ olarak tanımladığı kesimin, vatandaşın dünyasında tam karşılığı olmayabileceğini düşündüm.

Belki, açıklamanın bir yerinde mübaşir, zabıt katibi, icra memuru, yazı işleri müdürü gibi herkesin bildiği isimleriyle anılsalar, konu daha anlaşılabilir olabilirdi.

‘Yargı emekçileri’nin kavram olarak günlük konuşma dilinde çok fazla bir karşılığı yok, sadece sendikal mevzuatta Yargı İş Kolu içinde geçiyor.

Emin olmak için Büro Emekçileri Sendikası’nın web sitesine baktığımda; adliyede çalışan kesim için sadece ‘yargı emekçileri’ tanımlaması yer alıyor, görev bazında kimleri kapsadığına dair tek bir ibare geçmiyordu.

Konuyu sendika başkanı Bahadır Berdicioğlu ile konuştum. Basın açıklamalarında ‘yargı emekçileri’ şeklinde yapılan bir genellemenin bazı sakıncaları olabileceğinden söz ettim.

Adliye personeli içinde görev yapan memurların, tek tek görevleri ile belirtilmiş olmasının, kamuoyu tarafından daha anlaşılır kılacağını ve bizzat o görevi yapan kişileri de onurlandırılmış olacağına ilişkin, görüşlerimi söyledim.

Aslında, başkan Berdicioğlu’na düşüncelerimi açıklarken, aramızda büyük bir tartışma kopacağını göze almıştım, ama hiç öyle olmadı.

Başkan, bugüne kadar konuya sözünü ettiğim şekliyle hiç yaklaşmadıklarını, bu anlamda haklı olabileceğimi ve bundan sonra yapılacak açıklamalarda önerimi göz önünde bulunduracaklarını söyledi.

Önerisinin dikkate alınacağını bilmek, kim olsa hoşuna gider.

Ama, hangi alanda olursa olsun, seçimle gelmiş bir başkanın kendisine önerilen bir detayı ikiletmeden, üzerinde düşünmeye değer bulduğunu söylemesi, çok kolay rastlanır bir örnek de değildir.

Bu nedenle, Bahadır Berdicioğlu gibi makul, sağduyulu ve açık fikirli bir başkanla tanışmış olmak da, bana ait bir ayrıcalık oldu.

***


Yargıtay’ın ‘Cuma namazı’ kararlarının vebali kimde?

Bu topraklarda, çalışanların mesai saatleri içinde Cuma namazına gitmesi veya gitmemesi her zaman tartışma konusu oldu… Hatta bu nedenlerle ‘iş akdinin haksız yere fesh edilmesi’ gerekçesiyle çok dava açılmışlığı da vardır.

Aslında, ‘Mesai saati içinde işi terketme’ gibi ilk bakışta uzlaşmaz temel çelişki halinde görünen bu sorun, işveren ve çalışan arasında genellikle ortak bir çözüme kavuşuyor.

Dava konusu olduğu durumlar, daha çok işin niteliğinden, yani namaz nedeniyle ara verilen işin ne kadar aksadığı detayında ortaya çıkıyor. Tabi ki, işveren veya çalışan kişinin bu konuda gösterdiği ‘iyiniyet’ eksikliği veya ‘suiistimal edilme’ halleri de, mahkeme yolunun önünü açıyor.

Örneğin geçen hafta, Konya’da cuma namazına gittiği için akaryakıt istasyonundaki işine son verilen Mehmet Yetkin’in konuyu yargıya taşımasıyla, malum çelişki tekrar gündeme geldi.

Normal şartlarda, İş Kanunu’na göre, ne Cuma namazı, ne de günlük vakit namazları, mesai saatleri içinde işe ara verilmesinin haklı bir nedeni olamıyor. Böyle bir hakkın varlığı, ancak işveren ile işçinin karşılıklı olarak yaptığı yazılı anlaşma veya toplu iş sözleşmesinde özel olarak yer almışsa mümkün olabiliyor.

Konya 1’inci İş Mahkemesi’nde görülen davada ise, Mehmet Yetkin’in cuma namazına gitmesi anayasal hak olarak değerlendirildi ve işe iadesine karar verildi.

Mehmet Yekin’in kazandığı dava, işveren tarafından temyize gönderilmiş durumda.

Temyizden sonuç nasıl çıkar, diye sorulacak olursa:

Yargıtay’ın bugüne kadar verdiği benzer kararlarında, yapılan iş ile namazda geçirilen süre arasındaki çelişki bağına bakılıyor. Kılınan namaz süresinde geçen süre, işyerindeki işleyişi aksatmıyor ise, işten çıkarma işlemi genellikle haksız bulunuyor.

Oysa benzer konuların gündeme geldiği İslami tandanslı web sitelerinde “ Böyle durumlarda daire amiri, memurların cuma namazına gitmelerine izin vermezse, memur ya kendi naklini başka yere yaptıracak yahut da istifa edecektir. Durumu müsait olmazsa görevine devam edip cuma namazına gitmeden öğle namazını kılar, vebal de amire ait olur” şeklinde fetva verilebiliyor.

Yani, Mehmet Yetkin mahkemeye değil de, ulemaya gitse “ Ya işinden istifa et ya da öğle namazını kılmakla yetin!” cevabını alacaktı.

Ben benzin istasyonu sahibi olsam, pompacıların Cuma namazı kılma konusundaki hassasiyetlerini anlayışla karşılar, izin verirdim diyeceğim, ama bu sefer de “ O zaman istasyona gelen araçlara kim benzin verecek?” diye soranlar olacaktır, o nedenle beni hiç karıştırmayın.

***


Bir Yavuz Bingöl yalnızlığı !

Türkücü Yavuz Bingöl, annesi halk ozanı Şahsenem Bacı için düzenlenen cenaze töreninde acısını ifade ederken "Anne öldükten sonra evlat büyürmüş" özdeyimini hatırlatmış.

Bingöl biraz sitem de etmiş, kendisini taziye için aramayan siyasi siyasiler için “ Bırakın siyasi nezaketi, insani nezaketi daha çok beklerdik. İnsan arar, bir başsağlığı diler” diye gönül koymuş.

Cenazeye Mahsun Kırmızıgül ve Kubat dışında katılmayan sanatçı dostları içinde “Aramayan arkadaşlara da yazıklar olsun” diye konuşmuş.

Yavuz Bingöl, böylesi acı gününde neden yalnız bırakıldığının ve bu yalnızlığın oluşmasına bizatihi kendisinin ne kadar katkısı olduğunun farkında değil gibi görünüyor


Bazı insanlar hiç büyümüyor, ya da büyümek istemiyor nedense.

***

Tweetbox

İda Deniz - Asparagas yalan haber başka, içinde hakaret barındırmayan, kişilik haklarına saldırmadan, özel hayata saygılı" Eleştirel, paylaşımlar yorumlar farklıdır ve bu demokrasinin gereğidir ayrıca vatandaş olarak, Anayasal hakkımızdır.

Maia - yine bir devlet kurumuna işim düştü ve yarım saatte hayattan soğudum. başka bir devlet kurumuna düşmemek için, içime doğru “nerde ulan vergilerimiz”diye bağırdım

İnci Hekimoğlu - Sevgili arkadaşlarım, meslektaşlarım, hukukçu dostlarım dayanışmanıza ve mesajlarınıza tek tek yanıt veremesem de bilin ki, hepsini yüreğime istifledim. Birlikte çoğalmak ne mutluluk... Hepinize çok teşekkür ederim.

Oğuzhan Aslan - İfade alınması idari değil, adli kolluğun görevidir. Bu sebeple İçişleri Bakanlığı’nın söz hakkı yoktur. Kaldı ki avukat sizin konu mankeniniz değildir. Müvekkile susma hakkını kullandırırız. Savcılar ifade almak zorunda kalır, iş yükü de artar. Onlar düşünsün, bize ne?

 

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Ahmet Altan Davası’nın kilit ismi Mehmet Altan…

Avukat Figen Çalıkuşu: Aslında böyle yapılanma adı altında başlamadı süreç. Nazlı Ilıcak ayrı bir davada çok daha önce gözaltına alınmıştı, Mehmet Altan ve Ahmet Altan daha sonra subliminal mesaj vermek suçlamasıyla gözaltına alındı. Bu bir faciaydı. Dünya literatürüne bir komediydi. Diğer sanıklar da farklı değil. Bu nedenle davanın açılması çok uzun sürdü. Baktılar biz bunları tek tek suçlayamayacağız, o halde toparlayalım, medya yapılanması havası verelim, denildi. Dava açılınca soruşturma biter değil mi? Çünkü artık mahkeme süreci başlamıştır, savcı bir yandan soruşturmayı devam ettiremez. Savcının dosyayı kapatmadığını gördük. Soruşturma numarası açık, baktık hala delil araştırıyor. Çünkü o dosyadan suç çıkmayacağını biliyor. İki polise tutanak tutturulmuş, “Mehmet Altan bu örgütün içindedir, kanaatimiz böyledir” diye. Bu delil olur mu? Tabi ki olmaz. Olmadı da zaten. Gizli tanıkları biz hiç görmedik, duruşmalarda dinlenmediler. İstinaf Mahkemesi “Şu gizli tanığı bir dinleyelim” dedi, sevindik. Onlar da duruşma gününden bir gün önce bizden gizleyerek dinlediler.

Tencere/kapak hukuku

Yeni Adalet Bakanı’nın “Yeni Anayasa” tahayyülü olduğu söylentileri doğruysa, hukuk belki bu minvalde bir nebze gündeme gelebilir, bu konudaki tartışmalar epey gündemi işgal eder, gerisi Allah Kerim...

Osman Kavala: Denizler Altında 20 Bin Fersah

T24’te dün Gökçer Tahincioğlu’nun Osman Kavala’nın yargılama sürecini anlattığı yazısını okuduktan sonra, hayal meyal hatırladığım Jules Verne’nin “Deniziler Altında 20 bin Fersah” romanı aklıma düştü