25 Mayıs 2022 15:46
TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç, statü ve nitelik gözetmeksizin her yerde madenciliğe izin veren mevzuatın doğayı ve insan sağlığını güvencesiz ve korumasız bıraktığını belirterek, "İçme suyu havzalarının, kıyıların ve sulak alanların tamamen madencilik faaliyetleri dışında tutulması gerekiyor. Bütün bunların da kanunla yapılmasını istiyoruz. Onun için madenciliğe kapalı alanların acilen kanunla belirlenmesi gerekiyor Bu kanun çalışmalarının hemen başlamasını istiyoruz" dedi.
TEMA Vakfı, 2019 yılından itibaren sürdürdüğü maden ruhsatlarının dağılımını gösteren harita çalışmaları sonucunda 24 ilde yaklaşık 20 bin maden ruhsatının bulunduğunu ortaya koymuştu. Ruhsatların, ormanlar, korunan alanlar, tarım ve mera alanları ve kültür varlıkları ile ilişkisini inceleyen çalışmaların sonuçlarına göre, madenlerdeki ortalama ruhsatlılık oranının ise yüzde 63 olduğu görülmüştü.
Bu kapsamda Türkiye özelinde hangi alanların madenciliğe kapatılması gerektiğine yönelik bir çalışma yapan TEMA Vakfı, madene kapalı alanların belirlenmesi amacıyla bugüne kadar yürüttüğü çalışmaları, “Madene Kapalı Alanlar” kampanyası ve politika önerisini kamuoyuyla paylaştı.
Ataç, konuya ilişkin şu değerlendirmeleri yaptı:
"Tema Vakfı olarak 2019 yılından beri yoğun olarak madencilik faaliyetleriyle ilgili çalışmalar yürütüyoruz. Bizim esas odağımız 4. Grup Madenler dediğimiz endüstriyel madenler ki bunların içinde bakır, altın, gümüş, nikel gibi madenler var. Ayrıca kömür de bu grubun içerisinde. Biz burada tabii hazırlık yaparken birdenbire Çanakkale'deki bu Kirazlı'daki olayla irkildik. Tam hazırlık yapıyorduk ve üzerine geldi, biz de devam ettik. Fakat olay tabii sadece Kirazlı meselesi değildi. Daha sonra acaba bu bölgede, yani Çanakkale ve Balıkesir bölgesinde ne kadar var diye baktığımızda 30 tane ÇED'lerden hesaplamıştık ama daha sonra Petrol Maden İşleri Genel Müdürlüğü'nün bu verileri sattığını öğrenince oradan satın alıp bunları haritayı monte ettik. Ve birdenbire bin 634 tane değişik aşamalarda ruhsat olduğunu gördük. Bunları büyük bir kısmı ihale aşamasında, bir kısmı arama aşamasında, bir kısmı da işletme aşamasına geçmek üzere. Bu tabii hiç beklemediğimiz bir yumruk gibi oldu açıkçası. Çünkü çok fazla. Yani bir bölgede bu kadar çok ruhsatın verilmiş olması başlı başına çok büyük bir risk.
Daha sonra devam ettik değişik bölgelerde 24 tane ildeki haritaları alıp çalıştık. Ve bu haritaları çalıştığımızda da yine bazı gölgelerdeki kadar olmasa bile çok yüksek ama ortalama yüzde 63'ün üzerinde. Bu 24 ilin alanının yine ruhsatlandırılmış olduğunu gördük. Dolayısı Türkiye şu anda madencilikte bir atak yapmaya çalışırken ki bu çok anlaşılabilir bir şey, fakat bir yandan da iklim krizinin bu kadar şiddetli bir şekilde insanların artık hayatını etkilediği 6'ncı yok oluştan bahsedildiği bir dönemde, işte su kıtlığı, kuraklık, gıdada çok ciddi sıkıntılar artık çok güncel konularımız. Böyle bir dönemde bütün ülke topraklarının yüzde 60'ını maden riski ile karşı karşıya bırakmanın çok önemli bir risk olduğunu düşünüyoruz. Ve bugünün ne ekolojik ne ekonomik ve ne de sosyal, hiçbir koşula uymadığını düşünüyoruz. Bu nedenle bir çalışma yaptık ve diyoruz ki madencilik tabii ki yapılacak bu ülkede ama bizim belirlediğimiz ve saydığımız bölgelerde. Biz belirli bölgelerde maden faaliyetlerinin tamamen engellenmesini ve o alanların madenciliğe kapatılmasını istiyoruz.
Bunlara örnek verirsem; tarım alanları çok önemli çünkü gıda güvenliği tamamen oradan geçiyor. Tarım alanları, birinci sınıf tarım alanları, tarım yapılan yerler, sulanan alanlar, yani oralarda başka sınıflarda belki verilebilir. Ormanlar yine aynı şekilde. amenajman (ormanda, kesilmesi gereken ağaçların, doğal denge göz önüne alınarak düzenlenmesi işi) planlarına göre amaçları var orada. İşte su üreten ormanlar, işte bilimsel çalışma yapılan ormanlar gibi. Daha başkası da var ama uzatmamak için hepsini saymıyorum onların bunun dışında tutulması, su, içme suyu havzalarının tamamen madencilik faaliyetleri dışında tutulması, kıyıların ve sulak alanların... Ama bütün bunların da kanunla yapılmasını istiyoruz. Çünkü yönetmelikle veya ilke kararlarıyla alınan kararların bozulması çok kolay oluyor. Ve Türkiye'de ne yazık ki şu anda tek bir alan dahi yok kanunla korunan. Korunan alanlar bile o şekilde korunmuyor. Onun için bu kadar güzel bir coğrafyada yaşarken 3 bin 700 endemik bitki ile korunan alan yüzdesinin hala 8,7 olması, bir de yani hem yeteri kadar korunmazken ve bir taraftan da madencilik baskısı altına bu toprakları sokmanın hem bizim hem de gelecek nesiller için çok büyük haksızlık olacağını düşünüyoruz. Onun için acilen bu kanun çalışmalarına başlamasını istiyoruz ve biz de elimizden gelen desteği vermeye hazırız." (ANKA)
© Tüm hakları saklıdır.