YALIN ALPAY
Destek Yayınları 2020 183 s.
Yalın Alpay’ın Yalanın Siyaseti kitabı son yirmi yılda yaşadıklarımızın bir özeti gibi durmaktadır. Neden mi? “Yalanın meşrulaştırılması”, “hakikatin önemsizleşmesi” ve “hileli akıl yürütme” teknikleriyle yüz yüze kaldığımızdan. Hangimiz karşılaşmadık ki! Hileli akıl yürütmelerle, mantıksız savlarla, illegal yapılanmalar, “yalansa yalan canım, herkes söylüyor” mazereti ve en önemlisi de “hakikatin önemsizleşmesiyle” (post-truth). Eline hileli zar alanla, hileli akıl yürütme yapan arasında fark var mıdır? Hileli zarla oyun kazanmak kolaysa, hileli akıl yürütme de mantıklı savlara ihtiyaç duymaz, kazanmış görünmek en kısa/ucuz yoldur.
Kitabın en önemli özelliği kavramlar üzerinden yazılması ve Felsefe disiplinini bir üst şemsiye/üst disiplin olarak kullanması. Alt açılımlarını Mantık, Siyaset Felsefesi, Etik, Ahlak gibi ayırabiliriz. Bana ilgi çekici gelen kavramlar “türdeş topluluklar”, “hakikatin önemsizleşmesi”, “hakikatin düşüşü” ve devamı… Kavram, dış dünya, düşünme, dilde var olana ilişkin oluşturulan düşünsel bir çerçevedir. Çünkü kavram var olanı bilmenin temelidir. Kavramlar terim olarak dilde olup, her türlü iletişimin, anlamlandırmanın temelini yaratırlar. Bu bağlamda, kavram dediğimizde İoanna Kuçuradi’nin söylemi aklımıza gelir. “İlk öğreneceğimiz şey ayrımlar yapmak gerekliliğidir, kavramsal ayırımlar yapma gerekliliğidir. Alpay da hakikat kavramını çeşitli referanslarla açar. Hakikat, gerçeklik, doğruluk arasındaki ince farklılıkları/ayrımları ortaya koyar. Belki de kitabın en önemli bölümü hakikat-bilgi ilişkisinde gizlidir. “Hakikat kavramının bilgiyle olan ilişkisi, varlıkla ilgili olan gerçeklik sözcüğünün karıştırılmasıdır.” (s. 26) Böylece “hakikate ulaşan ve yanlışa düşen insan zihninden başka bir şey değildir. “Gerçeklik var olmak için insan zihnine gerek duymazken, hakikat, ortaya çıkabilmek için insan zihnine muhtaçtır. Hakikat yalnızca zihindedir.” (s. 27)
Yalın Alpay felsefe tarihinde bu konuya dikkat çeken birçok filozoftan alıntı yapar. Aristoteles’in Metafizik, 1051b’de yazdığını üzerine basa basa vurgular. “Bağlantı kurma ve ayırma nesnelerle değil düşüncede olup biter. Bu nedenle hakikat ya da yanlış olanlar var olanların kendileri değil, var olanlar üzerinden söylenenlerdir.” (s. 28)
Hakikat önemsizleştiğinde, gerçek ve ona ilişkin yargılar arasında da bir uyum kalmaz. Ve bu uyumsuzluk umursanmaz. Böylelikle, son yirmi yıldır, on yıldır yoğun bir şekilde yaşadığımız da “hakikatin düşüşüdür”.
Alpay “hakikatin önemsizleşmesine” en çarpıcı örneği ABD seçimlerinde yaşananlarla özetler. Evet, Trump’un seçilişi bu durumun en belirgin örneğidir. Neden mi? Çünkü Trump’ın “maddi açıdan kendisine oy verenleri temsil etmeye belki de en az ehil ya da layık kişilerden biri olması” (s. 73) der ve ekler; “Trump’un vergi kaçırdığı, sahte iflaslar örgütlediği, sürekli yalan söylediği, muhafazakâr seçmenlerin hayat tarzıyla hiçbir alakası olmadığı biliniyor.” (s. 73) Tüm bunlar kolayca kanıtlanabilecek olmasına rağmen seçmen duyarsız kalır. Artık gelinen noktada “hakikatin önemsizleşmesinin büyüsü” (s. 76) söz konusudur. Trump, “duygu ve algı yaratmaya yönelik spekülatif söylemleri satın almak” için yola çıkar. Bu dönemde en önemli kavram duygulardır. Farklı disiplinlerin ortak çalışma kavramı olan duyguların insanı/kitleleri tek başına bir yanlışa düşürmesi olasılığı fazladır. Duyguların da bilgiyle (episteme’le) desteklenmemesinin sonucudur yaşanılan kırılmalar. Eğer bilgiyle desteklenseydi, yalan/yanlış, ortaya çıkar, göze batardı, çığ gibi büyümez, post-truthzamanlara geçilmezdi.
Sınıfsal tabaka/toplumdaki hiyerarşik yapı, belirgin olarak Britanya’daki gibi diğer ülkelerde ifade edilmese de, “gelir düzeyi düşük, eğitimsiz, kültürel oluşumu yetersiz kişilerin varoluşsal bir refleksi olarak kendini bir bütünün içinde görme yarışı, seçkinlere karşı çıkan siyasetçinin yanında yer almasını sağlar.” (s. 77) Tam da bu noktada Sartre düşer aklıma; Nazi partisine üye olma, kendini orada var etme, çokluğun içinde ben olma/var olma duygusu için yazdıkları. Sartre, “özgürlük belli bir edim biçimine tutsak değildir” der. Nazizme karşı savaşan Sartre bazı kavramların altını çizer. Ve bu kavramların üzerinde durur. Bu kavramlar karar, bağlılık, korku ve ölümdür. İnsanın özgürlükten, açık sözlülükten, değişiklikten korktuğu, bir nesne gibi katı olmayı özlediği için Yahudi düşmanlığını seçtiğini söyler. O da bir şey olmak ister; adamın gösterdiği tek başarı özgürlükten kaçmak, insanlığa sırt çevirmektir. Eş deyişle, yığın içinde, yazarın deyişiyle “türdeş topluluk” içinde var olmaktır.
Yalın Alpay’ın kitabına dönersek, bu önemsenmemiş kitle kendine sığınacak bir çadır aramakta, bunu da en kolay yolla siyasi yapılanma içinde var etmektedir. Bu büyük siyasi çadırda kendi söylemine göre özgür değildir; “türdeş yığınların” fikriyle söylemlerini, olayları, örnekleri olumlar, tekrar eder, paylaşır. Alpay’ın kitabında önemle vurguladığı, “doğrudan hakikatin önemsizleşmesi siyasetin neticeleridir.” (s. 78)
Yazar Yalanın Siyaseti kitabını 12 ana başlık altında toplar. Ve alt bölümler tümüyle bugün dünyanın geldiği durumu gözler önüne serer. Felsefe disiplini içinde önemli yer tutan akıl yürütme, savlar ve bunların örnekleriyle karşılaşırız. Kitabın bir diğer özelliği, yazarın konuşması/anlatımı gibi yalın ifadeler/sözcükler/kavramlar kullanmış olmasıdır. Bu da kitabın okunurluğunu kolaylaştırıyor ve “sürekli elimin altında dursun” düşüncesini yaratıyor. Akıl yürütme bilinenden bilinmeyene ulaşma eylemidir ve üç kategoride incelenir. Tümdengelim, tümevarım ve analoji (s. 88). Aklın ilkeleri, Özdeşlik İlkesi (Identity), Çelişmezlik İlkesi (Non-contradiction) ve Üçüncü Durumun Olanaksızlığıdır (Middle Exclu). Alpay’ın kitabında derin bir şekilde açıkladığı bu bölümlerin ana amacı, bu ana bölümlerin altında yatan tüm katmanları açmaktır. Çünkü “İleri Sürülen Bir Savdan Farklı Bir Savın Çürütülmesi”ni (Ignoratio Elenchi) sekiz alt başlıkta açıklar. Bu alt başlıklardan biri de “Eşsesli Sözcük Kullanmayla (Homonymie)” ilgilidir. “Siz henüz Kant felsefesinin sırlarına hâkim değilsiniz”, “Sırların olduğu yerde benim işim olmaz.” (s. 121) Burada sır filozofun felsefesinin derinliği olarak ele alınırken, ikincisinde sır gizlilik anlamını taşımaktadır. Bu örnekte olduğu gibi akıl yürütme bağlamında hileli bir örnek olarak gözler önüne serilir.
Yazar güzel bir alıntıyı da Mevlana’nın Mesnevi’si üzerinden verir: Çölde devesiyle giden zengin bedevi ve yalınayak giden dervişin konuşmalarını, “yoksulluk ile öğüdün nesnel değeri arasında bir korelasyon bulunmaması” olarak özetler. (s. 135)
Çok sıklıkla yazılı ve görsel basında duyduğumuz “Domino Etkisi” (Slippery Slope) ise “hileli savın, savını, gelecekte gerçekleşme olasılığı çok düşük bir ihtimali delil göstererek delillendirmesi”dir (s. 142). Böylece savunulmak için ileri sürülen savlar gerçek bir kanıta dayanmaz. Ama gerçek olmayan kulağa gerçek -miş- gibi gelir.
Yazarın kitabın 162. sayfasında etnik kimlik üzerinden verdiği örnek bana Foucault’nun sözlerini hatırlattı. Etnik kimlik sadece övünmek için olursa sorun yok ama daha ileri giderse sorun başlar. Yazımın başında söylediğim gibi, hepimizin sıklıkla karşılaştığı ve yorulduğu durumlar tam da “post-truth dönem”den geçtiğimizi gösteriyor. Bu bağlamda Yalın Alpay’ın kitabı hem ülkemizde hem de dünyada yaşadıklarımızı/yaşananları, karşılaştıklarımızı, bir eş deyişle, olup biteni anlayarak temellendirmemizi sağlamaktadır.
Betül Çotuksöken hocamızın Antropontoloji ya da İnsan-Varlıkbilgisi’ni de düşünecek olduğumuzda, insan “arada olan varlıktır”. İşte! Bu “arada olmak”lığı aynı zamanda durumlar karşısında duruşları sergilemesinde yatar. Günümüzde insan, sorumluluğu karşısındakine atıp mağduru oynayarak, yanlış kanıtları, bilgi eksikliği, hırslarıyla, manipülasyon isteğiyle, o “arada olmaklığı”yla post-truth zamanların oyuncusu haline gelip rolünü oynamaktadır…
Yalın Alpay, Yalanın Siyaseti, Destek Yayınları, 183 sayfa.