Günümüz modern insanı Chris McCandless olabilir mi?

Yabana-Doğru

Yabana Doğru

JON KRAUKER

çev. Taylan Taftaf Siren Yayınları 2019 255 s.

Kitap ve film, toplumun koyduğu tüm kurallara bireysel bir başkaldırı göstererek hayatın kendisine sunduğu çok iyi imkânları bırakıp 22 yaşında Alaska’ya doğru yolculuğa çıkan Christopher McCandless’ın öyküsünü anlatır. Chris’in yaptığı kahramanlık mıydı, yoksa gerçekten intihar mı peki? Bu soru konuyu bilenler için hâlâ bir bilmece...

BURAK SOYER

İnsan ruhundaki manevi anlamdaki ‘arayış’ ve ‘kaçış’ kavramları arasında çok ince bir çizgi vardır. Aslında biri diğerine diğeri de ötekine çıkar. İnsan her şeyi aradığı gibi her şeyden de kaçabilir. İş, aşk, mutluluk, mutsuzluk, doyumsuzluk… Belki de anahtar kelime doyumsuzluk. Manevi anlamda elbette. Karın açlığı değil. Zaten insan ömrü doyumsuzluğunu gidermek için yaptığı ‘arayış’ ve ‘kaçış’ yolculuğundan başka nedir ki?

Tarih boyunca insanoğlu hep kaçmıştır hep aramıştır. Kendine bu yolda seçtiğini düşündüğü amaç hep nefs köreltme olmuştur. Keşişler, çileciler bu geleneğin en eski temsilcisi olmuşlardır. Bir parça kıyafet, sırtlarında azık, çileyle dolu bir yaşamla ruhani açlığı gidermek için yollara dökülmüşlerdir. Artık devran değişti elbette. Žižek’in deyimiyle ‘dijital barbarlık’ dört bir yanımızı kuşatmış durumda. Kafamızı çevirdiğimizde gördüğümüz her şey sanal. Aldığımız like’lar mevduat hesabımızdan daha değerli. Duygular gözlerimizde değil parmaklarımızla dokunduğumuz emojilerin ucunda. Artık birisine kalbimizi değil WiFi’ımızı açıyoruz…

Yazıya konu olan 1996 yılında Jon Krakauer tarafından yazılan Yabana Doğru kitabı. Bizde daha çok Sean Penn’in göz alıcı çekimleriyle büyüleyen filmiyle bilinir. Pearl Jam’in vokalisti Eddie Wedder’ın muhteşem müzikleriyle eşlik ettiği film En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu dalında Oscar’a aday olmuştu.

Kitap toplumun koyduğu tüm kurallara bireysel bir başkaldırı göstererek hayatın kendisine sunduğu çok iyi imkânları bırakıp 22 yaşında Alaska’ya doğru yolculuğa çıkan Christopher McCandless’ın öyküsünü anlatır. Amerika’da sağlam bir mesleği olan dediğim dedik ketum bir babaya, onunla aynı düzeye sahip olmasa da ‘normal’ bir anneye sahip olan Chris, üniversiteyi yüksek not ortalamasıyla bitirir. Bir kız arkadaşı vardır ve onunla evlenecektir. Her şeyin standart gittiği bu hayatta Chris çocukluğundan beri biriktirdiği duyguları, Tolstoy’un kendine seçtiği çileci yaşam biçimini kılavuz görerek tüm bu düz çizgide giden hayattan vazgeçip ruhunu ve bedenini vahşi yaşama sunup ‘eti senin kemiği benim’ diyerek yollara düşer. Bankadaki 24.000 dolarını açlıkla savaşan bir hayır kurumuna bağışlar. En sevdiği arabasını çölün ortasında bırakır. Benzinlikten çaldığı işe yaramaz bir harita haricinde yanında ne bir pusula vardır ne de Alaska’da kendisini bekleyen yaşam için kritik olan materyalleri. Çıplaktır vahşi doğaya karşı. Doğa da ona karşı hep olduğu gibi çıplaktır ama Chris deplasmandadır en nihayetinde. Otostoplarla, kanoyla, yürüyerek alınan yollar en nihayetinde onu gitmek istediği yere götürür. Artık takma bir ismi de vardır: Alex Süperberduş. Yolculuk esnasında izbe kasabalardan arkadaşlar edinir, onlarla yer, içer, sarhoş olur. Bu yolculukta karşılaştığı kimse onun bu kadar tedbirsiz şekilde Alaska’ya gitmek istemesine bir anlam veremez. Çoğu kişi onu gideceğe yere ya da yakınına kadar bırakır, ama kimse bu ‘zeki, tatlı, idealist’ adamın böyle bir çılgınlığı gerçekten yapacağına inanmaz. En nihayetinde Chris’in rüyası gerçek olur, fakat rüya 4 ay sürer. Nihayetinde Chris’in cesedi bir çift tarafından kuytu bir yerde çürümüş bir otobüsün içinde bulunur. 1990’ların başında Outsider dergisinde çalışan, kendisi de bir dağcı olan yazar Jon Krakauer’in önüne Christopher McCandless’ın haberi düştüğünde dergi için bunun hikâyesini kaleme alır. Ancak konu fazlasıyla ilgisini çeker ve Krakauer olayın perde arkasını anlamak için yollara düşer. Sonunda da uzun araştırmalar sonucu bu kitap ortaya çıkar.

Jon Krakauer’a dergideki yazısından sonra konuyla ilgili çok farklı tepkiler gelir. Kimisi Chris’in idealleri uğruna gösterdiği cesareti kutsar. Onu bir kahraman olarak görür. Kendilerinin yapamadığını Chris yapmıştır, ‘helal olsun’ derler. Hatta Chris’i bir keresinde otostop çekerken arabasına alan, eşinin ölümünden sonra 40 yıl ağzına içki sürmeyen, eski alkolik, düzenli olarak kiliseye giden 80 yaşındaki bir adam, Chris’in ölüm haberini alınca marketten bir şişe viski alıp içmeye başlar ve ateist olur.

Kimisi de onu ‘şımarık’, ‘aklı uyuşturucudan kaymış bir züppe’ olarak görür. İkinci şıkta yer alanlar için 20’li yaşlarının başındaki bu genç adamın hiçbir bilgisi ve tecrübesi olmadan, hiçbir tedbir almadan böyle bir şeye kalkışması düpedüz intihardır. Chris’in yaptığı kahramanlık mıydı, yoksa gerçekten intihar mı peki? Bu soru konuyu bilenler için hâlâ bir paradoks. Ancak herkesin yorumu kendine deyip başlıktaki soruyu sorarak devam edelim: Günümüz ‘modern insan’ı Chris McCandless olabilir mi?

2000’lerin ilk yarısının sonuna gelindiğinde tüm dünyada olduğu gibi  bizde de bir Ferrari’sini Satan Bilge  furyası başlamıştı. Tabii bu kitapla Yabana Doğru’nun alakası yok ama üst başlık yine aynıydı: Arayış ve kaçış. Ferrari’sini Satan Bilge ortalığı kasıp kavururken gazetelerin hafta sonu ekleri ‘Türkiye’nin Ferrari’sini Satan Bilgeleri’ başlıklı, yoğun ilgi gören çarşaf çarşaf haberler yayınlamıştı. “CEO’ydu, işi bırakıp köyde domates yetiştirmeye başladı” biçiminde yayınlanan bu tür haberlerin özneleri çoluk çocuk, bağ bahçe, kedi köpek yemyeşil arazinin ortasına kondurulmuş ortama göre hayli lükse kaçan evlerinin bahçesinde bembeyaz dişleriyle objektiflere poz veriyordu. Bu ‘doğaya sığınma’ olayı her yıl katlanarak arttı. Üstelik öyle 50’sinde emekliliği gelmiş insanlar değil 40’larına gelmeyenler yeşille mavinin buluştuğu yerde soluğu almaya başladı. Modern hayattan sıkılmış insanla doğa ilişkisinde kahramanlar değişebilir fakat konu hep aynı kalır. Net.

Burada kritik bir soru yatıyor: Chirs McCandless bundan 30 yıl önce ailesini, arabasını, parasını, geleceğini bırakıp hatta yakıp (çöle ulaştığında cebindeki son parayı da yakmıştı) içsel bir yolculuğa çıktı. 12 kilo ancak gelen sırt çantasından ve dandik ayakkabılarından başka bir şeyi yoktu. Bir de avlanmak ve korunmak için vahşi hayvanları öldürmeyi bırakın daha da azgınlaşmasına sebep olacak işe yaramaz bir tüfeği vardı. Peki günümüz ‘modern insanı’ doğaya gerçekten kendi hayatının lüksüne, toplumsal normlara, devletin kurallarına baş kaldırmak için mi kaçıyor yoksa daha rahat yaşamak için mi? ‘İlla çırılçıplak mı gitmek gerekiyor? İnsan çok bunalmış olamaz mı?’ Doğru bir soru. Ama cevap belli: Elbette rahat yaşamak için. Çünkü ‘modern insan’ın daha rahat yaşamak dışında bir ideali yok. Hep daha iyi bir telefon, daha iyi bir araba, daha iyi bir ev, daha iyi daha iyi... ‘Modern insan’ çiçeğe böceğe idealist bir kaçış istemiyor. Zira içinde yaşadığı lüksü de yanında götürüyor. Dağın başında interneti var. Köye alışverişe 4x4 cipiyle gidiyor. Üzerinde oturduğu arazi, içinde yaşadığı ev tapulu malı. Evini, metropolde çalıştığı plazaya çevirebiliyor. ‘Evden çalışıyor’. Yani mekân dışında ‘modern insan’ın hayatındaki bu kaçışında değişen bir şey olmuyor. Ama her nasılsa etiketin üzerinde idealizm yazıyor.

Chris McCandless bir kahraman mıydı bir salak mıydı bilinmez ama en azından sahtekâr değildi.