Kırık suretler, gölgede kalmış kitaplar

Erol-Üyepazarcı

Unutulanlar, Hiç Bilinmeyenler ve Bilinmek İstemeyenler

EROL ÜYEPAZARCI

Oğlak Yayınları 2019 iki cilt, 1019 s.

İki ciltlik araştırmada, Türkiye’de popüler romanın 1875 ile 1975 arasındaki yıllardaki gelişimini okuyoruz. Yazar, yüz yıllık süreci 1875 - 1908, 1908 - 1928, 1928 - 1950 ve 1950 sonrası olarak dört bölümde inceliyor. Her dönemin özellikleri kısaca belirtildikten sonra o dönemde eser veren yazarlar tanıtılıyor. İki ciltte yüze yakın yazarın ve eserlerinin tanıtıldığını görüyoruz. Bunu yaparken “ansiklopedilerde ve biyografi kitaplarında hiç geçmeyen ve bugün hiç bilinmeyen” yazarlar da ihmal edilmemiş.

AHMET EKEN

Son yıllarda unutulan, hiç bilinmeyen, bilinmek istenmeyen, pek çoğunun eseri gazete ve dergi sayfalarında kalmış veya kitaplarının ikinci bir baskısı yapılmamış bazı yazarların yeniden gün yüzüne çıktığını, eserlerinin farklı bakışlarla değerlendirildiklerini görüyoruz. Tanzimat’la başlayan yeni edebiyat ve kültür tarihimiz içerisindeki yerleri incelenip, tartışılıyor.

İşte bu süreçte, geçtiğimiz günlerde yayımlanan Erol Üyepazarcı’nın araştırması, edebiyat ve kültür tarihimizin sandık odasının önemli bir bölümünü derli toplu şekilde önümüze getiriyor. Önsözde amacını şöyle ifade ediyor yazar:

“Popüler roman ve romancılar hakkında bir kitap yazmayı (…) iki nedenle yapmak istiyordum. İlk nedenim, çoğu, dönemimizde adı unutulan ama popüler romanı aşağılamak söz konusu olunca adları anılan, birçoğu ise döneminde çok okunup bugün hiç bilinmeyen, aşağılamak için bile adları anılmayan, bir bölümü de popüler roman yazdıklarında takma ad kullanan yazarların, bu ilgisizliği ve aşağılanmayı hak etmediklerini düşünmemden geliyordu. Onun için kitabımın adını Unutulanlar, Hiç Bilinmeyenler ve Bilinmek İstemeyenler koydum.”

İkinci nedeni ise, muhtemelen pek çok yayıncı, yazar ve okurun düşünmediği ama yazarın, “sevilip okundukları dönemi anlamak açısından taşıdığı öneme inanması ve bu romanların edebiyat eleştirmenleri kadar toplumbilimciler için de zengin bir malzeme kaynağı olması.” Yazıldıkları dönemin değer yargılarını, maddi kültür beğenilerini, dönemin yaşamıyla ilgili pek çok bilgiyi, belki de daha önce gözden kaçmış pek çok ipucuyla birlikte sergilemeleri.  

İki ciltlik araştırmada, Türkiye’de popüler romanın 1875 ile 1975 arasındaki yıllardaki gelişimini okuyoruz. Yazar, yüz yıllık süreci 1875 - 1908, 1908 - 1928, 1928 - 1950 ve 1950 sonrası olarak dört bölümde inceliyor. Her dönemin özellikleri kısaca belirtildikten sonra o dönemde eser veren yazarlar tanıtılıyor. İki ciltte yüze yakın yazarın ve eserlerinin tanıtıldığını görüyoruz. Bunu yaparken “ansiklopedilerde ve biyografi kitaplarında hiç geçmeyen ve bugün hiç bilinmeyen” yazarlar da ihmal edilmemiş. Üyepazarcı, kendi deyişiyle “edebiyat arkeolojisi” yaparak, o dönemle ilgili kitapları ve anıları gözden geçirerek derlediği “bilgi kırıntılarını” bir araya getirmiş. Okurken bazen adını hiç duymadığımız yazarlara rastlıyoruz, “bu da kimmiş?” diye soruyoruz kendimize. Ayrıca Üyepazarcı çalışmasına 1875 - 1928 yılları arasında yayımlanmış bütün çeviri ve telif romanların bir listesini de eklemiş.  “İlk kez hazırlandığını” düşündüğü bu listenin “tam ve eksiksiz” olduğunu iddia etmiyor, ancak bunun yayımlanmış ve tefrika edilmiş romanların niteliği hakkında bize bilgi vereceğini ve o günkü okur profilini anlamamıza yardımcı olacağını ifade ediyor.

Çalışmanın yazarların tanıtıldığı bölümlerine geçmeden önce, “Popüler Kültür”, “Popüler Roman”, “Popüler Romanın Tarihi Gelişimi ve Tefrika Roman Olgusu” hakkında ileri sürülen görüşleri aktarıp tartışan Üyepazarcı, popüler romanın niteliklerini şu şekilde sıralıyor:

“Bir romanı popüler roman kategorisine sokan (…) kanımızca üç ana kanıt vardır. Tıpkı diğer popüler kültür ürünlerinde olduğu gibi popüler roman da ‘büyük  kitleler tarafından tanınan, beğenilen ve tüketilen’ bir ürün olmalıdır. Üretildiği zaman kesitinde, deyim yerindeyse moda olup belirli bir ilgiye konu olduktan sonra unutulan ve yerine başkalarının ikâme olduğu bir yapıt olmalıdır (…) yani ‘kanonlar’ gibi hep yaşayacak ve okunacak nitelikte olmayacaklardır. Büyük  kitlelerce beğenilmek için yazıldığı dönemin okuyucusunun  ilgi alanına giren, ona çekici gelen bir kurgu ve konu da popüler romanın bir ayırt edici niteliğidir. ”

19. yüzyılın ikinci yarısında doğan popüler romanın kısa sürede yaygınlaşmasının en önemli nedenlerinden biri, daha sonra kitaplaşsa bile önce gazete veya dergilerde yayımlanması olmuştur. Gazetelerin okur sayısını çoğaltan, okuyucunun keyif ve merakına hitap eden, yazarına az veya çok para kazandıran tefrika romanın ilk kez Fransa’da, ardından İngiltere ve ABD’de görüldüğünü belirten Üyepazarcı, tefrika romanın 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Kıta Avrupa’sında hızla yayıldığını ifade ediyor.

Bizde ise tefrika olayı Agâh Efendi’nin çıkardığı Tercümân-ı Ahval gazetesinin Şinasi’nin Şair Evlenmesi oyununu yayımlamasıyla başlıyor.

Avrupa’da pek görülmeyen oyun tefrikasıyla başlayan “tefrika” serüvenimiz, yine Avrupa’dan farklı olarak daha uzun sürüyor. 1960’lara gelindiğinde Batı ülkelerinde unutulmuş olan tefrika roman, buralarda en az bir yirmi yıl daha devam ediyor.

Üstelik tefrika roman gazetelere has değil: Sadece ve sadece roman yayımlamak üzere neşredilen tefrika dergilerin ilk örnekleri 18. yüzyıldan başlayarak İngiltere’de, daha sonra da ABD’de görülüyor. Bu yayınların Türkiye’deki örnekleri, II. Meşrutiyet’in ilanını takiben sansürün kaldırılmasından sonraki dönemde hızla çoğalıyor. Üyepazarcı, “bu dergilerin hepsi polisiye kurguludur,” diyor, “okuyucu katında ilgi bulması yerli yazarları da etkileyecek ve izleyecek yıllarda, periyodik tefrika dergisi formatında pek çok yerli polisiye boy gösterecektir.” Bu tür dergilerin yayımı 1950’lerin ortalarına kadar sürüyor.

Süreli yayınlarda tefrika edilen romanlara tekrar dönelim biz: Türkiye’de tefrika edilen ilk roman Victor Hugo’nun ünlü Sefiller romanı. 1862 yılı Nisan ayında Paris’te ilk kez yayımlanan roman 8 Ekim - 8 Kasım 1862 tarihleri arasında Ceride-i Havadis gazetesinde, “Mağdurun Hikâyesi” adıyla tefrika ediliyor, yani eser çıktıktan üç ay sonra Türkçeye çevrilmiş. 1862’de başlayan tefrika roman serüveni ileriki yıllarda devam edecek, telif ve çeviri pek çok roman dönemin gazete ve dergilerinde tefrika edilecektir. Ancak ilk on yılın ayırıcı özelliği, tefrikaların hepsinin yabancı dilden çevrilmesi, telif tefrika roman olmamasıdır.

İlk Türkçe telif roman kabul edilen Şemsettin Sami’nin Taaşşûk-ı Tal’at  ve Fitnat adlı eseri aynı zamanda tefrika edilen ilk telif roman olacaktır. Tefrika Kasım 1872-Temmuz 1873 tarihleri arasında Hadîka gazetesinde yayımlanır. Ancak 1860-1908 döneminde telif romanların sayısı çeviri romanlara göre epey azdır. Üyepazarcı’ya göre:

“Bu çeviri romanların okuyucuda alışkanlık oluşturan konu, duygu, anlayış ve fikirleri ile geleneksel kültürümüzün ürünleri olan halk hikâyeciliği, meddahlık ve karagöz gibi temaşa sanatımızın birleşmesi Türk popüler romancılığının genel karakterini oluşturacaktır.”

Özellikle Fransız popüler romanlarından etkilenen melodram ağırlıklı bu yapıtlarda heyecanlı ve meraklı olaylar birbirini izler, büyük bölümü aşk hikâyeleridir. Sonunun mutlu veya mutsuz bitmesi durumu değiştirmez: Kötüler mutlaka lâyık olduklarını bulurlar. Bir başka yanları Doğu - Batı kültür zıtlığını ve Batılılaşmanın ortaya çıkardığı sorunları işlemeleridir. Geleneksel ahlâki değerlerden kopmak mutlaka eleştirilir. Yine bu dönemde Batı tefrika romanlarında görülen polisiye kurgulu eserler yazılmaya başlar. Ahmed Mithat ilk Türk polisiye romanı Esrâr-ı Cinayât’ı ile türün ilk örneğini verir. Özellikle 1897 Türk-Yunan Savaşı sonrası popüler roman yazarlarının önemli bir bölümü savaşla ilgili hamaset, yurtseverlik ve kahramanlık romanları yazmaya başlar. Büyük ilgi görürler.  

Türkçe popüler romanların genel özelliklerini bu şekilde tespit eden Erol Üyepazarcı, bu türün olumlu yanlarını da belirtiyor:

“Olumlu ilk olgu ülke çapında bir ‘roman okuyucu’ kitlesinin yaratılmasındaki etkisidir. Halk hikâyeleri ya da mesneviler gibi geleneksel türlerden Batı tarzı romana geçmenin geniş kitlelerce kabul görmesinde ‘popüler roman’ yazarlarının olumlu etkisi inkâr edilemez. Okuyucunun merakını çeken ve onun ilgisini sürekli olarak devam ettirebilen niteliğiyle popüler roman o dönemin okuyucularında roman kavramının oluşmasında ve roman okuyup sevmelerinde başlıca etken olmuştur.”

Bir başka katkısı ise, “özellikle Ahmed Mithat Efendi ve Hüseyin Rahmi’nin eserlerinde simgeleşen, okuyucuya meraklı bir olay kurgusu içinde onu aydınlatacak, kültürünü arttıracak şekilde bilgiler” vermesidir. Yazarlar okuyucuyla sanki yüz yüzeymiş gibi konuşurlar.

“Ahmed Mithat örneğinde olduğu gibi Ey Kâri başlığıyla romanı bir yerde kesip gerekli gördükleri bilgileri okuyuculara verirler ve sonra romana kaldıkları yerden devam ederler. Verdikleri bilgiler genellikle gereklidir ve büyük bölümü okuyucuların bilmediği hususları içerir. Bunları ders kitaplarında ya da makalelerde vermekten daha etkili olan bu anlatım şekli o dönemin popüler roman okuyucularının aydınlatılmasında büyük rol oynamıştır.”

Çalışmanın ilerleyen sayfalarında yazarlarla tanışmaya başlıyoruz… Üyepazarcı ilk olarak Ahmed Mithat Efendi’yi inceliyor, ardından Mustafa Reşit, Mehmed Celal, Hüseyin Rahmi… Birinci cildin son yazarı Rakım Çalapala. İkinci cilt ise okurken ağlatan ama sonu mutlu biten romanların yazarı Mebrure Sami Alevok’un tanıtılmasıyla başlıyor ve Sadri Etem Ertem, Ziya Şakir, Reşat Enis Aygen… gibi bir zamanların ünlü yazarlarıyla devam ediyor. Bu cildin son yazarı Barbaros Baykara. Bir yüzyıl boyunca, okuyucu bazen ağlatan, bazen mesut eden, heyecanlandıran, korkutan, meraklara gark eden yüz civarında yazar. Türk popüler romanının bazıları unutulmuş, bazılarıysa unutulmamış mimarları. Yakın dönemin bazı popüler yazarlarının nasıl unutuşa terk edildiği ise okuru hayretler içinde bırakabilir.

Üyepazarcı, meraklı okuyucu için daha önce örneğini görmediğimiz vazgeçilmez bir eser hazırlamış.