MEHMET KURT
İletişim Yayınları
7 Haziran seçimlerinin ardından yaşananlar “Hizbullah nerede biter, Hüda Par nerede başlar” sorularının ne kadar güncel olduğunu bir kez daha ve dehşetle hatırlattı. Bu ülkenin geleceğinin gerçeklerinden birisi olarak Hizbullah’ı anlamak için Mehmet Kurt’un Türkiye’de Hizbullah kitabından başlamak, doğru bir ufukta yelken açmak anlamına gelecek.
Son yılların en önde gelen tartışma başlıklarından birisi kuşkusuz İslam ve terör/ şiddet. Ancak meselenin yalnızca bir tartışma konusu olmadığı, aynı zamanda yeni hegemonya mücadelesinin zihni ve fiili cephaneliklerinden birisini oluşturduğu açık. Yani Müslümanların yaşadıkları hemen her yerde yaşanan irili ufaklı çatışmalarda, yüzbinlerce insanın ölümüne yol açan savaşlarda, tarihte eşine ender rastlanır barbarlıkların bakıp baş çevirecek sıradanlıklara dönüştüğü yıkımlarda öyle ya da böyle İslam dinine bir gönderme bulunmakta. Kan donduran şiddetin ve barbarlığın İslam’a dayandırılmasına İslam içinden yükselen itirazların yanında, bu hareketlerin varlıklarını sürdürmelerine ve etkinlik alanlarını genişletmelerine şimdilik yeter düzeyde bir desteğe sahip oldukları da görülüyor. IŞİD, El Nusra gibi El Kaide türevi nevzuhur terör hareketleri bir yana İslam ve şiddet başlığının bu topraklardaki en önemli temsilcisi kuşkusuz Hizbullah.
Türkiye tarihinin en karanlık yılları olan 1990’larda Batman ve Diyarbakır başta olmak üzere özellikle Kürt illerinde, daha nadir olmak üzere bütün ülkede dehşet salan bir yapı olarak Hizbullah üzerine bilinenler her zaman son derece sınırlı oldu. Konuyla ilişkili çalışmalarda, değinmelerde bilinemezliğin, Hizbullah’ın son derece katı gizlilik kurallarıyla çalışmasıyla bağlantılı olduğu üzerinde sıkça duruldu. Bunun yanında Hizbullah’ın alenen, sokak ortasında yaptığı infazların, işlediği cinayetlerin görünür faillerinin bir anda görünmezleşmesinin, başta JİTEM olmak üzere ortak iş tutulan devlet yapılarının marifeti olduğu söylenmelidir. Bilinemezliğin bir diğer nedeninin de, Hizbullah’ı bilmenin ve bildirmenin, (bu işe girişen gazeteci Hafız Akdemir’in ve faili meçhul cinayetleri araştıran Mehmet Sincar’ın öldürülmeleri bu konuda yeterince açıklayıcı olabilir) Hizbullah dehşetinin hedefi olmaya yol açması ihtimali dolayısıyla uzak durma çabası olduğu söylenebilir.
Bu bilinemezliğin 17 Ocak 2000 günü yapılan, örgüt lideri Hüseyin Velioğlu’nun öldürülmesi ve Hizbullah arşivinin ele geçirilmesiyle sonuçlanan Beykoz operasyonu ile bir parça kırıldığı; 2003 yılı itibarıyla girilen yeniden yapılanma süreciyle epeyce zayıfladığı görülmektedir. Özellikle yeniden yapılanma sürecinden sonra Hizbullah türevi yapıların (Mustazaflar Derneği’nden Hüda Par’a kadar) yazılı- görsel basını kullanmaya başlamaları, kendileri hakkında yazılı ürünler ortaya koymaları, ve yine kendileri hakkında önemli bir bilgi kaynağı olan edebiyat, müzik vesaire alanlarında ürün çıkarmaları Hizbullah’ın bilinebilirliğini artırdı. Bunların yanında gazetelerde de Hizbullah türevi yapılara dair daha fazla veriye ulaşmak mümkün hale geldi. Ve tabi ki siyasal İslam hakkında ufuk açıcı çalışmalara imza atan Ruşen Çakır’ın Derin Hizbullah kitabı bu konuda önemli bir boşluğu doldurdu.
Hizbullah hakkında sahih bilgiye biraz daha yakınlaşmaya vesile olan yeni bir kitap çıktı bir süre önce. Bingöl Üniversitesi öğretim üyesi Mehmet Kurt’un Türkiye’de Hizbullah adlı çalışmasından söz ediyorum. Yazarın akademisyen olması üsluba dair bazı ‘acaba’ları çağrıştırıyor olsa da, oldukça çetrefil bir konunun son derece rahat okunan bir esere dönüşmesinin örneği olmuş çalışma. Mehmet Kurt, İmam Hatipli ve üniversitede ilahiyat okumuş. Lisansüstü ve doktorada sosyoloji eğitimi alıp misafir olarak antropoloji alanında araştırmalarda bulunmuş. Dolayısıyla da bütün bu alanlardaki birikimi Hizbullah’ı anlama ve anlatma çabasında etkili olmuş. Şu ifadeler Kurt’un çalışmada uyguladığı yönteme ve yaklaşıma dair: “Bugün sayısı yüzbinlere varan tabanıyla Hizbullah, bir sosyal hareketti ve şiddet anlatısını aşan boyutlarıyla din ve siyaset sosyolojisi, devlet antropolojisi, toplumsal bellek çalışmaları, söylem analizi ve görsel antropoloji açısından incelenmeliydi.”
Hizbullah ve türevi örgütler üzerine yapılan çalışmalarda çok az yer bulan, yer bulduğunda da genel olarak dehşet öznesi olarak görünürleşen Hizbullah mensuplarını etten, kemikten insanlar olarak sunması kitabın ilk göze çarpan yanı. Uyuşturucu bağımlılarının, liselilerin, aylak gençlerin, daha iyi eğitim aldıracak paraya sahip olmayan anne babaların yatılı İmam Hatiplere gönderdiği çocukların militana, birer dehşet öznesine dönüşmesinin hikâyesini, yaşayanların tanıklığıyla anlatıyor Kurt. Teolojik referanslarıyla, sosyal, siyasal gerekçeleriyle birlikte Hizbullahçı profilini tarif ederken, “Hizbullah’ta grup aidiyeti gündelik yaşamın kontrolü ve düzenlenmesi aracılığıyla sağlanmaktadır” tespitiyle de Hizbullahçılığın yeniden üretildiği ortama ışık tutuyor.
Mardin İmam Hatip Lisesi’nde parasız yatılı okurken kendisi de Hizbullah’ın tehdidine maruz kalan Mehmet Kurt’un Hizbullah’ın Vahdet, Menzil gibi İslamcı hareketleri nasıl yok ettiğine, PKK ile çatışmalarına, seçtiği hedeflerin stratejik anlamlarına dair yaptığı çözümlemeler konuyla bir parça ilgili olanların hafızalarını tazelerken, Hizbullah’tan ayrılan kişilerin uzun yıllar sonrasında bile nasıl bir korku ile yaşadıklarına dair aktardıkları konunun farklı bir boyutunu gündeme getiriyor.
Hizbullah’ın Kürtlük, Kürtçülük, PKK gibi konulardaki tutumunun yer aldığı sayfaların aynı zamanda Hizbullah ile devlet ilişkisinin tartışıldığı sayfalar olması elbette tesadüf değil. Bu konular belki de Hizbullah hakkında en çok spekülasyona yol açan, üzerinde en çok tartışma yürütülen konular. Bu noktayı açığa çıkaracak olan temel malzeme Beykoz operasyonu sonrasında, dört ayrı kentte ele geçirilen Hizbullah arşivleri. Kurt’un da birkaç yerde üzerinde durduğu arşivlerin hâlen açıklanmamış olması, devletin en azından göz yummasına, yol vermesine mazhar olduğu kesin olan Hizbullah’ın devlet ile daha derin bağlarının olduğu spekülasyonuna cevaz vermekte. Bu cevazı sürekli tazeleyen uğursuz tesadüflerse cabası…
Yazılı metinlerin, müzik parçalarının ve görsel malzemelerin analizinin çalışmayı yalnızca zenginleştirmekle kalmadığı, Hizbullah’ı deşifre etme, anlama ve bir bağlama oturtma noktasında önemli imkânlar sunduğu açık. Eylemin zamanından eyleme biçimine, satırla ya da tek kurşunla katletmeden domuz bağıyla bağlayıp canlı canlı gömmeye, işkenceli sorgulardan herkesi herkesin ajanı yapan güvenlik takıntısına kadar her hareketin bir anlamının olduğu Kurt’un analizleriyle daha da net anlaşılmakta.
Hizbullah’ın alamet-i farikası haline gelmiş bulunan şiddete dair Kurt şu belirlemeyi yapıyor: “Hizbullah özelinde şiddet, kontrol edilemez, beklenmedik zamanlarda ortaya çıkan ve herhangi bir amacı olmayan bir süreç değildir. Aksine oldukça sistematik ve stratejik bir süreç izleyen şiddet, ilk olarak şiddeti meşrulaştırıcı bir dilin inşası şeklinde ortaya çıkmakta, müsalaha araçlarının devreye girdiği bir ara dönem yaşandıktan sonra fiili şiddete dönüşmektedir. Hizbullah’ın dâhil olduğu/ başvurduğu şekliyle şiddet, tıpkı bir STK, siyasal parti veya yayıncılık faaliyeti gibi araçsal bir göstergedir.”
7 Haziran seçimlerinin ardından Hüda Par’la bağlantılı bir derneğin başkanının öldürülmesi sonrasında– bu öldürme eyleminin açık bir provokasyon olduğu üzerinde hemen herkes hemfikir iken- Diyarbakır sokaklarında uzun namlulu otomatik silahlarla etrafı tarayıp insanları öldüren topluluk, “Hizbullah nerede biter, Hüda Par nerede başlar” sorularının ne kadar güncel olduğunu bir kez daha ve dehşetle hatırlattı. Yalnızca bu hatırlatma bile, bu ülkenin geleceğinin gerçeklerinden birisi olarak Hizbullah’ı anlamayı gerekli ve hatta zorunlu kılıyor. Anlamak için ise Mehmet Kurt’un Türkiye’de Hizbullah kitabından başlamak, doğru bir ufukta yelken açmak anlamına gelecek.