İçinden cadde geçen yazar

Tek-Yön-Walter-Benjamin

Tek Yön

WALTER BENJAMIN

Çev. Tevfik Turan YKY, 2018 86 s.

Gerçek bir yolculukta geri dönüşün olmadığını anlamak için tek yönlü bir cadde bulmak ve onun üzerinde yürümek gerek. Yol üzerindeki durakların, işaretlerin, nesnelerin anlatacaklarına da kulak vererek. Walter Benjamin’le birlikte yürümenin heyecanı bu gezi rehberinde. Okudukça bunun salt bir rehber olmanın ötesine geçtiğini anlıyoruz.

OSMAN TÜMAY

1892-1940 yılları arasında yaşayan Yahudi asıllı Alman düşünür, tarihçi, eleştirmen ve yazar Walter Benjamin'in bu denemesi, birbirinden kopuk gibi görünen metin parçalarıyla örülü. Sayfaların kenarlarında alt başlıklar olmasa, kitap bir aforizmalar derlemesi gibi algılanabilir. Üstelik bu metin parçaları genellikle hizalarındaki başlıklarla ilgili gibi durmuyor. Kitabın bir planı olduğu her ne kadar önce pek belli olmuyorsa da, okudukça derinden bir izleği olduğu hissediliyor.

“Pullar büyük devletlerin çocuk odasında takdim ettikleri kartvizitleridir.

Çocuk Gulliver olmuş, pullarının ülkelerini ve halklarını görmeye çıkmış, Liliput coğrafyası ve tarihi, o küçük halk üzerine bütün bilgi, bütün sayılarıyla, isimleriyle uykusunda esinleniyor kendisine. Onların iş hayatına karışıyor, firfiri renkteki meclislerine katılıyor, gemilerinin denize indirilişini seyrediyor ve çitin ardındaki tahtlarda oturan taçlı başlarıyla birlikte jübileler kutluyor.” (s. 70, “Pulcu”)

‘Einbahnstrasse’, yani tek yönlü cadde. ‘Tek Yön’ olarak çevrilmiş. Alt başlıkları bir caddede yürürken göze çarpabilecekleri çağrıştırıyor: Benzin İstasyonu, Kahvaltı Verilir, No.113, Meksika Elçiliği, Titiz Hanımlar İçin Kuaför, Tadilat Dolayısıyla Kapalı gibi. Yukarıdaki alıntı da bir pulcu dükkânının yazara düşündürdükleri. Acemice düzenlenmiş pul albümleriyle geçen saatlerim geliverdi aklıma. En sevdiğim serinin dizili olduğu sayfaları açıp, o yıllarda toplam adedi altmış yedi olan vilayetlerimizin sokaklarında dolaşırdım. Burada anlatılan cadde nerede acaba?

Kentin, yazarın doğduğu ve 1920 ilâ 1930 yılları arasında yaşadığı Berlin olması kuvvetle olası. Caddeyi bulmak zor değil, çünkü üzerinde Meksika Elçiliği’nin olduğunu biliyoruz. Ama bir dakika; yazar ithaf sayfasında bu soruyu şu cümlesiyle yanıtlamış zaten:

Bu caddenin adı

ASJA LACIS CADDESİ

yazarda

caddeyi açan

mühendisin adı

Asja Lacis adının çözüme kavuşturmak yerine daha da karmaşıklaştırdığı soruyu başka bir perspektiften ele almalı. Her şeyden önce, tek yönde gidilebiliyor olması kısıtlamadan çok bir yönelimi çağrıştırıyor. Her adım onu uzakta, sisler içindeki bir hedefe yaklaştırırken, yola çıktığı noktayı daha da geri dönülmez kılıyor. Yoldaki uğrak noktaları da öyle, birer kerelik.

Dönüşü olmayan bu yolculukla ilgili hangi ipuçları var kitapta? Her yolculuk öyle değil midir yoksa? Yazara göre, değil. Caddenin son bölümlerinden, ‘Bira Salonu – Ayakta’:

“Şehirliler için yabancı dünyaları barındıran, sislere gömülü bir uzaktan gemicilerin haberi yoktur. Her şehirde ilk olarak kendini kabul ettiren şey gemideki nöbet, sonra Alman birası, İngiliz tıraş sabunu ve Hollanda tütünüdür. Endüstrinin uluslararası standardı onlar için kemiklerine işleyecek ölçüde somuttur; palmiyelere, buzdağlarına aldanmazlar. Denizci yakını “yemiş bitirmiştir”, ona artık ancak en kesin çizgilerle ayrılmış nüanslar bir şey söyleyebilmektedir. Ülkeleri binalarını yapış biçimlerine veya arazinin dekoruna göre olmaktan çok, balıklarını pişirişlerine göre ayırt edebilir. (…) hafif tayfalar, ateşçiler, nakliyat halindeki emekleri gemi karinasında malla dokunuşum içinde olan insanlar için kesişen limanlar yurt bile değil, beşiktir. Ve insan onlara kulak verince farkına varır, yolculukta ne menem bir yalanın gizli olduğunun.”  (s. 79-80)

Demek ki her yolculuk gerçeğe götürmez. Caddede tek yönde ilerleyenle tayfalar farklı nitelikte yolculardır. Tekrarlana tekrarlana biteviyeleşen bir yaşam değil tek yönlü caddede yürüyeninki. Bir çekimin gücüyle, bir yerden başka bir yere, geri dönmemecesine gidişle; kanıksamanın ancak ayrıntılarla, o da bir nebze aşılabildiği bir profesyonellik arasındaki büyük fark söz konusu olan. Eğer cadde tek yönlü olmasaydı, başlangıcın ve ara durakların da birbirinden pek farkı olmayacaktı aralarında sık sık yapılacak seyrüseferler nedeniyle.

Biraz daha yakından bakalım bu yolculuğa şimdi. İlk uğrak, benzin istasyonundan:

“Edebiyat etkinliği anlam taşıyacaksa, ancak yapma ile yazmanın kesin biçimde birbirini izlemesiyle ortaya çıkacaktır; bu etkinlik eylem içindeki topluluklar üzerindeki etkisine kitabın iddialı, evrensel tavrından daha uygun düşen, pek de göze batmayan biçimlerini bildirilerde, broşürlerde, dergi yazılarında ve makalelerde kullana kullana oluşturacaktır. Görülüyor ki, şu anın gereklerine, ona etki ederek yeterli olabilen dil sadece, bu çabucak konuşabilen dildir. O dev toplumsal hayat düzeneği için görüşler makineler için yağ neyse odur; insan bir türbinin başına geçip üstüne makina yağı boca etmez, azıcık yağ püskürtür, nerede olduğunu bildiği gizli oyuklara ve aralıklara.”  (s. 11)

Edebiyatın; bir başka yolculuğun, ‘o dev toplumsal hayat düzeneği’ni oluşturma eyleminin emrine verilişi. Yazarın, Asja Lacis’in de etkisiyle gözünü Bolşevik Devrimi’ne çevirdiğini biliyoruz. Edebiyatın işlevselleştirilmesi ve buna paralel olarak, kullanılan dilin de ‘pek de göze batmayan’ bir üsluba gereksinim duyacağı bir evreye girilmiştir. İşte bu da Benjamin’in yola çıkarken cebine koyduğu rehberden.

Çocukken büyükannesinin yolladığı kartpostalların kendisinde yolculuk sevgisini ateşlediğini ve ilk yolculuklarını hayalinde yaptığını biliyoruz. Daha sonraki yıllarda İskandinavya, Moskova, Riga ve Paris'in yanı sıra, çoğu vatandaşı gibi Akdeniz'in çekimine kapılmış ve Marsilya, Napoli, Capri ve İbiza'ya gitmiş. Şehirlerin sadece geçerken ayrımına varılan alanlarında gizli öyküleri yakalamaya çalışmış gözleri ve kulakları. Doğduğu ve yıllarca yaşadığı Berlin'den kurtulmaya çabaladığını da, parasız kalınca Akdeniz'in bir adasındaki bir mağarada yaşamayı ciddi olarak düşündüğünü de günlüklerinden okuyoruz. Ama bu yolculuk farklı, çünkü bu sefer izlediği yol onun 'içinde'.

Varılan noktada, gösterilen çabanın –yolculuğun- sonucuna bakalım şimdi. Son bölümün adı, Planetaryuma Gider:

“Son savaşın kıyam gecelerinde insanlığın iskeletini saralının mutluluğuna çok benzeyen bir duygu örselemiştir. Savaşı izleyen isyanlarsa yeni gövdeyi denetim altına alma yolundaki ilk denemedir. Proletaryanın iktidarı sağlığına kavuşmasının ölçeğidir. Bu ölçeğin disiplini proletaryanın iliklerine kadar işlemezse, hiçbir pasifist akılyürütme kurtaramayacaktır onu. Canlı olan, yokoluşun sarsıntısını sadece döllemenin esrikliğinde yener.”  (s .83)

Kuşku ve endişedir yazarı yolculuğunun sonunda bekleyen; kazanımların yitirilebileceğinden ürkmektedir. İki savaş arasındaki o gergin ve uğursuz dönemi, hem de Almanya’nın giderek daha da bunaltıcı hale gelen atmosferini soluyarak yürümüştür dünyaya geldiği şehirde.

1928 yılında yayımladığı bu kitap, onun Sovyetler Birliği’nin doğuşuna tanıklık ederkenki hayranlığının değil sadece, gene o sıralarda tanıştığı Bloch, Adorno ve Brecht'in kendisinde uyandırdığı başkaldırı ve umudun da izlerini taşır. Artık biliyoruz: tüm bunların mühendisi A.Lacis’in yazarda açtığı yol onu geri dönülmez biçimde değiştirmiştir. Asja’ya sevgisi belki bu nedenle çok özeldir:

“Nasıl kuşlar ağacın gizleyen yaprakları arasında korunak ararsa, duyumlar da gölgeli kırışıklıklara, hoş bir eda taşımayan el-kol hareketlerine ve sevilen gövdenin göze çarpmayan kusurlarına sığınır, sinip gizlendikleri o yerlerde güven bulurlar. Ve geçip gidenlerden hiçbiri hayranın aşk ateşinin tam da buralarda, kusurlu köşelerde, kınanacak yerlerde yuvalandığının farkına bile varmaz.” 
(s. 19-20, “Bu Yeşil Sahanın Halkımızca Korunması Rica Olunur”)

Cadde Benjamin’i Marksizm’e, savaşa ve sonuna götürür.