ARTO PAASILINNA
Çeviri: Cenk Pamay Domingo Yayınevi
Erlend Loe’nun Doppler ve Claudio Morandini’nin yeni çevrilen Kar, Köpek, Ayak romanlarının yanına koyabileceğimiz Tavşan Yılı, şehirden bunalan insanın kaçış hikâyesini anlatıyor. Bu tür edebiyata çıkış edebiyatı diyebiliriz…
Finlandiya edebiyatının meşhur isimlerinden Arto Paasilinna’nın “Jäniksen vuosi” adlı eseri Tavşan Yılı adıyla Cenk Pamay tarafından ikinci kez Türkçeye çevrildi. Kitap, daha önce Sibel Özbudun tarafından Vatanen’in Tavşanı olarak 1991’de Türkçeye çevrilmişti. Eser, gazeteci Vatanen’in bir seyahati sırasında çarptıkları yavru tavşanı sahiplenmesi ile hayatının nasıl da kısa sürede çabucak değiştiğini, tabiri caizse zıvanadan çıktığını anlatıyor. Sonunda ise bizi bir sürpriz bekliyor. Fakat bu sürpriz, açık edildiğinde romanın okuma zevkini etkileyecek türden konuya ilişkin bir sürpriz değil. Romanı anlatan semavi ağzın, tanrı anlatıcının aslında Vatanen ile röportaj yapan başka bir gazeteci olduğunu öğreniriz. Anlatımla ilgili bu sürpriz anlatım boyunca zihnimizi işgal eden “acaba anlatıcı ne kadar muktedir bir tanrı, sınırı nereye kadar” sorularını cevaplıyor. Aynı zamanda, kitap yazıldığı dönem yoğun olarak kullanılan üstkurmaca tekniklerinden biri olarak da literatürde yerini alıyor. Hatırlayalım, Tutunamayanlar da yayıncıya bırakılan bir mektuptur.
Siyasal baskı dönemlerinde apolitik bir boşluğu değerlendiren Türkiye’de “kaçış edebiyatı” diye tanımlanan bir edebiyat var. Özellikle “80 kuşağı” edebiyatı bu şekilde değerlendiriliyor. Bu sebeple şehirden doğaya, insandan hayvana doğru kaçmayı işleyen edebiyata kaçış edebiyatı diyemiyoruz. Türkçeye çevrildiği zaman çok sevilen Norveçli Erlend Loe’nun Doppler ve İtalyan Claudio Morandini’nin yeni çevrilen Kar, Köpek, Ayak romanlarının yanına koyabileceğimiz Tavşan Yılı, şehirden bunalan insanın kaçış hikâyesini anlatıyor. Bu temayı adlandırmamız, literatür açısından faydalı olacaktır. Bu tür edebiyata çıkış edebiyatı diyebiliriz. Doppler’de ailesinden ve şehirden bunalan ve dağda bir geyikle yaşamaya başlayan, Kar, Köpek Ayak’ta ise sahipsiz bir köpeği tepedeki evine alan bir karakteri tanımıştık. Tavşan Yılı’nda ise eşinden ve işinden bıkmış Vatanen’in bir kır tavşanını yanına alarak Finlandiya’nın kırsalını gezmesinin hikâyesini okuyoruz. Bir yol hikâyesi de diyebileceğimiz roman, ülke sınırını aşarak Sovyet Rusya’da sona eriyor. Yazar, anlatısını 24 başlığa ayırmış ve her başlığa bir de isim koymuş. Birbirinden bağımsız okumanın mümkün ama zor olduğu bu başlıklar, geriye dönüş yaptığımızda anlatının tümünü gözden geçirme kolaylığı sağlıyor.
Doğaya çıkış bir arzu olarak dillendirilse bile, Tavşan Yılı’nda kesin bir doğacılık yok. Vatanen, intikam alması gerektiği yerlerde hayvanlardan intikam alıyor. Yemeğini yağmalayan kuzguna yaptıkları, evini harap eden ayının peşinde geçirdiği intikam günleri, yolda bulduğu tavşanı sahiplenen ve hayatını onun üzerine kuran Vatanen’in hayvan severliğini bize sorgulatıyor. Tavşan, hayatını uğruna tehlikelere attığı bir hayvan değil, bir simge olarak karşımıza çıkıyor. Bu da insanın karşılaştığı varlıklarla temasının kalitesini bize gösterir: Riyakârlık. Musallat olmak ve olunmak insanın hayatta davranışlarını belirleyen temel dinamiklerden biridir. Vatanen’in Leila ile ilişkisine de bu veçheden bakmak gerekiyor. Hatırlanmayan ve günlerce sarhoş geçirilen zamanların ürünüdür Leila ve o aralıkta tavşan yoktur. Vatanen, Leila’ya musallat olmuştur. O yüzden değerlidir. Tavşan musallat olamaz bir varlıktır ve o yüzden değerlidir kahramanın gözünde. Kendisinden hayatını isteyen karısı, odun isteyen züppe sarhoşlar, aptal polisler, din zehirlenmesi yaşayan kayak hocası… Bunlar dünyadan alacaklı olan, kifayetsiz, muhteris, alçak insanlardır. Emniyet amiri, Leila, Rus askerler, veteriner ise dünyaya borç ödemeye gelmiş üstün insanlardır. Musallat olamazlar.
Arto Paasilinna, okurunun elinden tutup İskandinavya’nın soğuk ikliminde iyiliğe ve güzelliğe doğru bir seyahate çıkarıyor. Kapitalizmin yapmacık imgeleriyle ve görsel saldırılarıyla boğuştuğumuz şu garip zamanın pençesinden kurtarıp bir tavşanın sonsuz devinimler yaratabilen ağzına çekiyor dikkatimizi. Yıkanmış marul ve bol su onun dil dağarcığından fırlayıp masamıza yerleşiyor. Tabii, soğuk hava insanlarına has kara mizahı kesinlikle bertaraf etmeden: “Papaz, kilisede iki tur attı; her iki turda da tavşana kurşun yağdırdı. Orta koridorda yeniden koşuştururken aniden durup sunak tablosuna baktı: Mauser mermilerinden biri, tuval bezini yırtıp geçmişti. Bu, Çarmıha Gerilmiş Mesih tablosuydu ve mermi İsa’nın diz kapağını delmişti.” Bunalım edebiyatından bıkmış okurlar için zihinleri umuda yönlendiren ferahlatıcı bu romanı tavsiye etmekten geri kalmıyorum. Fakat önce ekranlara sırtımızı dönüyoruz.