DEVRİM HORLU
İthaki Yayınları 2020 120 s.
Devrim Horlu, son senelerde ismini sıkça duyduğumuz bir şair. 1988 doğumlu, Yaşar Nabi ve Ali Rıza Ertan ödüllü. Şiirlerine pek çok dergide rastlayabiliyoruz. Bu yazıda onun Varlık Yayınları’ndan çıkan Gölgeler Çürürken ve İthaki Yayınları etiketli Taştaki Dikiş İzi kitaplarından yola çıkarak şiirini inceleyeceğiz.
Devrim Horlu kalemin gücüne inanıyor öncelikle. Genelde bu gücü; açlık grevinde olanlara, asgari maaş alıp şükretmek zorunda kalanlara, ağır işlerde çalışanlara bir ses olmak için kullanıyor. Toplumsal sorunlarla kıyısından köşesinden ilgilenen herkesin dilinde benzeri söylemler vardır elbette. “Duruş gösteriyorum”, “Eşitlik için yazıyorum” gibi birçok slogan duyarız söyleşilerde. Nasıl ki bir insanın böyle söylemleri varsa arkasında durması gerekir; böyle yazıyorum, diyenlerin de şiirine bunu geçirebilmesi gerekir aynı şekilde. Edebiyatımız zamanında halkın yapısına çokça etki etse de şimdilerde ne yazık ki atıl hâlde kalıyor. Çünkü yazanların sokakla ilişkisi içeriden değil dışarıdan kuruluyor günümüzde. Aşk şiirlerinden söz etmiyorum, toplumcu dediğimiz eserlerde bile bu böyle. Halbuki eskiden tam tersi olarak, aşk şiirlerinde bile sokak bir yer bulurdu kendine. Metin Altıok’u hatırlayalım örneğin:
“Unutulmuyor ne tuhaf dünya işleri,
Seninle bir döşekte sevişirken bile.
Düşünüyorum hüzünlü genç anneleri,
Çarşılarda, pazarda ellerinde file.”
(Soneler, I)
İşte, Devrim Horlu’nun dönemimiz için önemli olan o güçlü sesi tam burada devreye giriyor. İlk kitabı Gölgeler Çürürken’in ilk şiiri Mevsim İki Kere İki’nin “Yaz” isimli bölümünde şöyle diyor Horlu:
“Ensesi terleyen
yorgun sokak aralarında serin gölgeler
Çamaşır ipleri
Hacışakir kokusu”
Aynı tatla devam ediyor şiir:
“En güzeli
Koştuğum tüm yollarda Çingene çocukları
Evsizler
Hurdacılar
Sen”
Yine bu nahiflikte, içtenlikte dizeleri birçok şiirinde bulabiliriz Horlu’nun:
“Zaman,
yoksul köy çocuklarının,
her gün okula gitmek için geçmek zorunda olduğu
eski bir köprü gibi çürüttü kalbimi.”
(Sonu İyi Bitmeyen Başı Hiç Olmayan)
“Soğuk bir kış gecesi terk edilmiş,
sobasız bir evde yumduğumda gözümü”
(Dünyaya En Yakın Gezegen)
Şair sokaktan, çamaşır asılmış balkonlardan, Çingene çocuklarından, bir sabah yapılan menemenden bahsederek anlatıyor anlatmak istediği ne varsa. Altıok’un pazar yerlerinden bahsettiği gibi Horlu da pazar yerinde annesini kaybeden çocukların gözleriyle bakıyor yollara. Dışından bakmıyor sokağa. En içinden, en samimi mahalleden yazıyor. Değerli olan kısım ise bunu çok satan çay edebiyatı kitapları gibi değil de gerçekten bir şiir yazarak yapıyor. Gölgeler Çürürken, bütünüyle iyi kurulmuş şiirlerden oluşuyor. Tabii kitabın içinde yer yer amatörce yazılmış dizeler de var:
“Kırıldı ağaç
Tükendi orman
Dağıldı Pazar
Kaç zaman oldu üstelik
Ne gelen
Ne de giden var”
(“Bekle”)
“Şu kapının ardında bir ırmak akar
eli mahkûm
Ellerimde rüzgâr
Ceplerimde delik
Gözlerimde kum”
(Kefen Parası Niyetine Cik Cik Cik)
“Keder,
bazen yeni alınmış rugan ayakkabılar gibi
güzel durur
Ama vurur”
(Yeni Alınmış Rugan Ayakkabı)
Devrim Horlu, bazen bunun gibi kelime oyunlarına, basit ve aşırı kafiyeye dayanan dizeler kuruyor. Bu dizeler her ne kadar sokak izleğini güçlendiriyor gibi görünse de aslında okura büyük bir derinlik kaybı yaşatıyor. Edebiyat tarihimiz benzeri kelime oyunları, kafiyeler ve basit imgelerle yazmış şairlerle dolu (Özdemir Asaf, Ümit Yaşar Oğuzcan). Bu şairler şu an şiir heveslisi olanlar ya da şiiri bir duygu dökümü olarak görenler dışında okunmuyor. Böyle dizelere, şarkı sözü olmak için uygun ama dize olmak için yetersiz diyebiliriz. Yine de Gölgeler Çürürken’in şairini bunun yüzünden yerecek değiliz. Biliyoruz ki hem herkese temas edebilecek durulukta dizeler yazıp hem de bunun altın ortasını bulmak çok zor bir durum.
Kendi adıma, bu ilk kitap yayımlandığında şairinin belli bir sesi tutturduğunu ve bunun da ileri taşınabilecek, önü açık bir ses olduğunu düşünmüştüm. Sonrasında Devrim Horlu Taştaki Dikiş İzi kitabıyla geldi. Taştaki Dikiş İzi, ilk kitaptaki amatörlüklerin yerini derinliğin aldığı bir kitap olarak çıktı karşımıza. Baki Asiltürk, Haydar Ergülen’in “40 şiir ve bir…” kitabı için “Bütün iyi şairlerin yaptığı gibi tek bir şiiri yazıyor. Bir tek şiir ağacını oluşturmak için onun dallarını uzatıyor dört bir yana ve gökyüzüne” demişti. Aynı cümleleri Devrim Horlu için de kurabiliriz. Horlu, otuz iki şiirden oluşan kitabında birçok şeyden yakınıyorken özne iyi kurgulanmış bir roman kahramanı gibi sıkıca duruyor. Kitap doksanlarda çocuk olanların dilinden konuşuyor biraz da. “ağza alınmayacak insanlar” isimli şiirinde “bazı kanallar aklımızla alay ediyor” derken günümüz medyasıyla ilgili bir vurgu yapıyor, hemen ardından “ama bazı kanallar hâlâ parliament sinema kulübü” diyerek çocukluğunu güzelliyor. Önceki kitap da misketlerden, bisikletlerden bahsederek yapıyordu bunu. Aynı zamanda bütün bunları yaparken Türkçenin kusursuz kullanıldığını söylemeden geçmeyelim. Gölgeler Çürürken’e nazaran uzun dizelerle kurulan bu kitap, aksamadan işliyor.
Taştaki Dikiş İzi de sokaktan, pazar yerlerinden, henüz siftah yapmamış dükkânlardan bahsediyor. Ama burada değinilmesi gereken bir nokta var: Şair herkesin içinden yazarken herkes’ten yakınmayı da ihmal etmiyor. Toplum değişmezse toplumun içinden yazmak da zor olur çünkü. Kutuplaşmanın, dışlayıcı yargıların olduğu bir toplumda şairler var olabilir mi? Devrim Horlu, halk tarafından linç edilen mücadele önderlerini de recmedilen alimleri de biliyor ve kaleminin gücünü bunun için kullanıyor:
“kabuğumda, bana vuranların şehvetli yüzleri”
(yontuk/beş taş)
“herkes nasıl da dikiyor yarasını hayret
herkesin çatlağında usta eliyle yapılmış bir sıva
ben bir iğneye geçip sonra bir yaraya
ben bir kuma karışıp sonra çatlağa
ben nasıl, beni kim, benimle niye”
(diş izlerimle dolu rüzgâr)
“herkeste mangal gibi yürek var
herkes bıçak gibi, herkes çakı
ben de kara bir kömür taşıyorum göğsümde
dilim dilim ve oyuk
rüzgâr diş izlerimle dolu”
(diş izlerimle dolu rüzgâr)
“herkes en az iki dil biliyor ne mutlu
herkes birkaç insan, birkaç cennet, birkaç ömür
bense hep yarım ağız konuşuyorum
dilim pek dönmüyor, hem utanıyorum
bir ömrüm daha olsa sıkılırım diye düşünüyorum”
(diş izlerimle dolu rüzgar)
“ben hep kuşlardan yanaydım, hiç sizden olmadım”
(kuşlardan yana)
“herkes beni paslıyım diye
betonumdan sökmek istiyor”
(yüzü suya aşina değil öfkemin)
“herkes birbirini kınında güzel buluyor
çekilip saplanmanın tadına bakmıyor”
(kılık kıyafet yönetmeliği)
Sonuç olarak Türkiye’de bugün her şair; şiir yazmak için masaya oturduğuna arkasındaki televizyondan ya da sosyal medyadan tecavüz haberleri geliyor, hayvan katliamları anlatılıyor, yoksulluktan söz ediliyor. Bilincimize işleyen bu olayları şiirine döküyor Devrim Horlu. “bir kadını dövüyorlar seni beklediğim yerde” diyor. Bizimle gerçekten iç içe bir şiir yazıyor ve içinde bulunduğumuz korkunç dönem onu o kadar öfkelendirmiş, kırmış olacak ki “bana biraz izin verin” diyor aynı ismi taşıyan şiirinde. Şiiriyle ilgili söylenecek daha çok söz var ve buna bağlı olarak günümüzle de... Şiirinin ve sokaklarımızın yolu açık, aydınlık olsun.
•