Gerçeğin peşi sıra bir devinime sürüklenmek

levent barkaç

Sırr-ı Müphem

E. LEVENT BAKAÇ

Dipnot Yayınları

Belleğin kişilik için yadsınamaz yönleri olduğu düşünülürse, sürekli devinen dünyanın aşınıp yeniden yapılanmasına karşın kişiliğin yapı taşları birer birer solup gitmez mi? Yerine bırakılan yeni mekânların, anlaşılmaz kişiler arası ilişkiler yumaklarının orta yerinde, bir kimlik edinmek, o kimliği günden güne sürdürmek mümkün mü? Deneyimlenen, fakat tam olarak bilinemeyen, anlaşılamayan, belirli bir adla çağrılamayan şeylere bir anlam veya duygu atfetmek imkânı var mı?

CANSU EYLÜL YAPICI

Sırr-ı Müphem, E. Levent Bakaç’ın ilk kitabı ve akıcı üslubuyla birlikte başarılı bir polisiye roman. Anlatıcı bizi, kendi gözünden beyaz yakalı yorgunluğuyla deneyimlediği dünyaya; nesnelerin bolluğu, düzlüğü, saydamlığı arasında tekrarlayan bir rutinin kırılma noktasından boşanıp dağılmasına şahit ediyor. Bir sabah yatak odasının boş beyaz duvarını seyrederken tekdüzeliğinden sıkılıp “terörist olma”ya karar vererek yapıyor bunu. Önce yüzdüğü güvenli sulardan çıkacak, işini, evini bırakacak; ardından bir gizemin peşi sıra sokak sokak, insan insan dolaşacak. Lübnanlının kimliğini hiç değilse kendisine ifşa etmek için çıktığı yolculukta karşılaştığı insanların şüpheli davranışlarıyla allak bullak olmuş bir dünyaya baş aşağı baktıracak bizi.

İstanbul’da tek gün süren ama bir hayli yoğun geçen bir serüvenin ardından alıp başını Berlin’e giderken depresif, belki de distimik dedirtecek derecede kendisine ve dünyaya yabancılığını anlarken, başından geçenler “Siz de kimsiniz a dostlar!” diye seslenecek türden, yaşamın ve kendi olmanın anlamının altını oyan bakışımlı bir anlatı. Sonunda varsayımlarınızı hem onayan hem de çürüten bir ters köşeyle noktaladığı romanda mekânlar loş, insanlar da şehirler gibi karanlık ve hiçbir şey eskisi gibi değil! Yerler yerlerini başkalarına bırakmış, anlatıcı da bir çantaya geçmişini koyup şehrin önemsiz bir köşesine bıraksa, olur mu her şey istediği gibi? Peki, istediği tam olarak ne?

Metnin satır araları bizlere, şehirlerin ara sokaklarında karşılaşılan vurdumduymaz şiddet örüntülerine tıpkı komşusuna, her gün alışveriş yaptığı bakkala yabancı olduğu kadar yabancı olan birey, nasıl olsun da kendi varoluşunu bir bütün olarak duyumsasın diye sorduruyor. Birey ile toplumun birbirini olumlayacağı iletişim anlarında gerçekliğin hem varlığını hem de yokluğunu belirsizleştiriyor. Diyaloglar mesafeli, dalgacı, çapraşık; kişilerin yaşları ve zaman karmakarışık. Her şey her gün değişirken yaşamın bir ânı bir diğer ânını tamamlayamazken, kaba kuvvetin kol gezdiği kalabalıklarda, birey nasıl olacak da kendi öyküsünü bir dizgeye döküp tutarlı bir anlatıma sahip olacak?

Belleğin kişilik için yadsınamaz yönleri olduğu düşünülürse, sürekli devinen dünyanın aşınıp yeniden yapılanmasına karşın kişiliğin yapı taşları birer birer solup gitmez mi? Yerine bırakılan yeni mekânların, anlaşılmaz kişiler arası ilişkiler yumaklarının orta yerinde, bir kimlik edinmek, o kimliği günden güne sürdürmek mümkün mü? Deneyimlenen, fakat tam olarak bilinemeyen, anlaşılamayan, belirli bir adla çağrılamayan şeylere bir anlam veya duygu atfetmek imkânı var mı? Bakaç’ın sözleriyle: “Bilinciniz vasıtasıyla değerlendirmeye tabi tutamadığınız bir durumu nasıl sevebilir veya bu durumdan nasıl hoşlanmayabilirsiniz ki?” 

Bakaç, okurları beklenmedik ve sarsıcı olaylarla çevrili bir arayışın izinden götürüyor. Kesin ifadeli ve mesafeli olduğu kadar müphem bir dil takınan kimseler çevresinde geçen roman, polisiye severlere gizemli bir “Merhaba!” diyor.