“Bize gerçeği anlatmaz hikâyeler, gerçeği anlamamızı sağlarlar.”

Silah-Adası

Silah Adası

AMİTAV GHOSH

çev. Mehtap Özer İsović Timaş Yayınları Mayıs 2022 296 s.

 
 

"Tarihin, iklimin ve göçün iç içe olduğu bir roman yazmış Ghosh. Düne, bugüne, yarına dair pek çok hikâye ve motifle bir sarmal oluşturmuş. Bu sarmal aslında her gün yaşama uğraşımızı kuşatmış bir yılana benziyor. Gerçekle bağlarımızı koparan ama çelişkili bir biçimde hayatta kalmayı tek gerçek uğraş kılan bir mücadele."

ADALET ÇAVDAR

Bildiğin her yeri terk etmek ve her şeye yeniden başlamak zorunda kalsan sen de huzursuz olmaz mıydın?”

Silah Adası, s. 105

İnsanoğlu evrende sadece kendisinin varlığının biricik olduğuna ne kadar kolay inanıyor! Biricik olduğu yanılgısını beslemek için de kendisini başkalarından farklılaştıran her şeyin takıntılısı haline geliyor. Sonunda gidip kendini ırkına, diline, dinine, cinsiyetine, mezhebine hapsediyor. Ardından başlıyor bir korku. Kimi kitaplar, anlatılar her yerde yaşanan pek çok şeyin hiçbirimize o kadar uzak olmadığını düşündürüyor. Bir gün bizim yaşadığımız coğrafyada da savaş olabilir -olmuyor mu?- ve biz de kendimizi, evimizi barkımızı arkada bırakmış, yollarda, sınır kapılarında başkalarının hayatlarına dahil olacak yordamlar ararken bulabiliriz. Sadece bunu düşünmek bile kendimizi içine hapsettiğimiz konfor alanlarının dışında kalanlara karşı yükselttiğimiz duvarların anlamsızlığını görmeye yetebilir.

Dünya hızla değişiyor, bin yıllardır olduğu gibi. İnsan içinde yaşadığı evi, dünyayı kendi eliyle harap ediyor. Yangınlar, iklim krizi, depremler, sel felaketleri ve daha pek çok şey aslında bir anlık mesafemizde duruyorlar. İnsan sadece savaş yüzünden göç etmez. Yıllar içinde maalesef göreceğimiz gibi kuraklıktan ve susuzluktan da göçler yaşanacak. Aslında şu an haberlerde pek görmediğimiz kimi göçlerin sebebi de bu.

Bütün bunların edebiyatta ve sanatta yer bulması, olanın bitenin, aslında hakikatin kurguyla anlatılması ve elbette çağın açmazlarının tarif edilmesi gerekiyor. Çünkü bizler, yani yeryüzünün insanları, kendimizi ve dünyadaki yerimizi ancak böyle öğrenebiliyoruz. Amitav Ghosh yazdıklarıyla bize can kafeslerimizin zamanda ve dünyada ne türlü bir yere sıkıştığını anlatıyor ve edindiğimiz ortak deneyimi nesillere bırakıyor. Ele aldığı konu aslında tartışmaya kapalı. Bir arada yaşamayı ve yaşadığımız evrene iyi davranmayı öğrenmenin bir yolunu bulmamız lazım. Hem kendi geleceğimiz hem de çocuklarımızın gelecekleri buna bağlı.

Amitav Ghosh

Amitav Ghosh, 1956 yılında Kalkütada doğmuş. Hindistan, Bangladeş ve Sri Lankada büyümüş. Eğitimini Delhi, Oxford ve İskenderiye üniversitelerinde tamamlamış. 1990 yılında ilk romanı yayımlanan Ghoshun eserleri otuzdan fazla dile çevrilmiş, saygın pek çok ödül almış. 2018 yılında Hindistan’ın en önemli edebi nişanı olan Jnanpith Ödülü’ne layık görülmüş ve 2019da Foreign Policy tarafından “Son On Yılın Öne Çıkan Düşünürleri” arasında gösterilmiş. Gun Island orijinal adıyla 2019 yılında yayımlanan romanı Silah Adasıadıyla, geçtiğimiz günlerde Mehtap Özer İsović çevirisiyle Timaş Yayınları tarafından yayımlandı. Yazarın eserleri daha önce de dilimize çevrilerek Alfa Yayınları ve Timaş Yayınları tarafından yayımlanmıştı.

On yedinci yüzyılda hiç kimse, biz modern çağ insanlarının yaptığı gibi, bunun alt tarafı bir hikâyeolduğunu söylemezdi kesinlikle. O zamanlar insanlar hikâyelerin alışılmışın ötesinde, hatta insanın ötesinde boyutlara erişebileceğini anlamışlardı. Gerçekten önemli olan hiçbir şeyin varlığının kanıtlanamadığı varoluşumuzun en derinlerindeki gizemlere erişmenin ancak hikâyeler yoluyla mümkün olduğunu biliyorlardı – aşk ya da sadakat gibi, hatta bir yabancının veya hayvanın bakışlarını üzerimizde hissedince arkamızı dönmemizi sağlayan yetimiz gibi. Görünmez, anlaşılmaz veya sessiz varlıklar bizimle ancak hikâyeler aracılığıyla konuşabilir; geçmişin bizimle iletişim kurmasını sağlayan hikâyelerdir.” (s. 136)

Silah Adası’nın kahramanı Dinanth Datta yani Deen bir nadir kitaplar sahafı. Brooklynde kendi halinde bir hayat yaşıyor ve her yıl zamanının bir kısmını memleketi Kalkütada geçiriyor. Roman aslında macera filmlerini aratmayacak bir yolculuğu anlatıyor. Deeni bu yolculuklarından birinde bir kelime, bir çocukluk masalı ve bir Bengal efsanesi karşılıyor. Efsanenin peşine düşerek dünyanın bir ucundan diğerine gitmeye başlayan kahramanımızın yolcuğuna Piya, Tipu, Rafi ve Cinta eşlik ediyor. Romanın sayıca fazla olan ana karakterlerinin hepsinin ortak amacı Deene bu yolculuğu bir şekilde tamamlatmak. Çünkü bu yolculuk aslında Deen’in nadir insan hikâyeleri bulmasını sağlıyor. Bulduğu hikâyeler Deenin kendisine kurduğu münzevi hayata dair bakış açısını değiştirmekle kalmıyor, aynı zamanda okura da yaşadığı dünyaya karşı sorumlu olduğunu hatırlatıyor.

“İnsan nasıl bilebilirdi ki? Herhangi bir tecrübenin olasılık dahilinde olup olmadığını belirlemeye yarayan bir tür abaküs falan mı vardı bir yerlerde? Hayır, elbette hayır, çünkü açıklanamayan sonsuz sayıda şey, tesadüfen birbirlerine bağlı oldukları ihtimalinin aksi ispatlanmadan da gerçekleşebilirdi. Burada, tesadüf Tanrı gibiydi – gerçekleşmiş hiçbir şey, hiçbir olay ya da olası sonu, onun içkinliğini kanıtlayamaz ya da çürütemezdi. Ve aynı zamanda, Tanrı gibi, tesadüfler de güvence verir, güvenlik, temizlik, saflık temin ederdi. Tesadüfler için bu kadar sıklıkla tatlı’ denmesinin nedeni bu değil miydi? çünkü tesadüfler, dağlardan akarken değdiği her şeyi temizleyen tatlı bir akarsu gibi dünyaya akmaktaydı. Tesadüfe inanmayı bırakmak kader ve talihin, iblis ve şeytanların, büyü ve mucizelerin tarafına geçmek demekti – ya da, daha doğrusu, gizli güçlerin her şeye karar verdiği paranoyakların komplo evrenine.” (s.193)

Romanın yolculuk hattını kadim efsaneler ve mitler örüyor. Bir kapı diğerini açıyor ve her kapı başka bir yolculuğa açılıyor. Bugünün teknolojisiyle yaşayan insanla doğanın ani değişkenliklerini karşı karşıya getiriyor. Deen’in karşısına eriyen buzlar, taşan sular, sınırlardan geçmeye çalışan mülteciler, göç etmeye çalışan hayvanlar çıkıyor. İnsanın sebep olduğu tehlikeleri de gözler önüne seriyor.

Tarihin, iklimin ve göçün iç içe olduğu bir roman yazmış Ghosh. Düne, bugüne, yarına dair pek çok hikâye ve motifle bir sarmal oluşturmuş. Bu sarmal aslında her gün yaşama uğraşımızı kuşatmış bir yılana benziyor. Gerçekle bağlarımızı koparan ama çelişkili bir biçimde hayatta kalmayı tek gerçek uğraş kılan bir mücadele. Öte yandan, içimizde bir yerde dünyanın yerinden oynadığını biliyor ve sadece bu bilgiden korktuğumuz için yerimizde duruyoruz.

Hayatta kalma uğraşımızın sonsuzluğunu ve gücünü en iyi, doğal afetler sonrası insanların zihinlerine yerleşen o korkular anlatıyor. Burada kalmak için değişime dair korkumuzu sürekli bastırıyoruz. Bu korkuyu anlamlandırma ihtiyacı hissedenler edebiyata, sanata, insan evlatlarının en büyülü icadı olan hikâyelere yöneliyorlar. Çünkü aldığımız haberlerin sunduğu gerçeklik” aklımızla oynuyor. Sağalmak ve aklımızı başımızda tutmak için de hikâyelere sığınıyoruz.

•