Büyülü ve gerçek

Sahir

Sahir

ERCAN Y YILMAZ

Alakarga Yayınları

“Sahir, grotesk izler taşıyan büyülü bir roman, romandan yayılan büyü kadim Anadolu kültürü ve folklorundan geliyor.”

ŞİRVAN ERCİYES

Nisan 2016'da Alakarga Yayınları’ndan piyasaya çıkan Sahir, Ercan y Yılmaz’ın ilk romanı. Sanatın farklı dallarında ürünler ortaya koyan yazarın, Gila Kohen Öykü Ödülü’nü alan Beyazı Kirli ve Necati Cumalı Öykü Ödülü’nü alan On Üç Sıfır Sıfır adlarında, ilgi uyandıran iki öykü kitabı daha önce okurla buluşmuştu zaten.

Ercan y Yılmaz, Sahir’in yazılma sürecinden bahsederken, uzun yıllara yayıldığını söylüyor Kitapçı Dergisi’nin Mayıs- Haziran sayısında Deniz Dengiz Şimşek’e verdiği söyleşide. Yazar 2004’te Sahir’i yazmaya başlamış ve 2011’de bitirmiş. Keyifle okunabilecek ve hatta dost sohbetlerinde neşeyle anlatılabilecek bir roman ortaya çıkmış sonuçta.

Sahir’in sözlüklerde iki anlamı var. Büyücü ve geceleri uyuyamayan… İki anlamı da romanla birebir örtüşüyor. Yazarlara yakışan geceleri gözüne uyku girmemesidir, ya da yazdıkları ile uyku kaçırması. Uyku kimi zaman bir aymazlık hâlidir ve zaman zaman da bulaşıcıdır, kitleleri etkisi altına alır. Ceylan Deresi denilen güzelim yerin adı Ölüler Deresi’ne dönüşür. Bu dönüşümün tarihsel nedenlerini uzun uzun ele almasa da yazar, okuru irkiltmeyi başarır. Benzer bir irkilme hâlini, Kurban Bayramı'nda oğlu askerde olduğu için tedirgin yüreği evlat özlemi ile dolan annenin cesur sesinde yaşarız. Kurban metaforundan yola çıkarak, başkalarının evlatlarını kurban etmenin kolaylığını ve kurban edilenin suskunluğunu sorgularız.

Sahir’in büyücü anlamı romana farklı bir boyut katıyor, feminizmin yaslandığı arketiplere kadar sürüklüyor okuru. Yazarın belki de böyle bir amacı yok ancak yarattığı iki kadın kahraman, tarih boyunca cadı ya da büyücü oldukları gerekçesiyle yakılmış, mahkum edilmiş kadınların soyundan geliyor.

Kadınlar doğurganlıklarıyla doğaya yakın durmuşlardır tarihsel süreçte, ancak bu özellikleri yüzünden özgürlüklerini yitirmişlerdir. Soyun devamını sağlayacak çocukların yaşam bulduğu bedenler, erkeklerin mülkiyet alanına dâhil edilmeye çalışılmıştır. Nesebin bozulacağından duyulan endişe ve korku, kadının kapatılması biçiminde tezahür ederken, bazı kadınlar güçlerinin yettiğince karşı durmuştur bu kapatılmaya.

Kadınların mülkiyetin bir parçası olarak görülmesiyle birlikte, kadınlar ve patriarkal sistem arasında yaşanan çelişki farklı biçimlerde su yüzüne çıktı. Kadınlar doğaya yakın ve özgür yanlarını canlı tutmak için farklı kılıklara büründü. Tüm dünyada, ağaçlardan, kabuklardan, otlardan, köklerden deva bulmaya çalışan şifacı kadınlara rastlandı örneğin, kimi zaman şaman, kimi zaman büyücü, kimi zaman cadıdır bu kadınlar toplumun gözünde. Bazen de mistik dünyayı, kendilerini özgürce ifade edebilecekleri bir alan olarak gördü kadınlar, ruhlarla, doğa üstü yaratıklarla iletişim âlinde olduklarını iddia ederek farklılıklarını canlı tuttular.

Kadınlar, her zaman bilinçli bir biçimde sisteme karşı duramadı, ancak sahip oldukları vahşi doğaları onlara huzur vermedi. Huzursuz ve mutsuz kadınların nevrotik tutumları kimsede huzur bırakmadı. Depresif, mutsuz, melankolik kadınların dertlerinin ne olduğunu kimseler anlayamadı, bazen kendileri bile. Oysa doğasına aykırı biçimde kapatılan ve metalaştırılan kadının uyum sağlaması ve bu koşullarda özgürce kendini ifade ederek mutlu hayatlar sunması imkânsızdı.

Cesur kadınların toplumsal dayatmalar karşısında içgüdüsel olarak bulduğu çözümlerden biri delilikti. “Delidir, ne yapsa yeridir” sözünü söyletebilmek için uğraştılar. Her köyde, kasabada, kentte rastlarız onlardan birine ya da birkaçına: içgüdülerinden gelen özgür sese kulak tıkayamadıkları için deli yaftasını seve seve kabullenen kadınlar... Hangi otun hangi hastalığa iyi geldiğini bilen, nefesi kuvvetli denen, diğer âlemle irtibat içinde olduğunu iddia eden, doğum yaptıran, muskalar ve tılsımlar yazan kadınlar.

Cadı ya da büyücü suçlamasıyla yakılan, zindanlara atılan pek çok kadın oldu geçmişte; günümüzde kadınlara yönelik tehdit, taciz, tecavüz, recm, linç, ifşa, itibarsızlaştırma, köle pazarları ve cehennem kılığında ortaya çıkıyor. Asıl amaç kadınların zapturapt altına alınmasıdır. Peki, tüm bunların Sahir’le ilgisi ne?

Bir öykücü ve onun öykülerine konu olan bir grup erkek, akşam vakti yazarın evini basar ve roman başlar. Öyküye konu olan köy halkı yazarın kendilerini rezil ettiğini ileri sürer, öyküler okunur, öykülere konu olan olayların öykücünün bilmediği yanları anlatılır. Romanın bu yanı olayları prizmadan yansıtarak anlatıya farklı bir lezzet katar. Bir ev dolusu erkeğin bir gecesi anlatılır romanda. Ancak bu erkeklerin hiçbiri romanın ana kahramanı değildir. O gece, orada olmayan iki ihtiyar ve biraz da deli kadın tüm öykülerin odağında yer alır. Nafiye ve Emine, eyledikleri ve söyledikleriyle köyü alt üst etme becerisine sahip, kafalarına koyduklarını yapmalarına kimselerin gücünün yetmediği iki sevimli kadındır. Roman boyunca onların merakları, ilginç ruh halleri ve inatçılıklarının neden olduğu gülünç ya da acıklı pek çok öyküye tanık oluruz. Okuyanın aklından kolay kolay silinmeyecek bu iki kadın, Anadolu’nun hemen her köyünde rastlayabileceğimiz cadı kadınların prototipidir. Nafiye ve Emine tüm sahiciliği ve canlılığı ile hafızalara kazınır.

Sahir, grotesk izler taşıyan büyülü bir roman, romandan yayılan büyü kadim Anadolu kültürü ve folklorundan geliyor. Büyülü gerçekçi bir roman olduğu izlenimi uyandırsa bile büyülü ve gerçekçi bir roman, yazarın deyimi ile anlatılanlar gerçek kadar gerçek.

Binbir Gece Masalları ya da Decameron Hikâyeleri'ne yakın duruyor Sahir. On gün ya da bin bir gece boyunca sürmüyor anlatı, bir gecede olup bitiyor. Her biri diğerinden bağımsız olarak okunabilecek öykülerde, kahramanların ve mekânın aynılığı ile yazarın öyküleri birbirine bağlayan iskeleyi kurmadaki ustalığı roman yapısını güçlendiriyor. Gelenekten ve sözlü kültürden beslenen eser, dengbêjlerin uzak seslerini yankılasa bile edebiyatın olanak ve teknikleri ile çağcıl bir yapıya bürünüyor. Yazarın mizaha yatkın kıvrak dili sayesinde, akrepler, kadınlar ve çocuklarla, Nafiye ve Emine’nin saçlarına düşen bulutlarla hiç gitmediğimiz o köyde geçen bir film izlemiş gibi oluyoruz roman bittiğinde.

Yazarın pek işe yaramayan bir kamerası vardır Sahir’de, aslında Ercan y Yılmaz bize, yazarların kameraları bellekleridir der gibidir. Yazmak için dünyaya gelmiş, olanı ve biteni gözlesin ve anlatsın diye seçilmiştir onlar.