Kıyameti sezdiren mehdi: Trump!

rota

Rota

BRUNO LATOUR

Çeviri: Orçun Türkay, Kolektif Kitap

Bruno Latour’un Rota adlı metni, özellikle son birkaç yılda, dünyada olmaz denen ama gerçeğe dönüşen konuları anlamak açısından mutlaka okunmalı. Trump nedir? Brexit nedendir? Göç dalgası aslında hangi denizin dalgası?... Hele ki, “meselenin temelinde iklim var” savını ciddiye almayanlar, bir an önce okuyup “sistem” tuzağından çıkmanın yollarına bakmalı!

TEMEL KARATAŞ

Tarihin yeni bir dönüm noktasını yaşayan birkaç kuşak arasında olduğumuzu fark etmemiz kolay olmayacak. Tıpkı önceki dönüm noktalarını yaşayan kuşakların “aslında ne olduğunu” belki de hiç anlayamadan göçüp gitmesi gibi. Çağdaş siyaset tükendi, adına geç neoliberalizm diyoruz; kaynaklar tükendi, küresel ısınma, olur böyle şeyler diyoruz; yerküre insanlara yetmiyor, göç dalgası diyoruz; Avrupa’yı açık pazar hâline getiren ve Sanayi Devrimi’ne ev sahipliği yapan ülke Brexit dedi, yeniden krallık sevdasına düştüler diyoruz; anca çizgi filmlerde olabilecek bir şeydi Trump’ın ABD Başkanı seçilmesi, bu olmazlığa popülizm diyoruz vs... Peki, “kürecek” bu yaşadığımız garabetin tanımı, olan biten bu kadar basit mi?

Sosyoloji, felsefe ve antropoloji alanındaki çalışmalarıyla bilinen Fransız düşünür Bruno Latour’a göre, işin aslı daha köklü ve bu garabetin nedeni aslında aynı yere dayanıyor: elitlerin başka bir dünya olmadığını kavraması ve var olanı da kendilerine ayırma çabası! Daha da özcesi iklim değişikliği olan bitenin temeli. Latour’un Kolektif Kitap’tan yayımlanan “Politikada yönümüzü nasıl bulacağız?” alt başlıklı Rota adlı metni, özellikle son birkaç yılda dünyada olmaz denen ama gerçeğe dönüşen konuları anlamak açısından mutlaka okunmalı. Trump nedir? Brexit nedendir? Göç dalgası aslında hangi denizin dalgası?... Hele ki, “meselenin temelinde iklim var” savını ciddiye almayanlar, bir an önce okuyup “sistem” tuzağından çıkmanın yollarına bakmalı!

Biten ne, başlayan ne?

Fark etmeyenin aklından şüphe etmek gerek: Bir dönüm noktasındayız, Aziz Nesin’in meşhur öyküsünden alıntıyla “Du bakali n’olcek!” devri diyorum ben buna. Daim bir belirsizliğin, bir geçiş hissiyatının içindeyiz. Küresel bir hâl bu. Ve biz de kendi bölgemizde bunu iliklerimize kadar hissediyoruz. Trump’ın seçilmesi şokunu “du bakali nolcek” deyip geçtik; Brexit’i “İngiliz işine akıl ermez” deyip rafa kaldırdık, oradan oraya göçen yüz binleri, hatta milyonları “devir bu devir” deyip çözümledik. Oysa tüm bu garabetin reel bir nedeni olmalı. Anca bir komedi dizisinde yan kahraman olabilecek biri gerçek hayatta ABD’ye başkan olamamalı(ydı), Avrupa’yı bir açık hava AVM’si hâline getiren İngiltere Brexit dememeli(ydi), milyonlarca insan ölümü göze alıp dünyanın dört bir yanını keşfe çıkmamalı(ydı)! Hepsi oldu.

“Kesin olan şey şu ki, herkes evrensel anlamda paylaşılacak bir uzamın, içinde yaşanabilir bir toprağın eksikliğiyle karşı karşıya” diyor Latour. Yani toprağın suyu çekildikçe belli bir tarihsel eğrinin sonuna geliyoruz. Göç de bu, Trump da Brexit de... Temelde değişen bir iklim, tükenen bir gezegen ve bunun inkârını ısrarla sürdüren -dahası gizli bir politika hâline getiren- egemenler var. Latour’a göre, 12 Aralık 2015 iklim anlaşması ve COP21 konferansının sonu belirleyiciydi ve gerçek etkisi anlaşılamadı. Bu konferansın esas sonucu, seçkinlerin plan, hayal ve projeleri için bir sürü gezegen gerekirken ellerinde bir tane olduğunu fark etmeleridir! Yani aslında hepimiz ya sorunun varlığını inkâr ediyoruz ya da bir rota belirlemeye çalışıyoruz. “Sağcı ya da solcu olmamızdan çok hepimizi bölen şey bu artık.” 

Modernleşme oksimoronu

Modernleşmeyi kutsayan ve ona karşı çıkanları dışlayan, hatta düşman ilan eden, herhangi bir toprağa bağlılığı gericilik olarak damgalayan “dünya,” sonunda muradına tersten de olsa ermiş görünüyor: Giderek daha geniş yığınlar yersiz yurtsuzlaşıyor. Çünkü artık bağlanacak bir toprak kalmadı. Toprağın bağlanılacak niteliği yani doyuruculuğu hızla tükeniyor. Gamsız elitlerin hiçbir zaman anlayamadığı ya da anlamak istemediği yerellik “dünyasallaşma” tarafından yok edildikçe, yine bu elitlerin anlamadığı korkular popülizmi doğuruyor. Yani bugün esas sandığımız çoğu kavram ve olay aslında tali ve neden değil sonuç. 

Her ne olduysa, modernleşme ve küreselleşme tasarısının ilerleme, serbestleşme ve gelişme gibi ideallerini içerebilecek ve karşılayabilecek büyüklükte bir yerküre olmadığı anlaşılınca oldu. “Sonuç olarak tüm aidiyetler (küreye, dünyaya, taşralara, yörelere, dünya pazarına, toprağa ya da geleneklere) bir dönüşüm sürecinde.” Latour’un benzetmesiyle, insanlar küreselliğe varmak için havalanmış bir uçağın yolcuları gibiler. Pilot birden o havaalanına artık inilmediği için geri dönmek zorunda olduğunu söylüyor. Acil iniş pistine yani yerelliğe de ulaşamayacaklarını öğrenince korkuya kapılıyor yolcular.

Peki, ne oldu da böyle oldu sorusunu yanıtlamaya çalışan kitap, modern dünya ifadesinin bir oksimorona dönüşümünü de anlatmaya çabalıyor. Ya modern ama ayakların altında bir dünya yok ya da gerçek bir dünya var ama asla modernleşmeyecek. Gerçekten de son çeyrek yüzyılda her yerde üçüncü bir çekim merkezi ortaya çıktı ve rotaları saptırdı. Eski yönü bulmak da imkân dışı oldu. Latour’a göre, işte bugün insanlık, tarihin bu noktasında, bu eklemlenme noktasında. Politik yön bulmamız kolay değil. Hele ki sağ, sol, özgürleşme, serbestleşme, pazar güçleri gibi tanım ve damgaları kullanarak kiminle savaşacağımıza karar vermek mümkün değil artık. Bu bakışla sil baştan bir kavram listesi oluşturmak en doğrusu. Modernliğin getirisi bir kürenin bir azınlığın hizmetine verilmesiyse, modernlik, sınırların kalkması vs. ile sol ilişkisi; yerellik-gericilik ile sağ ilişkisi bakımından sağ-sol kavramlarının da anlamı yeniden tartışılmalı. 

Kürenin intikamı acı ama...

1980’lerde belirli kesimler tarafından adam akıllı kavranan yerkürenin tükenişi ve intikamını kötü alacağı, yani iklim değişikliği meselesi ile Trump gibi bir grotesk tiyatro oyunu karakterinin ABD Başkanı seçilmesi arasında ciddi bir ilişki kuruyor yazar. Trump’ın gelişi aslında iki şey demekti. İlki, evet kürenin intikamı pahalıya patlayacak ama bedeli biz ödemeyeceğiz... İkincisi, tartışılmaz bir gerçek hâline gelen yeni iklim rejimini yok sayacağız. Gerçekten de bu iki karar, 80’lerde başlayan kuralsızlığı kural yapma ve refah devletinin çöküşü, sonradan iklim inkârcılığında buluşan siyaset ve kararların eşitsizliklerin hızlı artışına neden oldu. Latour’a göre, bu varsayım doğruysa, tüm yaşananlar aynı olayın parçasıdır. Yani seçkinler gelecekte herkes için bir yaşam olmayacağına öyle inanmışlardır ki, dayanışmanın getirdiği tüm yüklerden olabildiğince çabuk kurtulmaya (kuralsızlaştırma), işin içinden sıyrılabilecek küçücük kesime bir tür yaldızlı bir kale kurulması gerektiğine (eşitsizlik patlaması), ortak dünyanın dışına kaçıştaki iğrenç bencilliği gizlemek amacıyla da bu çılgınca kaçışın altında yatan tehdidi kesinlikle reddetmek gerektiğine (iklim değişikliğinin inkârı) karar vermişlerdir.  O ya da bu... Peki, çözüm ne? Karl Polanyi’nin saldırılara karşı kendini savunmakta her zaman haklı gördüğü toplumun yiğitçe direnmesi mi? Yoksa hiçbir direnişin çare olmayacağı bir dönüşüm mü bu? Pratikte anlamamız çok uzun sürmeyecek olsa da, Bruno Latour’un Rota’sını dikkatle okumak en azından teorik olarak kavramamıza benzersiz bir destek sunar.