Bir ‘ağaç’tı yaşatan insanı…

Portakal-Çiçekleri

Portakal Çiçekleri

ÖZGÜR BALPINAR

Timaş Yayınları 2022 168 s.

Özgür Balpınar, son romanı Portakal Çiçekleri’nde ‘doğa katliamı’ konusunu 1960’lar Çukurovası’ndan bakarak ele alıyor. Kahramanımız Asım’ı natürel ve pastoral bir dille konuşturup okuru dönemin köy atmosferinin tam kalbine yerleştirerek, değindiği meseleyi birçok yan konuyla destekleyerek anlatan kitap, yazarın tüm eserlerindeki hâkim düşünceyi insanın gözüne sokmadan aktarmayı başarıyor.

BURAK SOYER

Özgür Balpınar 1989 yılında, Adana’da doğmuş. Yazmaya henüz çocuk yaşlarda merak sarmış. Öğrenim hayatında öğretmenlerinin de yönlendirmesiyle kaleme biraz daha sarılmış. Üniversitede okurken birçok dergide öyküleri yayınlanmış, bazılarının kuruluşunda görev almış. Üniversite son sınıftayken ilk romanı Göğü Yere İndirelim’i yazmış. Yeryüzünün Kalbi, Düşler Atlası, Canım Arkadaşım, Dünyayı Sırtında Taşıyan Balık’tan sonra şimdi de Özgür Balpınar, Timaş Yayınları’ndan çıkan yeni kitabı Portakal Çiçekleri’yle kendisini bir kez daha yazma eylemiyle buluşturmaya vesile olan ‘daha güzel bir dünya’ düşüncesini vücuda getiriyor.

Portakal Çiçekleri’nde, 1960’lar Adanası’nda, Sirkeli adında bir köye konuk oluyoruz. Kahramanımız Asım, namı diğer Sarı, on üçünden gün almaya bakan, dönemin Çukurovası’nda, ağaların tarlalarında gündelik işçilikle hayatını döndürmeye çalışan Rasim ve Kasım abiler, küçük kız kardeşi Derya ve annesi babasıyla birlikte o pamuk senin, bu arpa benim diye gezerek günü batırıyor. Suratından marizin, kalbinden aşağılanmanın eksik olmadığı, kısacık bir süre kaldığı şehirde ‘köylü’, köyde ‘şehirli’ bir çocuk o. En büyük sevdası doğa, ama gökyüzü bambaşka onun için. Belki kendinden bile küçük bir çocuk kırılganlığıyla seviyor gökyüzünü. Bir de ağaçlara vurgun. Portakal ağaçlarına… Tarlasında çalıştığı Eyüp Ağa’nın bir sürü portakal ağacı var. Asım kendisinin de bir sürü ağacı olmasını istiyor.

Bir gün tarladan eve dönerken bir ağaç görüyor yolda. Etrafında çakırdikenler bitmiş, her yeri dökülen, dalları düşmüş bir ağaç. Dikkat kesilip Rasim abisine gösteriyor. “Ölmüş bir ağaç o” diyor abisi. “Niçin ölmüş olsun ki? İşte orada duruyor, kökleriyle toprağa tutunuyor” diye itiraz ediyor Asım. Tokat gibi cevap geliyor Rasim’den: “Ağaçlar sessiz ölürler, sersem!”

Köyü, köy yaşamını seviyor Asım:

“Yoksulduk. Yoksulluğumuzu eşyalarımızla, giyimimizle, davranışlarımızla bile ele veriyorduk. Her adımımızda bir matematik işlemi gibi, yoksulluğumuzun sağlamasını yapıyorduk. Oysa biz halimizden memnunduk. Azla yetinmeyi öğrenmiştik, mütevazı hayatımızı seviyorduk. Bizi sevindiren pek çok şeyin şehirdeki insanlarca önemsenmediğini, onların dikkatini bile çekemeyeceğini bilmiyorduk.”

Ama çocuk haliyle varoluş sorunları yaşıyor. Köydeki diğer çocuklar onu “şehirli” diye hor görüyor. Futbol maçlarında hep kaleci olmak zorunda kalıyor. Futbol köy çocukları için önemli, zira bu küçük yaştaki çiftçilerin tek boş zaman eğlencesi. Bu tek aktivitede de dışlanmak üzüyor Asım’ı. Eve erken dönmek istemiyor. Evde dayak var, hakaret var, kavga var.

Bir hasat dönüşü, kendini bilmez halde, daha önce görüp de kafasına çizdiği tepedeki yalnız ağacın önünde buluveriyor kendini. Çok üzülüyor bu yarı ölü ağacın haline. “Zavallı ağaç” diye iç geçiriyor. O sırada bir yabancı geliyor yanına Asım’ın ve bu ağacın bir portakal ağacı olduğunu söylüyor. Dünyalar Asım’ın oluyor. Artık o yalnız ağaç Asım’ın ağacı oluyor ve onun için bunaltılar bastığı arkadaşlarının arasından gayrı bir arkadaş, nefes almak istediği ayrı bir yaşam ortamı haline geliyor. Onu yeniden hayata döndürmek için yanına gelen ‘genç bilge Cevahir’le elinden geleni yapmaya söz veriyor.

Özgür Balpınar

Asım sancılarından ağacıyla kurtulmaya çalışırken köyde de bir garip haller oluyor. Kamyonlar, iş arabaları gelip gidiyor. “Devlet geldi” diyor köylüler, seviniyorlar. “Yol yapacaklar” diyorlar. İlk başta pek kimsenin gözüne batmıyor bu durum. Ancak mevzu sonradan anlaşılıyor: Bu makineler meğerse köye altın madeni aramaya gelmişler ve bulmak için kullanacakları siyanür köyün suyuna, toprağına, ormanına zehir pompalayacakmış. Köylüler ikiye ayrılıyor. Kimi seviniyor, kimi toprağını korumak istediği için karşı çıkıyor. Hikâyemizin ana konusunu da bu oluşturuyor.

Son paragrafa kadar yazdıklarımın arasında gelişen olayları ve buraya sığmayacak epey bir mevzuyu okurun merakına bırakıp Portakal Çiçekleri’ni toparlayayım: Özgür Balpınar’ın kitabını ilginç kılan en önemli özellik, doğanın korunması gibi güncel bir konuyu ele alırken zaman ve mekân olarak –girişte de belirttiğim gibi– ‘60’ların Çukurovası’nı seçmesi. O dönemin ülkedeki sosyo-politik atmosferi düşünüldüğünde ‘doğa katliamı’ konusunun insanlar arasında başat problem olduğunu ve buna karşı ses çıkarma durumunun olduğunu söylemek pek mümkün değil sanırım. Ancak yazarın insanın gözüne sokmadan, bu doğa katliamına karşı çıkanları, toprağını savunanları, o zamanın köy ortamını küçük bir çocuğun hayatla, köydeki, ailedeki, çevresindekilerle başa çıkma çabasıyla ve metne büyük zenginlik katan Anadolu efsanelerinden (Yılan Dağı, Şahmeran gibi) yararlanarak bir çember içine alıp harmanlayarak anlatması büyük resmi tamamlamasını sağlıyor. Bunun yanında Asım’ın abileri, Cevahir gibi yan karakterlerin az ama öz biçimde hikâyeye dahil olmasıyla da Asım ‘yalnız karakter’ sıfatının dışına çıkıyor ve kitabın vermek istediği ‘birlik’ mesajına destek oluyor. Ayrıca dönemin ve mekânın ruhunu çok iyi anlatan yazarın natürel ve pastoral dil kullanması da biçim olarak Portakal Çiçekleri’nin yakalamak istediklerini eksiksiz biçimde okura yansıtmayı başarıyor.