Poetik-ve-Politik

Poetik ve Politik – Bir Kültürel Çalışmalar Ansiklopedisi

BESİM DELLALOĞLU

Timaş Yayınları 2020 408 s.

“Aklım başıma ancak emekli olduktan sonra geldi” cümlesi, Besim F. Dellaloğlu’nun yeni kitabı Poetik ve Politik / Bir Kültürel Çalışmalar Ansiklopedisi’nin en önemli cümlelerinden biri. Hangi yazar, bir düşünce ve kuram kitabında kendisiyle ilgili böyle bir itirafa yer verebilir ki?

SONER SERT

Dellaloğlu, geçmiş çalışmalarından da bildiğimiz gibi bir sosyolog olarak nitelenegelmiştir hep. Fakat o, geçen sene emekli olduktan ve bu kitabı kaleme aldıktan sonra kafasında pek çok şeyin değiştiğini ve artık “Kültürel Çalışmalar tabelası”nı kendisine daha uygun bulduğunu söylüyor. Bu tanımlamadan yola çıkarak, kendisini eskisi gibi hümanist gördüğünü ancak Türkiye gibi ülkelerde insan ya da toplum yerine, kültür merkezli okumalar yapmanın daha geçerli olduğunu iddia ediyor.

Bu noktadan hareketle sistemin kendini revize etmesi gerektiğini söyleyen Dellaloğlu’na göre, mevcut kurumlarla, politik seçeneklerle, disiplin ve kavramlarla hâlihazırda sorun teşkil eden meseleler çözülemez. Zira sorun zaten yapıların kendisinden kaynaklanıyordur. “Bu nedenle yeni kavramlara, yeni kurumlara, yeni yöntemlere ihtiyacımız var.”

Yukarıdaki düşünceleri ışığında Dellaloğlu, kültürün odağında olduğu çalışmaları merkeze oturtuyor. Bu kavramdan iki şekilde yararlandığını söylüyor. İlkinde, Frankfurt Okulu’ndan hareketle girdiği Marksist hatta “devam ederek değişmek, değişerek devam etmek” imkânını bulduğunu dile getiriyor. İkincisinde ise bir kavram ve eylem alanı olarak Kültürel Çalışmalar’ın uzmanlaşmış çağdaş disiplinlerin yakından bakmayı öğrenmiş tarzları yerine daha geniş meseleleri parçalara ayırmak için disiplinleraşırı bir perspektif sağladığı görüşünde. Bu alanın daha geniş bir yapıyı barındırdığını söyleyen Dellaloğlu, sosyoloji yaparken felsefeden, edebiyat eleştirisine girince psikanalizden, antropoloji yaparken kültür tarihinden vazgeçmek zorunda olmadığını dile getiriyor.

Dellaloğlu, odağında kültürün olduğu kitabına, evvela akademik kurumlara yaptığı bir eleştiriyle giriş yapıyor. Üniversitelerin kavramları keyfi olarak kullandığını söyleyen yazar, tanımlamaların ihtiyaçlara göre yapıldığı öne sürüyor. Bu anlayışın, her şeyin mubah olduğu düşüncesini doğurduğunu ve kaleme aldığı kitabıyla bir nebze de olsa bunu yıkmayı amaçladığını dile getiriyor. Bu niyetle yola çıkarken, geleneği sahiplendiğini ve akademik literatüre de –bir akademisyen olarak– saygı duyduğunu söylüyor. Kurumsallaşmanın önemi, “hocalık” bağlamında usta-çırak ilişkisinin doğurgan sonuçları ve dilselliğin, kavram haznesinin ve jargonun odağında olduğu yapısal tutum meselesi –hülasa süreklilik anlayışı–yazarın önem verdiği hususlar. Dellaloğlu, bu tutumdan hareketle, alan üzerine çalışanların yaptığı çalışmalara bağlı kalmanın üzerinde de duruyor:

“Bu bağı göstermenin en iyi yollarından biri dipnot kullanmaktır. Bir akademik alana, zücaciye dükkânına girmiş bir film gibi girilmez.”

Yazar, bilimsel araştırma metotlarına atıfla, yöntemsel olarak icat ve keşif arasında gidip geldiğini söylüyor. Hindistan’ı keşfetmeye çalışırken Amerika’ya varan Columbus gibi, bir kitabın yazarı da hedeflediği yerden uzaklaşıp bambaşka şeyler keşfedebilir. Günün sonunda Dellaloğlu, Fernando Pessoa üzerine bir çalışma hazırlarken, kendini bu kitabı yazarken bulmuş.

Kitap, yaklaşık otuza yakın kavram, olgu ve düşünceyi kültür bağlamında ele alıyor. İçlerinde üniversite, Rönesans, dil, halk, roman, kültürel hegemonya ve gelenek gibi pek çok başlığın bulunduğu kitapta Dellaloğlu, kültür olgusunu bu kavramların hem merkezine, hem de tepesine yerleştirerek açıklamaya çalışıyor. Yazar, başlangıçta bir niteleme ihtiyacı da hissettiğini ve kültürü tematik, tarihsel, yapısal olarak bu denli geniş bir kapsamda ele alıyor olmasının hangi disipline ait olabileceğini bir süre düşündüğünü söylüyor. Kitabına alt başlığını da veren “Kültürel Çalışmalar” ismi, yazarın niteliğini belirlediği kitabının en kapsayıcı adını oluşturuyor.

Dehlaloğlu kültür kavramını üçe ayırıyor: İlki, kişinin içinde doğduğu, var olduğu kültür. Herder’in çoğul olarak kullandığı anlamdan yola çıkarak, Antropolojik Kültür ismini veriyor buna yazar. İkincisi, Rönesans’tan itibaren Avrupa’da oluşan “kültürel kamusal alan sayesinde muhatap olduğumuz” tiyatrolar, opera ve sergiler, bütün kitaplar ve romanlar. Yazar bu başlığı “müfredat” olarak tanımlıyor. Üçüncüsü ise ulus-devlet inşa sürecinde gelişen zorunlu ulusal eğitim yani modern mektepler. Buna da “maarif” diyor...

Bu tanımlamalardan yola çıkarak, Batı - Doğu, İslamcı, muhafazakâr ve Seküler, solcu gibi karşıtlıklar kurarak, hangi kültür anlayışının kimi/kimleri kapsadığı üzerine fikirler üretmeye çalışan yazar, ele aldığı kavram ve olguları tarihsel bir bağlamda üzerinden de açıklamaya niyetleniyor. Güncel ve klasik olanı tanımlamaya girişirken, her iki yapı arasında yöntemsel bir ilişki kurmaya gayret ediyor. Bugünün değerlerini, farklı gelenekten gelen düşünce insanlarının ışığında yeniden üretmeye çalışan Dellaloğlu’nun “Poetik ve Politik/ Bir Kültürel Çalışmalar Ansiklopedisi” kitabı Timaş Yayınları’ndan çıktı.