SHIRLEY JACKSON
çev. Berrak Göçer Siren Yayınları 2020.
Shirley Jackson’un (1916-1965) öykülerinin önemli bir bölümü küçük kasabalarda yaşanan olaylar üzerine inşa edilmiştir. Öykülerin kahramanları en azından görünürde düzgün yaşamı olan, çocuk sahibi, ev işleriyle, alışverişle, komşu ziyaretleriyle ve küçük dedikodularla meşgul, kıskanç insanlardır. Sorguladıkları, tekdüze bir yaşamı sürdürmektedirler. Ve bu yaşamın içinde farklılara, farklılıklara yer yoktur. Kendilerine benzemeyenleri dışlarlar. Bu dışlamayı, aşağılamayı meşru göstermek için de kolaylıkla birilerine iftira edip yalan söylerler. Tertemiz halıların, parkelerin altı çoğu zaman haşerat yuvasıdır!
Büyük şehirlerde yaşanan olaylar da bunlardan farklı değildir ama bunlara bir de “büyük olmasından” kaynaklanan konular eklenir. Shirley Jackson’un öykülerinde, örneğin tatil için New York’a gelip kısa bir süre içerisinde şaşıran, bunalan ve “memleketini” özleyen insanların hallerini okuruz.
Kitabın ilk hikâyesi olan “Sarhoş”, yemeğe davet edilen orta yaşlı bir adamla evin lise son sınıfta okuyan kızı arasındaki sohbetle başlar. Masadaki konuşmalardan yorulan ve biraz da çakırkeyif olan adam değişiklik olsun diye mutfağa gider ve orada evin kızı ile karşılaşır. Kız ertesi gün için kompozisyon yazmak zorundadır ve konusu “dünyanın geleceği”dir. Adam merak edip birkaç soru sorunca kız düşüncelerini sıralar: Dünyanın geleceği filan yoktur. Okullar berbat yerler, dersler saçmalıktır. Bir süre sonra gökdelenler, metrolar yıkılacaktır! Ama sonrasında her şey çok farklı olacaktır. Yeni yaşama biçimlerimiz olacak, belki de evlerde yaşamayı önleyen yasalar çıkacak, böylece kimse kimseden saklanmayacaktır.
Sohbetten sonra masaya dönen adam ev sahibine kızından duyduklarını aktarır, adam pişmanlık içinde başını sallayarak “zamane çocukları” der. Kitapta yer alan hiçbir öyküde gökdelenlerin, metroların çöktüğünü okumayız ama neredeyse her şeyin rakamlarla ifade edildiği, büyük bir mağazada işe başlayan kızın üç gün süren maceraları mevcuttur. İşe yeni giren kıza üzerinde mağazanın ismi yazan bir defter verirler:
“Defterin içinde de (soldan sağa) şöyle yazan küçük not kâğıtları vardır: ‘Ref. için şirket nüsh. müşt. i. h. no. ya da reyon no. satış defteri no. satış çeki no. tezgâhtar no. dept. tarih B.’ B’den sonra da Bay ya da Bayanla isim için uzun bir satır vardı, sonra yazılar tekrar başlıyordu…”
Stajyer kız bu bilgileri öğrendikten sonra özel indirim reyonunda çalışmaya başlar. Bu arada dolap numarasını, kontrol saati numarasını, kasa numarasını da öğrenir. Teslim aldığı anahtarların da numaraları vardır. Velhasıl genç kız kendini bir numara ormanında bulmuştur. Üçüncü gün bardağı taşıran olay olur. Servis şefi kendisiyle başka bir servis şefine bir not gönderir, ancak notta kızın adı yerine bir numara yazılıdır. Bunu görünce notu yırtıp atar ve kapıdan çıkıp gider.
Görünen hiçbir nedeni yokken, yanına oturduğu küçük çocuğa cadı hikâyesi anlatan ve annesi tarafından terslenen adam, komşularının tavuklarını öldürdüğü için yok edilmesini düşündükleri köpeği nasıl öldürebileceğine dair komşuların sahibesine önerdikleri yollar, küçük çocukların büyüklerin sahte kibarlıklarını alaya alması, her gün hayalini kurduğu yaramazlıkları bir başka çocuk tarafından yapılmış gibi anlatan anaokulu öğrencisi, çocuklarına denizcilerin kötü ve tehlikeli olduğunu anlatan anneler, yani taşınan komşulara yapılan ev ziyaretleri ve itina ile evinin incelenmesi, gösterilen ikiyüzlü samimiyet…
Shirley Jackson
“Çiçekli Bahçe”de Shirley Jackson bize bu dünyanın bir başka yanını daha gösteriyor: Zihinlerde bütün canlılığı ile korunan ırkçılığı! Winningler küçük bir kasabada üç kuşak bir arada yaşayan bir ailedir. İki kadın Winning’in en büyük meraklarından biri de biraz ilerdeki kır evine kimin taşınacağıdır. Aylarca boş duran eve sonunda küçük bir oğlu olan, genç bir kadın taşınır. Kısa zamanda civardaki esnaftan kadınla ilgili ilk bilgileri öğrenen genç Winning ardından yeni komşusunu ziyaret eder ve taşınma, yerleşme konularında ona yardım edebileceğini söyler. Bu arada yaşıt olan çocuklar çoktan arkadaş olmuştur. Maclane isimli yeni komşu çalışkanlığı, becerikliliği ile kısa sürede bakımsız yapıyı güzel bir ev haline dönüştürmesiyle başta Winningler’in gelini Helen olmak üzere herkesin beğenisini kazanır. Bir süre sonra kocasını kaybetmiş, tek başına hem çocuk yetiştiren hem de titiz bir ev hanımı olarak kasabanın kadınları arasında kimse onu çekiştirmez. Ama şimdilik…
Günlerden bir gün Bayan Helen ve Bayan Maclane sık sık yaptıkları gibi alışverişe çıkmış, dönmektedirler. Yolda evinin önünde oturan küçük bir çocuğa rastlarlar. Çocuk siyahidir. Maclane’nin oğlu onunla “zenci zenci” diyerek alay etmeye başlayınca kadın oğlunu azarlar ve çocuktan özür diler, ardından da bahçe işlerini sevdiği takdirde gelip kendisine yardım edebileceğini ve para kazanabileceğini söyler, ayrılırlar.
Ailesini terk etmiş, kasabalı bir kız olan çocuğun annesi beyazdır. Babası ise “tamir işleri yapmakta”, iki çocuğuyla yaşamaktadır. Ertesi gün gelirler, adam çocuğun henüz küçük olduğunu, çalışamayacağını ama kendisinin bahçeyi düzenleyebileceğini söyler ve Bayan Maclane adamı işe alır. Bundan böyle adam bahçede çalışacak, çocuklar da beraber oynayacaklardır. Ancak ilk tepkiler gecikmez. Önce komşu Bayan Winning küçük bir uyarıda bulunur, kadının bunu dikkate almadığını görünce oradan ayrılır. Ardından olaylar hızla gelişir, “zenci çocuk” ile oynuyor diyerek küçük Winning, Bayan Maclane’nin oğlunun yanına gönderilmez. Komşular küçük zencinin oynarken bahçelerine girmesinden şikâyet etmeye başlarlar. Doğal olarak Maclane’e yapılan ziyaretler de son bulur! Doğum günü partisine davet edilmez. Dedikodular devam eder. Yaz sonunda “kara kamu” kazanır…
Piyango ve Diğer Öyküler’de son olarak, yazarın büyük tepkiler almış olan “Piyango” adlı öyküsünü okuyoruz. Yayınlanır yayınlanmaz ortalığı karıştıran “Piyango” öyküsü aslında gayet sakin başlar. 27 Haziran sabahı hava açık ve güneşlidir. Kasabalılar saat ona doğru meydanda toplanmaya başlar. Nüfusu 300 kişi olan bu küçük yerde piyango çekilişi yapılacak ve tahminen iki saat sonra her şey sona erecektir. Önce çocuklar toplanır ve ceplerini taşlarla doldurmaya başlarlar. Üç yetişkin ise meydanın bir köşesinde bir taş yığını oluşturur. Toplanan kalabalık arasında herhangi bir olağanüstü sohbet yoktur. Kadınlar orada olmayan komşularını çekiştirirlerken, erkekler ekinden, yağmurdan, traktörlerinden ve vergilerden konuşmaktadırlar. Bir ara biri bazı yerlerin piyangoyu bıraktığını söyler, yaşlı bir kasabalı sesini yükselterek “Başlarına bela alırlar, zırdelilik bu” diyerek adamı susturur.
Nihayet çekilişin yapılacağı saat gelir. Meydan dansları, Gençler Kulübü ve Cadılar Bayramı programı gibi sosyal faaliyetleri de yöneten Bay Summers görünür. Meydanın ortasına siyah bir kutu konur ve üç kişi kutudaki kâğıtları karıştırır. Artık eski çekiliş âdetlerinin çoğu gibi ilahi söylemekten de vazgeçildiği için hazırlıklar uzun sürmez. Ve çekiliş başlar. Önce aile reisleri kutudan birer kâğıt alacaktır, ancak kâğıdı açıp bakmak yasaktır. Çekiliş sona erince ellerdeki kâğıtlar kontrol edilir ve sandık başındakiler Tessie Hutchinson’un seçildiğini açıklar. Kocası karısının elindeki kâğıdı zorla elinden alır:
“Üstünde siyah bir daire vardı, Bay Summers’ın bir önceki gece kömür şirketinde kalın uçlu bir kurşunkalemle çizdiği siyah daire. Kocası kâğıdı yukarı tuttu, kalabalık kıpırdanmaya başladı. ‘Pekâlâ, millet’ dedi Bay Summers. ‘Bir an önce bitirelim şu işi.’ Kasabalılar töreni unutmuş, (…) taş kullanmaları gerektiğini hatırlıyorlardı.”
Kasaba halkı çekilişten önce yapılması gereken törenin bazı detaylarını unutmuş olsa da, “taş kullanmaları gerektiğini hâlâ hatırlamaktadırlar, önceden yapılmış taş yığını hazırdır, yerlerde taşlar vardır”. Ve herkesin elleri taşlara uzanmaktadır…
Sonunu söylemeksizin özetlemeye çalıştığımız öykü New Yorker dergisinde yayınlandıktan sonra bir bölüm okuyucudan büyük tepki alır ve ilk olarak dergi tarihinin en çok tepki çeken yayınları arasına girer. Ayrıca tahrik unsurları barındırdığı gerekçesiyle bazı yerlerde yasaklanır. Vahşi bir eski töreni kırsal Amerika’da kurgulayan, insanın içine yuvalanmış şiddetin arada bir ortaya çıkınca neler olabileceğini hatırlatan öykü, Shirley Jackson’un adı duyulunca ilk hatırlanan eseri olmaktadır.
•