MİHAİL BULGAKOV
çev. Tuğba Bolat Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları 2015 136 s.
Sovyet doktor, gazeteci, yazar Mihail Bulgakov (1891-1940) cahil, her konuyu bildiğine ve her konuda bir şey yapabileceğine inanan yöneticilerin ne gibi sorunlara yol açabileceğini mizahi bir dille anlattığı bilimkurgu romanı Ölümcül Yumurtalar ile ta Stalin’in iktidara geldiği 1924 yılında bilgi ve iktidarın bilinçsizce kötüye kullanılmasının yol açacağı felaketleri gösteren ciddi bir uyarı yapmıştı. Ama tarih uyarısının dikkate alınmadığını gösterdi ne yazık ki...
Zooloji profesörü Vladimir İpatyeviç Persikov yıllardır yaptığı gibi o gün de Zooloji Enstitüsü’nün laboratuvarında çalışmaktadır. Bir ara mikroskobuna bakar ve “diğerlerinden daha parlak ve capcanlı bir ışın” görür. Parlak kırmızı renkteki bu ışın sanki iğnenin ucundan dökülmüş gibi küçük ve sivri bir şeydir. Ancak daha da ilginci, bu ışına maruz kalan amiplerde tuhaf olaylar meydana gelmekte, amipler hızla üremektedir. Üstelik bu yeni amipler iki kat daha büyüktür.
Olanları gördükten sonra Persikov hiç durmadan çalışmaya devam eder. Neler olduğunu anlamak istiyordur. Üç gün sonra ışının sadece elektrik ışığıyla elde edilebileceğine ve amipleri canlandırdığına kanaat getirir. Asistanı İvanov’u çağıran profesör ona şahit olduklarını anlatır. Ve mikroskoptan bakarak olanları bir de o görür.
İki bilimadamı hemen daha geniş bir laboratuvar kurmak için hazırlıklara girişir ve mikroskoplar için çok gelişmiş mercekler getirtirler. Daha rahat, hızlı çalışabilmek amacıyla laboratuvarlarını hazırlarlar. Kurulan düzeneğin başına geçen Persikov “hırsla ışın verdiği kurbağa yumurtaları üzerinde deneylere başlar”. Deneylerden alınan sonuçlar harikadır. İki gün içerisinde yumurtalardan yeni kurbağalar çıkmaya başlar. Ancak çıkanlar kocaman, saldırgan ve açgözlü kurbağalara dönüşerek birbirlerini yerler. Hayatta kalanlar da sürekli olarak yumurtlamaktadır! Artık bu yeni doğanların yumurtlaması için ışına dahi gerek yoktur. Laboratuvarda işler çığrından çıkar, kurbağalar tüm enstitüye yayılır ve büyüyen kurbağa neslini yok etmek için bütün bina ilaçlanır. Asistan İvanov, Persikov’a, “Profesör, siz yaşam ışınını buldunuz (…) öyle bir ün salacaksınız ki… düşünmesi bile baş döndürücü” der.
Mihail Bulgakov
Moskova’da bunlar olduğu sırada Sovyetler Birliği’nin bir başka köşesinde tavuklar arka arkaya aniden ölmeye başlar. Ve kimsenin nedenini bilmediği hastalık salgın haline gelir. Bir yanda tavuklar kendiliğinden ölürken, diğer yandan da salgını önlemek için yetkililer kalanları itlaf ederler. Kısa süre sonra ülkede tavuk kalmaz.
Bu arada meşhur olmak gibi bir meselesi olmayan Persikov, Moskova’nın en çok konuşulan, gazetelerde ismi ve fotoğrafı en çok görünen kişisi haline gelir. Gazeteciler peşinden ayrılmaz, o her ne kadar bazılarını başından savsa da bazılarından kurtulamaz. Kartvizitlerin üzerinde resmî bir kurumun adı bulunan, ciddi görünümlü kişilerden tuhaf teklifler alır. Hayatı kâbusa döner. O konuştuğu gazetecilere her ne kadar, “üzerinde çalıştığım ışın henüz incelenmedi bile ve henüz genel anlamda hiçbir şey belli değil. Belki protoplazmaların yaşamsal fonksiyonlarını artırabilir” dese de, gazeteler “hayvan yetiştiriciliğinde dünya çapında devrim” gibisinden abuk sabuk manşetler atmaya devam eder.
Persikov kendisinden mucizeler beklenen adam haline gelmiştir. O günlerde bir komisyon kurulur: “Ülke tavukçuluğunu ihya etme ve geliştirme olağanüstü hal komisyonu.” Amaç ülkede tükenmiş olan tavukçuluğu hızla geliştirmektir ve onursal başkanlığına Persikov getirilir. Profesörün günleri biraz daha kararır. İstemediği halde tavuk vebası üzerine çalışmaya başlar. Günleri ya kızıl ışın aygıtının ya da mikroskobun başında geçmektedir. O günlerde kendisini “son derece eski moda giysili” bir adam ziyaret eder. Aleksandr Semyonoviç Rokk adlı bu kişi kendisinin Kızıl Işın Sovhozu başkanı olduğunu söyler ve elindeki belgeyi gösterir. Profesörden kızıl ışın üreten araçları ona vermesini istemektedir. Önce tepki gösterse de ardından vazgeçer ve adama aracın nasıl çalıştığını izah eder. Ama ardından tüm bunların nedenini Rokk’a sorar. Adam şu cevabı verir:
“Biliyorsunuz, ülkedeki bütün tavuklar öldü. (…) Tavukçuluk işini yeniden yoluna koymamız gerekiyor, çünkü yurtdışında hakkımızda her türlü alçakça şeyi yazıyorlar. (…) Işınınız öyle olağanüstü ki, bırakın civcivi fil bile çıkarır.”
Persikov’un henüz tavuk yumurtaları üzerinde çalışmadığını, sonucun ne olacağını bilemeyeceğini söylemesi Rokk’u ikna etmez. Profesörün bir konferansına gelmiştir ve düzenekleri alarak oradan ayrılır.
Bu iddialı adamın asıl mesleği müzisyenliktir. Devrim öncesinde şehir orkestrasında flüt çalmaktadır, ancak 1917 sonrası yaşanan çalkantılı olaylara katılmış ve iç savaşın sona ermesiyle çeşitli resmî kurumlarda yönetici olarak görev yapmıştır. Moskova’da Persikov’un buluşunu öğrendikten sonra kafasındaki düşünceleri “Hayvancılık Komisyonu” yetkilileriyle paylaşmış ve onları ikna edip işe başlamıştır. Yeni görevi Smolensk’deki sovhozda başkanlıktır. Sovyetler Birliği’nde artık olmadığı için ülke dışından getirtilecek olan yumurtalardan kızıl ışın yardımıyla çok sayıda civciv elde edileceğinden emindir. Böylece tavukçuluk canlanacaktır.
Bir süre sonra Rokk başkanı olduğu sovhozda, içerisinde kızıl ışın düzeneği olan bir sera kurdurur ve gelen yumurtaları dikkatle yerleştirir. Ancak tuhaf ve açıklanamaz olaylar başlar. Sovhozun yakınındaki köyün bütün kuşları köyden ayrılır. Göletteki kurbağalar ölür. Akşama doğru köpekler ulumaya başlar, hayvanlar inler gibi sesler çıkarırlar. Ardından bir sürpriz daha yaşanır ama sevindirici bir sürprizdir bu. Yumurtalardan aralıksız tık tık sesleri gelmeye başlar. Başta Rokk olmak üzere, eşi ve sovhozun çalışanları “başardık” diye haykırırlar.
O akşam geçer, ertesi sabah şaşırarak yumurtaların kırıldığını, ancak içinden çıkan civcivlerin kaçtığını görürler. Civcivler ortada yoktur. İlerleyen saatlerde çalılar hareketlenmeye başlar, tıslama sesleri duyulur ve devasa bir yılan belirip Rokk’un karısını öldürür. Bu felaketin başlangıcı olur. Yumurtalardan tuhaf yaratıklar çıkmakta, etrafa saldırmaktadır.
O sıralarda Zooloji Enstitüsü’nde çalışan Persikov ise ülke dışından getirilen yumurtaları görüp şaşkınlık geçirmektedir. Ona tavuk yumurtası gelmiştir. İçeriye elinde bir gazete ile bağırarak giren asistanı İvanov, dışarıda olup bitenleri izlemeyen profesöre olanları anlatır.
Persikov yavaş yavaş bir şeyi anlamaya başlar. Kendilerinin sipariş ettiği yılan ve devekuşu yumurtaları sovhoza, sovhozun sipariş ettiği tavuk yumurtaları da enstitüye gelmiştir. Bu küçük yanlışlık ortadaki felakete yol açmıştır. Profesör bunları asistanına söyledikten sonra fenalık geçirir, sesi soluğu kesilir. Bir ara üstünü başını parçalar ve deli gibi dışarı çıkmak ister. Yardımcıları mâni olur.
Ancak bazı şeyler için vakit çok geçtir, Smolensk bölgesinde görülmeye başlayan tuhaf ve vahşi yaratıklar Moskova’da da görülmeye başlar. İnsanlar onlardan kurtulmak için kaçmaya çalışırlar. Yollar, garlar mahşer yerine döner, ordu ortalığı sakinleştirmek için zaman zaman ateş açmak zorunda kalır. Şehirde olağanüstü hal ilan edilir. Kızıl Ordu Smolensk’e doğru yola çıkar. Bu kaos saatlerinde enstitüde çalışan profesöre Smolensk’in yandığını, topçu birliklerinin Mojaysk Ormanı’nı kısım kısım ayırıp top ateşine tuttuklarını ve sel yarıklarına bırakılan timsah yumurtası yataklarının yok edildiğini yazan bir telgraf gelir. Ayrıca yakındaki bir kasabaya da zehirli gaz sıkılmış ve sonuç başarılı olmuştur. Sorun insanların paniğe ve dehşete kapılarak bölük pörçük gruplar halinde kaçışmaları nedeniyle bölgede sayılamayacak kadar çok insanın ölmesidir.
Çalışan profesör bir anda sesler duymaya başlar. Kapının önünde biriken kalabalık protesto etmekte, olanların sorumlusu olarak onu göstermektedir. İçlerinden bazıları “vurun şunu, öldürün” diye bağırır ve kalabalık kapıyı kırarak içeriye girer. Laboratuvar yağma edilir ve yakılır. Ancak gözü dönmüş kalabalık bununla yetinmez, Persikov’u da linç eder.
O yıl yaşanan yegâne olağanüstü olay tuhaf yaratıkların ortaya çıkıp yaşamı altüst etmeleri değildir. Ağustos ayının ortalarında görülmemiş, eskilerin daha önce hiç karşılaşmadığı bir ayaz bastırır ve eksi on sekiz dereceyi bulan şiddetli soğuk iki gün sürer. Ayazın başında paniğe kapılan Moskovalılar üçüncü günün sonunda gördüklerine inanamazlar; sürüngenler ölmüştür. Onların karşısında çaresiz kalan ordu şimdi sokaklarda çürümüş, kokan sürüngen leşlerini toplamaktadır.
İlerleyen günlerde yanan enstitünün yerine yeni bir Zooloji Sarayı inşa edilir ve artık profesör olan Pyotr Stepanoviç İvanov bir süre kızıl ışını yeniden incelemek için uğraşsa da beceremez.
Sovyet doktor, gazeteci, yazar Mihail Bulgakov (1891-1940) cahil, her konuyu bildiğine ve her konuda bir şey yapabileceğine inanan yöneticilerin ne gibi sorunlara yol açabileceğini mizahi bir dille anlattığı romanı Ölümcül Yumurtalar’ı Stalin’in iktidara geldiği 1924 yılında yazıyor, ancak olay 1928 yılında geçmekte. Bilgi ve iktidarın bilinçsizce kötüye kullanılmasının yol açacağı felaketleri gösteren bu bilimkurgu eleştirmenler tarafından başarılı bir sistem eleştirisi olarak kabul edilir. İlerleyen yıllarda ülkesinde yaşananlar, Bulgakov’un uyarılarının pek anlaşılamamış olduğunu gösterecektir.
•