AYŞE HÜR
"Devrim Kanunları" ve Muhalefetin Tasfiyesi (1923-1927) Literatür Yayınları 2020 320 s.
"Kitap, bir arada okunursa daha iyi anlaşılacak ama hepsi kendi içinde bir bütünlük taşıyan on sekiz makaleden oluşuyor ve 1927’de Nutuk’un okunmasıyla sona eriyor. Kendisini “öteki tarihçi” diye tanımlayan Ayşe Hür’ü diğer meslektaşlarından ayıran şeyin ne olduğu bu kitaptaki makalelerde de apaçık görülüyor: Cesaret."
En matrak özelliklerimizden biri tarihe duyduğumuz derin ilgi ve meraka rağmen bunu basit böbürlenme düzeyinde tutup asla üstüne düşmeyişimiz, herhangi bir metni alıp eline okumayışımız olabilir.
Osmanlı tarihiyle ilişkimiz “Fatih’ler, Yavuz’lar, Kanuni’ler” ile sınırlıydı. AKP dönemi kendi mitini tarihyazımında da yaratarak bu listenin başına İkinci Abdülhamid’i ekledi – tabii bir de “kuruluş”, yani Osman Gazi ile Orhan Gazi. İttihatçılar tarafından yazılan resmi tarihyazımının “Kızıl Sultan” diye nitelediği Abdülhamid, İslami popüler tarihyazımının son temsilcisi Mustafa Armağan’ın elinde başkalaştı, olduğu insan yerine bizim muhayyilemizde görmek istediğimiz bir padişaha dönüştü, televizyon dizilerinde İngiliz elçilerini tokatlarken, vesveseli yaşamından toprak kayıplarına kadar birçok duyulması istenmeyen konu ustaca törpülendi.
Dolayısıyla, Kemalist resmi tarihyazımının karşısında bir alternatif tarih anlatısı değil, gene resmi bir anlatı bulduk.
Osmanlı ordusunda görev alan gayrimüslim askerlerin varlığını unutturmak gibi konularda bu iki anlatı yer yer aynı düzlemde buluşurken, “Çanakkale Savaşı nasıl kazanıldı?” sorusunun cevabını çok farklı yerlerde ama aynı metotla aradılar. Ama iki taraftan gelen bu “arayış” ortaktı ve özünde ikisi de kendi resmi tarihlerini karşı tarafa ikna ettirmeye çalışıyordu. Bu da çok sayıda resmi tarih papağanı popüler tarihçinin öne çıkmasına yol açtı.
İlber Ortaylı’dan Soner Yalçın’a, Sinan Meydan’dan Murat Bardakçı’ya, Kadir Mısıroğlu’ndan Erhan Afyoncu’ya, Yusuf Halaçoğlu’ndan Cemal Kutay’a birçok tarihçiyi televizyon ekranlarında ya da gazete sayfalarında görür olduk – Cemil Koçak, Ahmet Demirel ve Hakan Erdem gibi isimleri ayrı tutuyorum.
Kabaca her beş senede, yeni bir popüler tarihçi çıkaran bir topluma dönüşmemizin altında yatan sebebin, resmi tarih anlatılarını karşı tarafa ikna ettirmeye çabalayan bir “mahalle kaygısı” olduğunu düşünüyorum.
Bu zincirin son halkası olarak gösterebileceğimiz Emrah Safa Gürkan’sa, olanca meziyetine rağmen, Halil İnalcık’la, Kemal Karpat’la, Şükrü Hanioğlu’yla, Taner Akçam’la, Cemal Kafadar’la özdeşleştirebileceğimiz ağırbaşlı bir tarihçilik yerine reklamlarda oynamayı ve “pop-art” programlar yapmayı tercih etti.
Bütün bu çekişmenin ortasında –belki arasında demek daha doğru– Ayşe Hür, bildiği yolda ilerlemeye devam ediyor.
Literatür Yayınlarından çıkan yeni kitabı bir üçlemenin ilk cildi olarak yazılmış. Mustafa Kemal Atatürk Dönemi’nin Öteki Tarihi I’in altbaşlığı da var: “Devrim Kanunları” ve Muhalefetin Tasfiyesi (1923-1927).
Ayşe Hür, diğer kitaplarından da bildiğimiz anlatım şeklini burada da korumuş. Kitap, bir arada okunursa daha iyi anlaşılacak ama hepsi kendi içinde bir bütünlük taşıyan on sekiz makaleden oluşuyor ve 1927’de Nutuk’un okunmasıyla sona eriyor. Kendisini “öteki tarihçi” diye tanımlayan Ayşe Hür’ü diğer meslektaşlarından ayıran şeyin ne olduğu bu kitaptaki makalelerde de apaçık görülüyor.
Ele aldığı dönemi ya da konuyu irdelerken yeni bir resmi tarih yazmak yerine, önce anlatının kendisiyle uğraşıp onu sorularıyla adeta top ateşine tutuyor ve surlar çöktüğünde esas mevzuya giriyor. Üstelik, bu resmi –ataerkil– tarihyazımına bir kadın olarak meydan okuyor. Bu meydan okuyuşu en netameli konulara girerek yaptığının da altını özellikle çizmem gerekir.
Son analizde şunu söyleyebilirim, Sinan Meydan’ın Atatürk anlatısıyla Mustafa Armağan’ın Abdülhamid anlatısı arasında bir fark yoktur. “Maymun kralı ısırdığı için Milli Mücadele kazanıldı” ile “Paşam neylerse güzel eyler” anlayışı, iç sorgulamayı dışarda bıraktığından bence bilimsel bile sayılamaz. Her konuda derin bilgi sahibi olan Emrah Safa’nın da misal Ermeni Kıyımı üstüne konuştuğunu duyamıyoruz çünkü ne yalan söylemek ne ezberleri tekrar etmek istiyor, ne de takipçi kaybetmek...Böyle olunca, yumurta ya da at nalının kurtuluşa nasıl vesile olduğunu kendisinden dinleyebiliyoruz ama 1915’ten başka ekonominin Türkleşmesi gibi konuları da “ötekilere” bırakmayı tercih ediyor.
İşte o “öteki tarihçilerin” başında Ayşe Hür geliyor.
Bu mukayeseyi yaparken maksadım tarihçilerin maharetlerini, bilgilerini yarıştırmak değil, zaten öyle bir değerlendirme yapmak benim haddim de olamaz ama göstermek istediğim bir şey var: Cesaret. Ayşe Hür, resmi tarihin tabularıyla kora kor dövüşen cesur bir tarihçi.
Fakat bunu söylerken sadece Ayşe Hür’ün cesaretini vurguluyorum, yani Emrah Safa –veya o seviyelerdeki bir başkası– için “korkak” demiş olmuyorum çünkü bu ülkenin gerçeklerinde korku son derece anlaşılır bir şey ve hiç kimseyi bu şekilde suçlayamayız.
Bu kitap, aslında Mondros’tan Cumhuriyet’e Milli Mücadele’nin Öteki Tarihi’nin devamı niteliğinde. Hangi görüşten olursa olsun resmi tarihçilerin “anlatı”dan çok “hezeyan” addedebileceğimiz sayıklamaları yerine okuyucuyu düşünmeye, tartışmaya ve hesaplaşmaya çağıran bir kitap.
“Benim anlayışıma göre, tarih insanları sorular sormaya, tartışmaya ve başka zaman ve mekânlardaki insanların davranış, tavır ve değerlerinin nedenleri hakkında yorum yapmaya teşvik eder. Öte yandan geçmiş ve bugün birbirini aydınlatır. Bu yüzden tarih, geçmişe dair olduğu kadar günümüzü de içerir. (…) Ancak tarihi bakarak bugünü anlayabilir, içinde yaşadığımız sorunların nasıl ortaya çıktığını, nasıl şiddetlendiğini, nasıl kemikleştiğini kavrayabiliriz. Birbirinden hak talep eden grupların, ezildiğini, mağdur edildiğini ileri sürenlerin akıl yürütme biçimlerini ancak tarihsel hikâyeyi bilirsek daha iyi anlayabiliriz. Böylece günümüzün sorunlarını çözerken, ya da geleceği inşa ederken daha az yanlış yaparız.” (Önsöz, s. VIII.)