Yazarın penceresinden minik dünyalara

Mikrokozmoslar

Mikrokozmoslar

CLAUDIO MAGRIS

çev. Leyla Tonguç Basmacı YKY 2020 250 s.

İtalyan yazar, akademisyen ve çevirmen Claudio Magris’in Mikrokozmoslar isimli gezi yazısı, İtalyan’nın kuzeydoğusundaki Trieste bölgesindei küçük bir kafede başlıyor ve yine Trieste’de bitiyor. Oysa Magris’in anlatısı başlangıç ve sonu arasındaki onlarca sayfalarda okuyucuyu yalnızca gözlemleriyle baş başa bırakmaktan oldukça uzak. Yazar için mekânlar, geçmişiyle birlikte varolan birer hafıza sarayları gibi adeta. Sayfalara yansıyan her bir yer, beraberinde yepyeni bir hikâye, yepyeni bir evren getiriyor. Bu nedenle anlatı, bir gezi yazısının yüzeyselliğinden çok daha derinlikli bir halde okuyucuyu karşılıyor.

ÇAĞIN T. EROĞLU

“San Marco Kafesi, Nuh’un gemisi gibidir; istisnasız ve imtiyazsız olarak herkese, dışarıda şiddetli yağmur yağdığı zaman sığınacak yer arayan çiftlere de, tek başına gelenlere de yer vardır.”

Yazar Claudio Magris, bir Alman edebiyatı profesörü ve uzmanlık alanı da Modern Alman edebiyatı. Mikrokozmoslar’ı yayınladığı 1997 yılında kazandığı, İtalya’nın en saygın edebî armağanlarından olan Strega Ödülü’nden de anlaşılacağı üzere eser, oldukça kuvvetli bir edebî kaygıyla şekillendirilmiş. Grado’yu ardında bırakarak Venedik’e doğru yol alan bir kayık ve lagünler; Torino; dar sokakları beyaz ve pembe şelaleler gibi aydınlatan kocaman zakkumların arasından geçtiğimiz Assirtidi Adaları; baştan başa bir sınır olan, hem ayıran hem birleştiren Tirol; kubbeler, parklar, ormanlar… Magris’in dili, gezdiği yerlerin resmini usta bir ressam gibi, fakat fırçasını değil kalemini kullanarak kelimeler vasıtasıyla çizmesi açısından dahi keyifli bir okuma sunmaya yeterdi. Ancak yazarın bu pratikle sınırlı kalmıyor olması Mikrokozmoslar’ın neden modern bir klasik olmaya aday olduğunu açıklıyor.

“Her tarafta farkına varmadan birbirini aşan sınırlar var.”

Gezi yazılarının diğer edebî türler arasında yeterince değer görmediği birçoğumuzun malumudur. Bunu birçok nedene dayandırmak mümkün, ancak bu nedenler arasında bana en akla yatkın geleni, gelişen teknolojiyle beraber alıştığımız gezi yazısı tarzının önemini büyük oranda yitirmiş olması. Zira gerek Türk gerekse Dünya edebiyatındaki klasik gezi yazısı örnekleri genellikle insanlara gitmedikleri veya gitmeye imkân bulamayacakları yerleri, dünyaları anlatmak görevini üstleniyor. Dünyanın gittikçe küçülüp cebimize sığar olduğunu düşünürsek, bu uğraşının günümüz koşullarında artık fazla bir karşılığı olmadığı anlaşılacaktır. Oysa Mikrokozmoslar, her ne kadar gezi yazısı etiketiyle karşımıza çıkmış olsa da bize bu alışılmışlıktan bambaşka bir deneyim sunuyor. Latince mikro (küçük) ve cosmos (evren) kelimelerinin birleşmesinden oluşan ismi de, bize aslında yazarın eseri nasıl bir anlayış çerçevesinde kaleme aldığını açıklıyor: Mikrokozmoslar bir gezi yazısı olmaktan öte, bir hafıza galerisi. Bir izlenimler bütünü. Küçük küçük dünyalardan oluşan bir kronoloji, bir döngü. Tıpkı evren, tıpkı hayat gibi, dışarıdan bakınca yüzeysel fakat içine girdikçe derinleşen bir imgeler cümbüşü. Başladığı yerde biten ve gittiği her bir adımda okuyucuyu yepyeni bir derinlik ile kucaklayan eşsiz bir anlatı. Mikrokozmoslar deyimi ancak bu şekilde anlam kazanıyor. Bütün bir kitap, kimi zaman tamamen doğal, günlük hayatta pekala karşılaşabileceğimiz sadelikte karakterleri ve olayları içerirken kimi zaman da mitolojik fantezilerin hayat bulduğu serüvenler ile okuyucuyu baş başa bırakıyor. Tüm bunları da hepimizin gezip görebileceği yerlerden, özellikle bu yerlerin geçmişinden ve kültüründen aldığı izlenimlerle anlatıyor Magris.

“Çevredeki ormana karanlık iner. Yaprakların arasından derin bir nefes geçer; orman, karşılama ve koruma sağlayan bir in gibidir, hiç kimsenin çürüyen yapraklardan veya ezilen böğürtlenlerden daha önemli veya uzun ömürlü olmadığını hissettirir; o cırlamalar, ciyaklamalar ve çatırtılar tarafsız bir yasa oluşturur ve bir cırcırböceği aniden susarsa bundan rahatsızlık hissetmemek gerekir.”

Yazar Magris, bu geziyi tek başına tamamlamıyor. Kimi zaman uzunca bir süre önce sözleştiği bir arkadaşı, kimi zamansa kulaktan kulağa aktarılan bir hikâyenin kahramanı karşılıyor onu anlatıda. Böylelikle, tıpkı bir peyzaj ressamı gibi kaleme aldığı betimlemeler, anlamlı bir hikâyenin parçası olmaya başlıyor. Mikrokozmoslar’ın en önemli özelliği de elbette bu hikâyelerin bütününden mürekkep olması. Öyle ki kitabı elimize aldığınız zaman bizleri nerede bitip nerede başladığını anlayamayacağınız bir kurgu sürecinin içinde bulmamız için çabalıyor yazar. Bunu hem de öyle başarıyla yapıyor ki bu kısa anlatıları gezinin bütününden koparmamayı, her bir yer ile içkinliğini usta bir incelikle sürdürmeyi başarıyor.

Özellikle COVID-19 salgınının tüm dünyayı evlere hapsettiği şu günlerde Mikrokozmoslar,  yepyeni pencereler açmak üzere okuyucuya çok şey sunuyor. Kitabı okurken yerlerin ve bu yerlere içkin hafızanın bir yazarın incelik süzgecinden geçen izlenimleriyle yeniden şekillenmesi sonucu ortaya çıkan yepyeni dünyaları keşfetme heyecanı vaat ediliyor bize. Gerçekten de yazara şükran duyuyorum, bu anlatıyı salgın günlerinde deneyimleyebilmiş olduğum için. İnsanın bu yaşadığımız günlerde usta bir yazarın peşine takılıp hikâyeler dinleme şansı elde etmesi, büyük bir ayrıcalık.