Bir gençlik masasında

Lakin İyi Yaşadık

Lakin İyi Yaşadık

AYŞEN AKSAKAL

Everest Yayınları

Lakin İyi Yaşadık hayata kocaman ağız dolusu bir eyvallah diyor adeta. Ayşen Aksakal, bugüne kadar tek başına biriktirdiği anıları paylaşıyor okuyucusuyla.

ADALET ÇAVDAR

Biriktirmek hepimizin derdi, hatıralar, mektuplar, buzdolabı süsleri, insanlar, karneler, fotoğraflar… Bir yerden bir yere taşınırken aklınıza üşüşen anılar, her taşınmada biraz daha atılanlar, aman bu sefer de kalsın diye ayrılanlar… Sonra bir bakarsınız kocaman bir ömür geçerken, ev dolmuş taşmış bir kalabalık eşya yığını demek olmuş, her yanda biraz siz, bolca anlar birikmiş. Sonra bir an bir his gelir, bir an elinizde tutamadığınız bir öfke belki kocaman bir sevinç kalkıp ne varsa atmaya başlarsınız. İnsanın aklında kaldığı kadardır ya her şeyin ömrü, unutmaktan korktukların olur. O anılardır sizi siz yapan, siz siz olmaktan vazgeçmek istemezsiniz, kendinizi unutmak istemezsiniz. Her kötü yanınızı her kötü anınızı alıp avuçlarınızın arasına okşar seversiniz. Bir insanı büyüten kaybettikleridir, bir ömrü ömür yapan kaybettiklerini farkedip kıymetini bilmektir ya… Ezcümle; büyüyünce giderken arkanızda bıraktığınız her şeye bir eyvallah diyebilmek olur ömür, kaç yaşında büyüdüğünüzü ilk eyvallahı ne zaman dediğinizi hatırlamasanız da.

Ayşen Aksakal’ın Eylül ayında Everest Yayınları tarafından yayımlanan öykü kitabı Lakin İyi Yaşadık hayata kocaman ağız dolusu bir eyvallah diyor adeta. Aksakal, bugüne kadar tek başına biriktirdiği anıları paylaşıyor okuyucusuyla. Lakin İyi Yaşadık eteğindeki taşları bir ömür biriktirmiş insanların yüklerini sağalttıkları, biz yaşadık biraz da siz anlayın ya da siz de yaşadıklarınızı anımsayın ve anlatın bir ömür boşa gitmesin diyen kahramanlarla dolu. Bir elinizde kadeh olsun istiyorsunuz okurken, fonda hep Mahur Beste çalsın, yanınızda biraz selpak, elinizi tutacak sırtınızı sıvazlayacak birileri. Çünkü eğer bir fanusun içerisinde büyümediyseniz aslında okuduklarınızın bir kısmı sizsiniz, o hikâyelerde yazılarak sahip çıkılanlara tırnağınızın ucuyla bile olsa dâhilsiniz.

Ege’nin bir taşra kasabasından üniversiteyi kazanıp İstanbul’a gelen bir kız çocuğu ile başlıyor öyküler, sene 1990’lar. Sonra diğer öykülerdeki bütün kahramanların öykülerini başta kız çocuğu olan ama ardından çevresiyle beraber büyüyen bir kadın anlatıyor. Varlığı ayrı yokluğu ayrı ürkütücü, vakti zamanında ne olduğunu unutmuş kendinden korkup öyle yaşlanmış bir babayla beraber İstanbul Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin önünde öylece duruyor o kız çocuğu. Şehir büyük, şehir kalabalık, şehir ürkütücü, şehir heyecanlı, çocuk kadın meraklı... İlk öğrendiği şey hiç tanımadığı birine bir anda güvenmek oluyor, hayat bu ya sonrasında da hiç gücenmiyor.

90’lı yılların Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde insanın başına ne gelirse o geliyor o büyüyen kadının ve arkadaşlarının başına. Ekmek bölüşmeyi çocukluktan öğrenen gençler, yeri gelince dövüşmeyi, yeri gelince koşmayı, yeri gelinde bir demlik çayla bütün gece konuşmayı öğreniyorlar. Çektikleri çile, kendilerine yük edindikleri dertler hepsinde gözle görülür içle sezilir yaralar bırakıyor. Büyürken herkesin birbirine merhem olduğu hayatta, büyüdükçe yitip ve çekip gidenlerin ardında kala kala kendi kendilerine merhem olmayı da öğreniyorlar. Bir kambur hayatta yuvarlanıp büyüyorlar.

Lakin İyi Yaşadık’ın sayfaları arasında dolanıp dururken her öyküde bir önceki öykünün kahramanının hangi sokak başında olduğunu arıyor gözleriniz. Başlarına ne geldiğini merak ederken yaşadığınız benzer anları anımsıyorsunuz ister istemez. Bütün kahramanların birbiriyle dost olduğu merhametli, muhalif ve hâlinden mustarip birtakım insanlarla ahbaplık kurmanızı sağlıyor. Hep kurulan hep dağılan ama bir şekilde yan yana durulmanın bir yolunun bulunduğu tiyatro sahnelerinde en çok kendileriyle eğlenen amma ve lakin oynadıkları oyunlara kendi dertlerinden daha büyük dertler ekleyen bir avuç dolusu insanın hikâyesi dolanıyor Lakin İyi Yaşadık öykülerinin içerisinde. Bir dağda bir aşkın ortasında, bir meyhane masasında bir yudum su içecek dermanı kendinizde bulamazken ya da yıkılıp yıkılıp yeniden kurulurken, hah işte tam da bunun gibi bir şeydi olan biten dediğiniz öyküler.

Herkesin kendini ve o üniversite kapısında duran kadının herkesi ve her şeyi 1990’lardan bugüne kadar parça parça anlatmasından oluşuyor Lakin İyi Yaşadık. Arada bir, bir zamandan diğerine atlıyor birisinin hikâyesinin içerisine çok uzaklardan bir başkası giriyor. Dostluk, kardeşlik, kadınlık, erkeklik ve insanlık en büyük dertleri oluyor. Bir öykünün içerisinde kimi zaman bir kâfiye uyduruluyor, bir şarkı gibi okunuyor, bir diğerinin içindeyse kendi hâlinde bir insan öylesine fısıldar gibi sakince anlatıp duruyor. Ayşen Aksakal, yeryüzünde hâlâ yaşadığına şükrettiğiniz bir zamanlar ve hâlâ hayatınızda olan insanları kocaman bir iyi ki ile hatırlamanıza neden oluyor.

1990’ların pek yazıl(a)mayan hikâyelerini anlatıyor Ayşen Aksakal. Bizler bu ülkenin siyasal tarihini, darbelerini, kendince devrimlerini bizden önce yaşayanlarla okuduk lakin bizim kendimizce yaşadıklarımız boğazımızda bir düğümle, sanki –kime göre, neye göre bilinmez– daha az çekmenin verdiği bir iç sıkıntısıyla yazmaya gitmedi ellerimiz. Kimi zaman mutfak, kimi zaman meyhane masalarında anlattığımız anılar olarak kaldılar. Lakin yaşandı, daha azı ya da daha çoğu yok. Bu ülkede hâlâ vicdanlı olanın karşısında devlet dururken başından geçeni anlatmak tarafın ne olursa olsun seninle beraber ve senden sonrakine kalacak bir tarih bırakmak elbette gerekli. Ayşen Aksakal yazdıklarıyla biraz gayret veriyor, sırt sıvazlıyor adeta. Bizim de çektiklerimiz oldu, hâlâ da çekiyoruz eyvallah ama yaşıyoruz ve umut var diyor. Zamanla hayatımıza girenlerin kalabalığında kaybettiğimiz dostlarımıza bir hal hatır sorma gereği doğuruyor.