Kehribar-Geçidi

Kehribar Geçidi

NAZAN BEKİROĞLU

Timaş Yayınları Kasım 2021 605 s.

Nazan Bekiroğlu’nun uzunca bir aradan sonra yayımladığı yeni romanı Kehribar Geçidi, Timaş Yayınları tarafından aralık ayında basıldı. Daha önceki eserlerinde de geleneksel hikâyeleri ve mitolojiyi kullanan Bekiroğlu’nun yeni romanı, bize dünün anlatısıyla bugünü nasıl yorumlayabiliriz sorusunu sorduruyor.

ADALET ÇAVDAR

Bugünü nasıl anlar ve yorumlarız, tarih bize bugünle ilgili hangi ipuçlarını verir? Devletlerin kurulması, hükümdarlıkların yıkılıp yeniden ayağa kalkması, isimlerin değişmesi ama bir âdetin daima baki kalması: Varolmak için bir diğerinin bahçesini tarumar etmek. Çağlar değişir, yüzyıllar bir anmışçasına yaşanır da, savaşlar ve nedenleri nasıl değişmez. Bugün TV ekranlarında akşam saatlerinde neden birbirinin benzeri tarihî diziler var, üç saat boyunca kılıç sallayıp bize ne anlatmaya çalışıyorlar? İnsanlar yaşadıklarından bir şey öğrenmedikleri için mi tekerrür edip duruyor tarih?

Nazan Bekiroğlu’nun Kehribar Geçidi romanı, MS 300’lü yılların Roma’sına dair hayalî bir tasvirle başlıyor. Yedi Uyurlar’ın hikâyesini az çok hatırlarsınız: Ashâb-ı Kehf dünyanın pek çok kültüründe dile gelen; halkını terk eden, kendi halkına yüz çeviren bir topluluğun hikâyesi. Özellikle geçmişte Hıristiyanlar için önemli olan hikâye, Müslümanlık’ta Kehf Sûresi’nde anlatılıyor. Rivayete göre Decius zamanında yedi genç ve bir köpek, putperest inançlara kurban edilmekten korktukları için bir mağaraya sığınır ve orada mucizevi bir uykuya dalarlar. Bu mağaraya giren insanlar bu insanların uyanmamasına şaşırır ve askerler mağaranın girişini kapatırlar. Yaklaşık 200 yıl kadar sonra mağaranın girişi açılır, Yedi Uyurlar dünyaya çıkar. Çarşıdan ekmek almak isterler amma velakin üstlerindeki paralar iki yüzyıl öncesine aittir. Hikâyelerini anlatır ve mucize olarak kabul görürler.

Nazan Bekiroğlu, Yedi Uyurlar hikâyesinin Batı versiyonunu anlatmayı tercih etmiş ve hikâyenin asıl uyanış sonrasıyla ilgilenmiş. Oldukça hacimli bir roman Kehribar Geçidi. Altı yüzü aşkın sayfa boyunca zengin bir dil, döngüsel bir anlatı biçimi ve ele aldığı zaman dilimiyle göz dolduruyor. Haliyle arkasında ciddi bir emek var bu romanın. İnsan bu son şekle gelene kadar kim bilir günler, aylar boyunca, kaç bin sayfalık iş yapılmıştır diye merak ediyor. Öte yandan zamanın döngüsel olması hata payını artırdığı gibi, okurun akışı yakalamasını da zorlaştırıyor. Okuyan için bunca zorlayıcı bir metnin, yazarını da hayli uğraştırdığı açık. Üstelik Bekiroğlu hâlâ defter kalemle yazan nadir romancılardan biri.

Darphanede çalışan bir köle, imparatorun yüzünün olduğu sikkelerden birine bir darbe indiriyor. İmparatorun gözünden bir damla düşürüyor, kusurlu sikke. Kehribar Geçidi, Kimsenin fark etmediği kusurlu bir sikkenin devr-i alem hikâyesi aynı zamanda. Cepten cebe, dükkândan dükkâna, kasadan çekmeceye, şehirden şehre dolanıp duruyor kusurlu sikke ve talih bu ya, kusuru fark edilmiyor, piyasadaki serencamını sürdürüyor ve gözünün gördüğü dünyayı kendi dilinden anlatıyor. Sikkenin dolandığı eller bir zaman sonra bir yerde denk geliyor, yedi insan ve bir köpek. Roma’nın en kötü dönemi. Tanrı-kral bir nevi istibdat idaresi kurmuş. Ahlaki ve ekonomik çöküş hali tecrübe ediliyor. Aşina olduğumuz şeyler var havada. Fiyatlar artıyor, halk fakirleşip köleleşiyor, hukuk işlemiyor, devletin kasası tamtakır ve herkes bir intikam peşinde. Şiddet seyrederek eğleniyor insanlar. Din kocaman bir kurgudan ibaret. İnsanlar tek tanrıyı kabul ettiklerinde başlarına geleceği biliyorlar; idam. Ama bu yedi insan, başlarına geleceklere aldırmaksızın Hıristiyanlığı tercih ediyor. 309 yıl sonra uyandıklarında ise karşılarında Hıristiyan bir Roma buluyorlar.

Âlemi seyreden bir kusurlu sikkeyle, dünyaya uyuyan yedi kişi ve bir köpeğin peşine düşüp insanlığın en müşterek ve en mahrem hikâyesini anlatıyor Nazan Bekiroğlu. Uzun uzun, üzerinde dura dura, hiçbir detayı kaçırmamaya özen göstererek anlatıyor. Demek bu mahrem ve müşterek hikâyede çözülmemiş bir şeyler olduğu kanaatinde. Belki de oturup o şeyi birlikte çözelim istiyordur. İnsanlığa dair bir dileği var yazarın; ortak bir rüya ve ortak bir dua. Kim bilir, çare belki de uzun bir uykuda…