Erkeklerle kedilerin alışılmadık yoldaşlığı

Kediler-ve-Erkekler

Kediler ve Erkekler – Uykudan Önce Öyküler

BARIŞ SOYDAN

The Roman Yayınları 2019 140 s.

Soydan’ın hikâyelerinde farklı toplumsal konumlardaki karakterleri, özellikle de ‘alttakileri’, kedilerle olan ilişkileri eşliğinde tanıma, sohbetlerine ve iç seslerine tanıklık etme fırsatı buluyoruz. Kediler kimi zaman yalnızlığı paylaşan dostlar, kimi zaman sevginin bir ifadesi ya da aracısı olarak öykülerde yerlerini alıyorlar. Kedileri zaman zaman konuşturan yazarın iyi bir kedi gözlemcisi olduğunu kabul etmek gerekiyor.

EMEL COŞKUN

Gazetecilik deneyiminin uzun yıllara yayılan birikimini edebiyata taşımaya devam eden Barış Soydan, Boruotu Cinayetive Cemaatçinin Ölümü adlı polisiye romanlarının ardından bu kez edebiyatın en zor türlerinden birisi olan kısa öykülerle okurun karşısında.

Soydan’ın yeni öykü kitabı Kediler ve Erkekler - Uykudan Önce Öyküler, birlikte anılmasına pek de alışık olmadığımız erkeklerle kedileri yan yana getirmekle kalmıyor, kendi deyişiyle bu ikili arasındaki “yoldaşlık” öykülerini konu ediniyor. Kitabın arka kapağındaki tanıtım metninde ise kadına yüklenen toplumsal cinsiyet rolleri ile kedilerin davranış benzerliğine dair kurgu-algının tersten okuması karşımıza çıkıyor:

“Biz erkeklerin kedilerden öğreneceği çok şey var: kibarlık, merak, düşmeyi bilmek, boyun eğmemek … icabında çekip gitmek, sürüden ve sürülerden uzak durmak, tasma takılmasına direnmek, özgürlükten vazgeçmemek...”

Soydan, pozitif anlamlar yüklediği kedilerin karakteristik özellikleri üzerinden erkeğe yakıştırdığı değerleri ve özlemleri tanımladıktan sonra ekliyor: “Kadınların anlaması zor”. Her ne kadar yazar erkeklerle kedileri yan yana getirerek toplumsal cinsiyet kalıpyargılarına meydan okusa da, erkeklere yüklediği pozitif değerler ile –belki de– farkında olmaksızın kadınlık-erkeklik ikiliğini yeniden üretiyor.

Peki ya öyküler?

Soydan’ın hikâyelerinde farklı toplumsal konumlardaki karakterleri, özellikle de ‘alttakileri’, kedilerle olan ilişkileri eşliğinde tanıma, sohbetlerine ve iç seslerine tanıklık etme fırsatı buluyoruz. Kediler kimi zaman yalnızlığı paylaşan dostlar, kimi zaman sevginin bir ifadesi ya da aracısı olarak öykülerde yerlerini alırken kendi seslerini duyurmak için miyavlayıp duruyorlar. Kedileri zaman zaman konuşturan yazarın iyi bir kedi gözlemcisi olduğunu kabul etmek gerekiyor.

Karısının bir anda hastalanıp ölmesi sonrasında yalnız kalan güvenlik görevlisi Salih’in, cezaevinden eli ayağı tutmaz şekilde salıverildikten sonra azmedip yürümeyi başaran Adnan’ın, 12 Eylül döneminde askeri bir lisede beslediği kedi ile yoldaş olan Haluk’un öyküleri, karşılaştıkları kedilerin yaşam öyküleri ile paralel gelişiyor.

Hikâyelerdeki karakterlerin ortak özelliklerinden biri hayatlarına giren kediler ise diğeri de bugünün dünyasında, kapitalizmin ve iktidar ilişkilerinin yarattığı yozlaşma karşısında direnmeye çalışmaları ya da can çekişmeleri olarak tanımlanabilir. Örneğin her daim maske takmayı gerektiren iş âleminde, uluslararası şirketlerin mekânı olan plazaların önlerinde kedi beslemenin yasaklanması, bir direniş alanı olarak karşımıza çıkıyor. Pelin’in kedi beslemek gibi önüne geçemediği gayet insani bir davranışının bile kriminalize edildiği hatta bunun esprili bir şekilde “Plaza Kedilerini Besleme Örgütü”ne üyelikle eş tutulduğu hikâyede Pelin de kedileri besleyerek sisteme karşı çıkıyor.

Bir başka öyküde, cezaevinde 12 yıl kalan ve ölüm orucundayken Wernicke-Korsakoff hastalığına yakalanarak özel afla salıverilen bir devrimcinin hayata yeniden tutunmasında Tarçın isimli kedisinin oynadığı rolü görüyoruz:

“Devrimciler profil fotoğrafına hiç kedi resmi koyar mı!’ymış. Kimin fotoğrafını koymamı isterdiniz hanımefendi? Yürümeyi öğrenirken o vardı yanımda, onun fotoğrafını koydum, siz olsaydınız sizin fotoğrafınızı koyardım.” (s. 80)

Çoğu zaman gündelik yaşamımızın bir parçası olan işçi-patron ya da kadın-erkek ilişkileri Soydan’ın hikâyelerinde sık sık karşımıza çıkıyor. Yazar, bazen umutlu bazen karamsar sorgulamalarla okuru kendine ortak ederken bazen de karikatürize ettiği karakterlerle gülümsetebiliyor:

“Otuz yaşına geldi. Bütün arkadaşları bir işe kapağı attı. Düne kadar yeraltı şairi pozları yapan Ege’yi al. Sarıömer Holding’de çalışmaya başlamış. Hâlâ yeraltı şiirleri yazdığını söylüyormuş, soranlara. Yersen… Veya şu kalın kafalı nihilist Mert… Bir dış ticaret şirketinde kurumsal pazarlama yönetmeni olarak başlamış. Altına araba vermişler. Benzini de şirket koyuyormuş. (…) Kurumsal pazarlama yönetmeni… Nereden buluyorlar böyle abudik gubidik isimleri?” (s. 97)

Ancak öykülerin, asıl karakterleri olan erkeklerin perspektifinden ve değerlerinden beslenerek aktarıldığını ve kadınların bu kurgularda çoğu zaman “öteki” olarak konumlandığını da vurgulamak gerekiyor. Nitekim bir öyküde kıskançlık krizine girerek sevgilisine şiddet uygulayan, bir başka öyküde eşini aldatan ya da terk eden sevgilisinin geri dönüşünü bekleyen karakterler, erkek egemen perspektifi zaman zaman okura sorgulattırabiliyor.

Rahat okunan, esprili diliyle güldüren ve ilginç detayları ile zaman zaman meraklandıran Soydan’ın öyküleri gayet keyifli. Dili ve kurgusunun ötesinde, hayvan hakları meselesinin yakıcılığının her geçen gün daha fazla hissedildiği günümüzde kedilerin öykülerinin anlatılması, konuya dair farkındalık yaratmak bakımından da önemli.

•