İlhan-Sami-Çomak

Karınca Yuvasını Dağıtmamak

İLHAN SAMİ ÇOMAK

İletişim Yayınları 2021 160 s.

"Kitabın geneline baktığımızda duvarları aşmaya çalışıyor İlhan Sami Çomak. Edebiyatın, şiirin duvarları aşmaya nasıl yardımcı olduğundan bahsediyor. Bazen yara bere içinde olsa da bazı duvarları aştığını görebiliyoruz. Ortaokul çağından itibaren duvarlarla çevrili bir hayatta böylesine bir umut, böylesine bir çaba okuyucu olarak beni etkiliyor."

ESRA ÖZTÜRK

İlhan Sami Çomak ile Karınca Yuvasını Dağıtmamak sayesinde tanıştım. İlhan Sami Çomak işlemediği bir suçtan mahkûm edilmiş, hâlâ dosyası Anayasa Mahkemesi’nde olan bir şair. Hukuksuz 27 yıla rağmen içinde bulunan umudu nasıl yeşerttiğini, beslediğini okuyoruz. Hapsedilerek duvarsız bir hayat yaşama ihtimalinden men edilmiş bir şair. Mahpus olmadan önce de duvarlar ile büyüyen bir hayatı olmuş. Türkiye’de adaletin, yargıyı sağlamaya çalışan insanların çürümüşlüğü hakkında her gün konuşuyor ve serzenişte bulunuyor olabiliriz, fakat yazdıklarıyla daha canlı bir tasvirini yapmamızı sağlıyor İlhan Bey. Konuştuğumuz çürümüşlüğün yaşayan ruhları nasıl zedelediğinin, kırdığının örneklerinden sadece bir tanesini okuyoruz bu kitapta. İlkokul yıllarından itibaren duvarlarla çatışmış, duvarlara maruz kalmış, fakat tüm zorunluluklara, zorluklara karşı mücadele içinde olduğunu okuyoruz. Don Kişot yeldeğirmenlerine karşı savaşıyordu, İlhan Bey duvarlara karşı savaşıyor. Hapishanede yeşertmeye çalıştığı hayatı şiirleriyle anlatmak istiyor. Onun içinde tuttuğu umudu, yaşam serüveni okuyucuyu derin bir iç mukayeseye, devlet-toplum-azınlık ilişkisini düşünmeye sürüklüyor ve her şeye rağmen umut ilkesine tutunmaya inandırıyor bizi.

İlhan Sami Çomak şiirle başlıyor kitabına. Sonrasında yaşadıklarını ruhu sızlatan cümlelerle aktarmış.

“Büyümek bana hep çok uzak gelirdi, olası ama çok uzak! Zor ve sezgiyle sakınılması gereken bir şey. Ama bir genişlikte çok ıssızken büyüdüm. Hâlâ alışamadım buna. Pek inanmadan yaşadım çocukluktan sonra. Çocukluk iyiydi, tamdı ve güzeldi. Şaşkınlık vaat eden o girintileri kurcalıyorum hâlâ. Çocukluk beni hiç yüzüstü bırakmadı.” (s. 25)

Sevdiklerinden koparılmak, yaşamdan zorla koparılmak yarım bırakıyor insanı. Tamamladığı çocukluğunu kutsal bir sandık gibi muhafaza etmeye çalışıyor. Sarıp sarmaladığı, hep taze tutmak istediği bir çiçek gibi çocukluğu. Devletin yerden yere vurduğu bir ruhu çocukluğu ile iyileştiriyor şiirleriyle büyütüyor gibi İlhan Bey.

“Kıyım unutulmuyor. Mazlumlar öfke ve korkularını ezberleye ezberleye çoğaltıyor olmalı” diyor. (s. 33) Onun ise tüm korkularını, öfkelerini ezberlemek yerine duvarları aşarak yaşamına devam etmeye çalıştığını görüyoruz. Yaşamının şiirine yük olmamasını istediğinden bahsediyor ve etrafı duvarlarla çevrili olsa da şiirine özgür bir alan yaratmaya çalışıyor.

“Tüm zorluklara, hayatın doğal akışından koparılmış olmama rağmen kavurucu bir istekle gerçeğe, duvarların dışındaki genişliğe, genişliğin içerdiği sonsuz olasılıklara ulaşma ve geleceği kucaklama arzusundayım!” (s. 115)

Kitabın geneline baktığımızda duvarları aşmaya çalışıyor İlhan Bey. Edebiyatın, şiirin duvarları aşmaya nasıl yardımcı olduğundan bahsediyor. Bazen yara bere içinde olsa da bazı duvarları aştığını görebiliyoruz. Ortaokul çağından itibaren duvarlarla çevrili bir hayatta böylesine bir umut, böylesine bir çaba okuyucu olarak beni etkiliyor. Devletin, yargının ördüğü duvarlar bir yana, komşunun, sınıf arkadaşının, öğretmeninin ördüğü duvarlara tanıklık ediyoruz. Zorbalıkla eğitimin, zulümle arkadaşlığın karıştığını okuyoruz. Tüm bunlara karşın sevgiyle bir ruhun nasıl nefes alabildiğine ve hâlâ çevresine güzellikler verebildiğine dair sonuçlara ulaşıyoruz.

Kitap Türkiye adalet ve hukuk sistemi hakkında bir şeyler söylüyor olabilir. Ama en çok da azınlık olarak bir insanın çocukluktan yetişkinliğe kadar Türkiye’de neler yaşayabileceğinin örneğini sunuyor bize. Şu an yaşamakta olduğumuz döneme baktığımızda değişen ne var diye soruyor insan ister istemez. Toplumumuzda azınlık veya genel yüzdelikle örtüşmeyen bakış açılarına saygı var mı? İnsan olabilmek için bir toplumda herkesin her değeri aynı biçimde mi yaşaması gerekiyor; veya yaşaması mı gerekiyor? Farklı olanın yaşam hakkını tayin etme vazifesini kim kime veriyor?

Hepimizin okuması gereken bir kitap olduğunu düşünüyorum. Şiirlerine kulak vermemiz gerektiğini düşünüyorum. Şiirleri hakkında Necmiye Alpay’ın K24’teki “Müebbet Şair” isimli yazısını okuyabilirsiniz.

Toplum zenginliğin farklılıklarla mümkün olabildiğini anlamamız dileğiyle.