VOLKER WEİDERMANN
çev. Zehra Kurttekin Can Yayınları 2018 120 s.
Volker Weidermann’ın Karanlıktan Önceki Yaz isimli kitabı 1936’da vatanlarından sürülen, faşizmin yersiz yurtsuz bıraktığı yazar, sanatçı, muhalif aydınların Belçika’nın küçük bir kasabasında son kez buluşmalarını anlatır.
1936 yılının yazında henüz yaşanacak günlerin en kötüleri başlamamıştır ama yaklaşan felaketin top ve tüfek sesleri pek çok yerde duyulmaktadır. Mayıs ayında faşist İtalya Habeşistan’ın işgalini bitirmiştir, başkaldıran İspanyol ordusu adım adım ilerlemekte, Cumhuriyetçileri yok etmek için elinden geleni ardına koymamaktadır...
Canı gönülden destekçileri Nazi Almanyası ve faşist İtalya’nın da katılımıyla İspanya kısa bir süre sonra İkinci Dünya Savaşı’nın provasının yapıldığı bir yer haline gelecektir. Naziler Almanya’yı Yahudilerden, “zararlı akım ve kişilerden” büyük ölçüde “temizlemiştir”. Bir zamanlar amfilerde, üniversitenin koridorlarında görülen akademisyenler, eserleri kitapçı vitrinlerini, galerileri, sinema perdelerini, tiyatro sahnelerini, konser salonlarını ya da sokakları renklendiren, seslendiren sanatçılar eğer ölmemiş ve tutuklanmamışsa ülkesini terk etmek zorunda kalmıştır. Bu kişiler kendilerini güvenlikte hissettikleri ülkelerin, şehirlerin yeni sakinleri olurlar. Ve henüz buralarda barınabilmektedirler.
Başta Avrupa olmak üzere tüm dünyanın büyük bir felakete doğru sürüklendiği o günlerde, kıtanın tanınmış sayfiye kasabası Costende otelleri, lokantaları, kafeleri, ahşap büfeleri, plajı, dondurma dükkânları ve kumarhanesiyle bir kez daha tatilcileri ağırlamaktadır. O yaz yazın dünyasının ülkelerinden ayrılmak zorunda kalmış mensuplarından küçük bir grup da onlarla beraberdir. Kitapları artık vitrinleri süslemeyen, yeni eserlerini yayınlayamayan, yaşadıkları ülkelerin resmî makamlarınca şüpheyle karşılanan Alman ve Avusturyalı yazarlardan ve muhalif siyasetçilerden oluşan küçük bir grup o yaz Costende’de buluşurlar. İçlerinde kimler yoktur ki?
Bir süredir Londra’da yaşayan Stefan Zweig ve sevgilisi Lotte Altman, Paris’e sığınmış olan Joseph Roth, Irmgard Keun, yazar, yayıncı Hermann Kesten, ömrünün sonuna kadar mücadele etmekten vazgeçmeyecek olan Egon Erwin Kisch, Costende’den sonra İspanya’ya gidecek olan Arthur Koestler, Weimar Cumhuriyeti’nde “komünist basının çarı” lakabını almış olan Willi Münzenberg, yardımcıları Hans Schulz ve Otto Katz…
Stefan Zweig’ın buraya ilk gelişinin üzerinde 22 yıl geçmişti. O yolculuğun başlıca nedeni şiirlerine hayran olduğu ve çevirip Almancaya kazandırdığı Émile Verhaeren’i ziyaretiydi. O günlerde giderek hızlanan savaş tamtamlarına aldırmamış ve ülkesinden ayrılıp buralara gelmişti. Ancak o buradayken, Avusturya 28 Temmuz’da Saraybosna’daki suikast nedeniyle Sırbistan’a savaş ilan etmişti. O da işlerin iyice ciddileştiğini görmüş ve 30 Temmuz’a bir tren bileti alıp ülkeden ayrılmıştı: “Bu o yaz Belçika’dan Almanya’ya kalkan son trendi.”
Zweig o yıllarda savaşla ilgili naif düşüncelere sahiptir. Birinci Dünya Savaşı ve sonrasındaki yıkımları görememektedir. Bunlara yakından şahit olduktan sonra da benimseyeceği pasifist tavrından uzaktır. Weldermann, “Zweig’ın tasavvur ettiği biçimiyle savaş kahramanlık ve iyi, gerekli bir dava uğruna bulunulan bir özveriydi. Ve düşmanlar da iyi bir tavır sergilemeliydiler” diyor. Ama artık öyle olmadığını biliyordu. 22 yıl sonra buraya bir kez daha, ama bu sefer yorgun, sıkkın, korkan bir adam olarak gelmiştir. Yaşananların çok daha kötülerinin olacağından korkmaktadır.
1933’te Berlin’in Opera Meydanı’nda faşistler Yahudi, komünist ve muhalif yazarların kitaplarını yakarken…
“Kardeşi gibi sevdiği”, yıllardır maddi ve manevi desteğini eksik etmediği Joseph Roth, Costende öncesi Amsterdam’dadır. Mültecilerin Costende’de bir araya geleceğini Zweig’dan öğrenince, özellikle Zweig ile görüşebilmek için o da oraya gitmeye karar vermiştir. Bir süredir araları “limonidir”. Zweig, Roth’un bitmeyen sorunlarından, isteklerinden, inatla sürdürdüğü yaşam biçiminden yılmıştır. Devamlı içmekte, yayıncılarla ilişkilerini düzenleyememektedir. Roth ise haklı olarak Zweig’ın Naziler karşısındaki pasif tavrını, Avusturyalı Nazilerle uyuşma halindeki yayıncılarla çalışmasını kabul etmemektedir. Sonuç olarak onun da kitapları yakılmış, Almanya’da yasaklanmış, ülkesinde yaşaması neredeyse imkânsız hale gelmiştir. Hoşgörü tedavülden kalkmıştır. “İnsanın kendisinin ve uğruna yaşadığı ve yazdığı her şeyin çiğnendiği bir dünyada hoşgörü neye yarar ki…”
1936 yılında yersiz yurtsuz bir kişinin ülkeler arasında dolaşması o kadar kolay değildir. Bunun için uğraşmak, beklemek, resmî dairelerde memurlar arasında gidip gelmek gerekmektedir. Ve Joseph Roth’un da Hollanda’dan Belçika’ya gidebilmesi için bunları yapması lazımdır. Sonunda vizeyi alır. Temmuz ayında o da Costende kasabasında olacaktır.
Oraya vardığında Zweig’ı peronda beklerken bulur. Eski dost her şeyi ayarlamıştır. Roth’un korktuğu başına gelmez, Zweig onu sıcak karşılar, meselelerini onun adına düzene koyan kişi bir kez daha onun yayındadır. Yine eskisi gibi yazdıklarının ilk okuyucuları olabileceklerdir. Ama önce Zweig, Roth için bir pantolon ve ceket diktirir!
Kaçakların tercih ettiği mekânlardan biri de Flore’dur. O akşam erken gelen Egon Erwin Kisch, karısı Gisela ve misafirleri Irmgard Keun sahil manzaralı bir köşede oturmuş sohbet ederken iki adam yaklaşır. Bir tanesi gayet şık giyinmiş, kendinden emin, beyefendilere özgü haliyle dimdik yürümekte, hemen arkasında daha kısa boylu bir bey onu izlemektedir. Hafifçe öne eğik ve yalpalayarak yürüyen, koyu takımlı, papyonlu bir kişinin alnında bir tutam saç ve ağzının üzerinde fırça gibi asılı duran bıyıkları vardır. Bu haliyle kederli bir foku andırmaktadır. Erwin Kisch dostça selamladığı bu kişilerle Irmgard Keun’u tanıştırır. Keun hemen Roth’dan etkilenir. “Birkaç saat içinde kederden ölecek bir insan gördüğüm hissine kapıldım” diye yazacaktır:
“Yuvarlak mavi gözleri ümitsizlikten neredeyse görmeden bakıyordu ve sesi derin bir kederin yüküyle sarsılmış gibiydi.”
Roth, Keun’u yanına oturtur. Şüphecidir, Keun Yahudi değildir, Roth onu tanımamaktadır, kitaplarının hiçbirini bilmez. Neden buradadır? Keun’un cevabı kısa olur: “Ülkeye, insanlara, iktidar sahiplerine tiksintiden…” O gece daha çok Keun konuşur, Roth ona üç buçuk yıldır görmediği Almanya hakkında sorular sorar ve verdiği cevapları dikkatle dinler. Keun onun bu merakını sever ve gece ilerledikçe ortak bir noktaları açığa çıkar. İkisinin de deneyimli bir içkici olduğu! İkisi de içki olmadan yazamayacaklarını düşünmektedirler. Ve birkaç gün sonra da Keun onun oteline taşınır.
Roth ile Keun arasında bunlar yaşanırken, Erwin Kisch’in etrafı komünist mücadele arkadaşlarıyla çevrilidir. Devamlı olarak siyasal durumu, Avrupa faşizmine karşı neler yapılabileceğini tartışırlar. Kongreler, komiteler, çağrılar planlarlar. Willi Münzenberg bu çevrenin en karizmatik lideridir. Weimar Cumhuriyeti’nde bir basın imparatorluğu kurmuş, ancak Nazilerin yükselişiyle hepsini yitirmiştir. Parti çizgisiyle mücadelelere katılmayan Münzenberg iyi bir propagandacıdır. Gün boyu aklına fikirler gelir durur. Almanya’ya balonlar yardımıyla broşürler dağıtmayı planlar. Bunun için tanıdıklarını seferber eder.
Münzenberg’in çevresindeki kişilerden biri de gazeteci, yazar Arthur Koestler’dir. O sıralarda Jaroslav Hašek’in Aslan Asker Şvayk’ın devamını yazmak için Münzenberg’den avans almış, kitap üzerinde çalışmaktadır. Roth, Kisch’in sofrasında onlara rast geldiğinde görmezden gelir. Monarşist olduğunu bilen solcuların şakalarına aldırmaz. Derken gazeteler 17 Temmuz’da İspanya’da demokratik yollarla seçilmiş Halk Cephesi hükümetine karşı faşist Franco önderliğinde ordunun isyan ettiğini yazarlar: “O andan itibaren Kisch’in masası bir komünist mücadele ve enformasyon bürosuna dönüşür.” Olanlar ve olabilecekler üzerine yapılan tartışmaların sonu gelmez.
Volker Weidermann
Koestler İspanya’ya gitmek istemektedir. Hâlâ cebinde Macar gazetesinden aldığı basın kartı vardır ve Macaristan yarı faşist bir ülkedir. Bunu duyan Münzenberg hemen atılır ve bu kimlikle Franco’nun karargâhına girebileceğini söyler: “Etrafa bir göz atarsın.” Amacı Almanların ve İtalyanların Franco yararına müdahalede bulunduklarına dair kanıt bulmaktır.
Roth bütün bunlarla çok ilgilenmez. Savaş ona göre bir şey değildir ama onun Avusturyası da zor durumdadır. 11 Temmuz’da Nazi Almanyası ile bir antlaşma yapılmış ve Avusturya’da yasaklı olan Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi’nin tutuklanmış bazı üyeleri için bir af çıkarılması ve bazı Alman gazetecilerin üzerindeki yasağın kalkması öngörülmektedir. Ayrıca hükümette iki Nasyonal Sosyalist bakan bulunacaktır. Kısaca, ülkenin Almanya’nın bir eyaleti olmasına doğru büyük bir adım daha atılmıştır.
Bir süre sonra sürgünler grubuna oyun yazarı Ernst Toller ve oyuncu eşi Christiane Grautoff da katılır. Londra’dan gelmişlerdir. Toller uzun tutukluğuna rağmen ne şair coşkusundan ne de devrimci kişiliğinden sapmamıştır. Kısa süre önce Londra’da toplanan Uluslararası Yazarlar Birliği’nin toplantısında yazarları diktatörlere karşı mücadeleye çağırmıştır: “Hayır, günümüzde kimse savaştan kaçamaz, özellikle de faşizmin mutlakıyetçi devlet öğretisini yasa haline getirdiği bir zamanda.”
Mücadele yorgunu pek çok sürgün onun gelişini memnuniyetle karşılar. Onun seslenişleri, berrak görüşleri, kararlılığı, cesareti, yüreklendirmeleri, iyimserliği sürgünler arasındaki ağır havayı dağıtır. Ancak Ernst Toller’in kendisi ağır bir depresyon geçirmektedir. Yaşadığı depresyon 1939 yılında New York’ta bir otel odasında canına kıymasıyla noktalanır.
Keun ve Roth birbirlerini sürekli yazmaya teşvik eder ve deliler gibi çalışır. Akşam olunca da sayfaları sayıp günün şampiyonunu belirlerler. Kahvede ayrı masalarda çalışır ve birbirlerinden uzak otururlar. Arada bir bakışmalarının nedeni kimin daha hızlı ilerlediğini, kimin daha hızlı içtiğini görmek içindir! Bu mesai saat 17’de Zweig’ın gelmesiyle son bulur. Sohbet yazının yerini alır.
Zweig da tatil dolayısıyla yazmaya ara vermemiştir, Costende’nin geniş bulvarındaki balkonlu dairesinde denize bakarak gün boyu çalışmakta, bir kat yukarıda sekreteri ve iki yıldır sevgilisi olan Lotte Altman kalmaktadır.
Dostu ve editörü Emil Fuchs da kasabadadır. Bazı akşamlar zorlu satranç karşılaşmaları yaparlar. Zweig İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar için iki bölüm yazmaktadır.
“Sayılı günler çabuk geçer” sözünü doğrularcasına Costende günlerinin de sonu gelir. Herkes şimdilik kalabildiği yerlere gitmek için trenle veya gemiyle kasabadan ayrılır. Zweig cebine hayli para koyarak eski dostu Roth’u Keun’a havale eder. Roth güneşe çıkıp denize girmemiştir ama düzenli yemek yemektedir! Ardından Lotte ile birlikte Londra’ya dönerler. Erwin Kisch, Versailles’a geri gider. İspanya’ya doğru ancak gelecek yaz gidebilecektir. Arthur Koestler bu arada İspanya’ya doğru hareket etmiştir. Ernst Toller, New York’a gitmek üzere yola çıkacaktır.
Dostlar birbirlerini bir daha hiç görmez ve “her biri sona doğru kendi yolunda gider”. Ama birbirlerinin haberlerini alırlar elbette. Kötü haberler de gelmektedir, Roth’un ölüm haberi Zweig’a Londra’da Romain Rolland’a yazdığı esnada ulaşır: “Yaşlanmayacağız bizler, biz sürülmüşler!” diye yazar!
Geleceği görmüştür.
•