Karanlığın-Yüreği

Karanlığın Yüreği

JOSEPH CONRAD

çev. Bülent O. Doğan İş Bankası Kültür Yayınları 2020 136 s.

Karanlığın Yüreği  ilk yayınlandığında, “insan ruhunun kendi güvenli alanlarından çıkıp tamamen yabancı ve yabani bir ortamla karşılaştığında düştüğü karanlığın ve hissettiği hüsranın yenilikçi bir anlatısı olarak” karşılanır. Ancak Belçika’nın Kongo’daki yönetiminin yaptığı rezilliklere karşı çıkan sesler yükselip çoğalınca, romanın “emperyalizme ve Batı’nın kendini üstün görme hastalığına yöneltilmiş sert bir eleştiri olduğu” keşfedilir ve Belçika’nın Kongo politikasına karşı uluslararası siyasi kampanyaların bir parçası haline gelir.

AHMET EKEN

Mehmet Akgül’e...

O akşam kaptanın daveti üzerine Thames Nehri’nin denize açılan ağzında demirlemiş gezi teknesinde buluşan dört arkadaş bir kez daha yükselen suların eşliğinde sohbet edecek, birbirlerine hikâyeler anlatacaklardır. Değişik mesleklerden insanların oluşturduğu grubun içerisinde bulunan denizci ve seyyah Marlow ağır ağır konuşmaya başlar ve sözü inanılması güç deneyimlerinden birine getirir.

Vaktiyle bir süreliğine tatlı su gemiciliğine dönmüştür. Bunun nedeni, uzun yolculuklardan sonra işe ara verip yeniden çalışmaya karar verince bulabildiği yegâne işin, Kongo’da faaliyet gösteren bir Belçika şirketinin Kongo Nehri’nde çalışan gemisinde kaptanlık pozisyonu olmasıdır. Merkezi “badanalı kabri hatırlatan” şehirde bulunan şirketle anlaşma yaptıktan sonra, “bir paralık düdük takılmış iki buçuk kuruşluk bir buharlı” nehir teknesinin başına geçmek için Kongo’ya doğru yola çıkar: “Bir Fransız buharlısına biner ve onlara ait liman bozuntularının hepsinde tek tek dururlar. Amaç sadece askerleri ve gümrük memurlarını karaya çıkarmaktır.” Hiçbir özellik taşımayan, sanki daha yapım aşamasındaymış gibi görünen kıyı şeridi boyunca giderler. Yolcu olmanın aylaklığı, hiçbir ortak noktasının bulunmadığı tüm bu insanlar arasında kapıldığı tecrit duygusu, yağlı ve durgun deniz, kıyının tekdüze kasveti Marlow’u hakikaten uzaklaştırarak hüzünlü ve anlamsız hülyalara sürükler.

Bu duygular içerisinde kıtanın güneyine doğru ilerleyen Marlow bir keresinde kıyıya demirlemiş bir savaş gemisi görür. Gemi karşısındaki kıyıda bir tek insan ya da yapı olmadığı halde sahili bombalamaktadır, nedenini sorar. İleride, gözle görülemeyen bir yerlerde düşman kampı olduğunu söylerler. “Ölüm ile ticaretin neşeyle dans ettikleri başka yerlere de” uğrayarak nihayet Kongo’ya ulaşırlar ve başkentin yakınlarına demir atarlar.

Ancak çalışmaya başlayacağı yer burası değildir, iki yüz mil daha içerilere ilerlemesi lazımdır. Önce küçük bir buharlı tekneyle nehrin içerisinde ilerler ve şirketin istasyonunun yakınına ulaşır. Burada demiryolu inşası vardır. Marlow gördüklerini şöyle anlatır:

Duyduğum hafif bir şıngırtı yüzünden başımı çevirdim. Altı siyah adam sıra halinde patikadan yukarı çıkıyordu. Dimdik ve ağır ağır yürüyor, başlarının üzerinde toprak dolu küçük sepetler taşıyorlardı. Şıngırtı da adımlarıyla aynı ritimdeydi. Üzerlerinde edep yerlerine sarılı, siyah paçavralardan başka hiçbir şey yoktu. (…) Hepsinin kaburgaları sayılıyor, uzuvlarındaki eklemler bir ipin üzerindeki düğmeler gibi görünüyordu; her birinin boynunda demirden bir tasma vardı ve tasmalar zincirle birbirine bağlanmıştı.

Ritmik şıngırtıyı çıkaran bu zincirin halkalarıdır ve tabii bu insanları bu hale getiren adamlar ellerinde tüfekleriyle onları izlemektedirler.

Percy Anderson’un fırçasından Joseph Conrad,. 1918, Londra.

Denizci, seyyah Marlow’un anlattıklarının ve anlatacaklarının açık anlaşılabilmesi için romanın tarihsel arka planına bakmak gerekiyor. Kongo 1885 yılında büyük devletler tarafından Belçika Kralı II. Leopold’e kişisel mülk olarak verilir. Daha önce başta Portekizliler olmak üzere köle tüccarları tarafından kullanılan ülkeyi ele geçiren kral da karşılığında serbest ticaretin altyapısını oluşturacak, köle ticaretini kaldıracak, yamyamlık gibi âdetlere son verecektir. Leopold’un ilk işi fildişi ticaretini hızlandırmak, taşımacılığı geliştirmek için demiryolu inşasına başlamak olur. Piyano ve org tuşu, bilardo topu, domino taşı, biblo, baston sapı gibi şeylerin hammaddesi olan fildişi Avrupa’da aranan bir üründür. Ve bu işler için Kongolu erkekler görünüşte gönüllü ya da ücretli olarak, gerçekte ise zor yoluyla işe alınırlar. Sudan sebeplerle suçlanıp zincire vurularak çalıştırılır veya sözde yardımcılar olarak ağır işlerde kullanılırlar. İnsanlar kölelikten kurtulmak için köylerini terk edip ormanlara sığınırlar.

Kendisini böyle bir dünyada bulan Marlow yoluna devam ederken, bir süre sonra bir başka korkunç manzarayla daha yüz yüze gelir. Bu sefer, “Yeşilimsi karanlığın içinde karmakarışık uzanmış, hasta ve aç” insanlarla karşılaşır. Ülkenin her yerinden getirilmiş, “uyum sağlayamadıkları bir ortamda kaybolmuş, bilmedikleri yiyeceklerle beslenmiş, hastalanmış, verimsizleşmiş ve buraya kadar sürünüp dinlenmelerine izin verilmiş”, ölmeyi bekleyen insanlarla. Çaresizlik içerisinde istasyona yürür ve vardığında “beklenmedik şıklıkta” bir beyaz adamla karşılaşır. Dik yakalı, bembeyaz kolluklu, ince alpaka ceket giyen, kar beyaz pantolonlu ve çizmeleri cilalı bu adam şirketin muhasebe şefidir. Gelen giden her şey onun sorumluluğundadır. Bir yandan en adi türden pamuklu kumaşlar, boncuklar ve pirinç tellerden oluşan mamul maddeler “zencilerden” oluşan kervanlar tarafından götürülürken, bir yandan da yine “zencilerden” oluşan kervanlar fildişi getirmektedir.

Marlow hâlâ gemisine kavuşamamıştır ama sonunda buluşacağı Bay Kurtz hakkında bazı şeyler öğrenmiştir. Bay Kurtz birinci sınıl bir mümessildir; pespaye istasyonun şık muhasebe şefi ondan “son derece olağanüstü bir şahsiyet” diye söz eder. Başında olduğu şube diğer tüm şubelerden daha fazla fildişi göndermektedir.

On günlük bir bekleyişten sonra, 60 kişilik bir kervanla Marlow yeniden yola çıkar. Bu kez iki yüz mil yürümek zorundadırlar. Yolda bölgeye Zanzibar’dan güvenliği sağlamak için getirilmiş askerlere rastlarlar. Yolculuk sırasında hamallar isyan eder. Bazıları yükleriyle kaçarlar ama her şeye rağmen Marlow teknesini bulacağını tahmin ettiği istasyona varır. Varır ama gelir gelmez ona teknesinin battığını söylerler. Tekne iki gün önce kayalara çarpmış ve parçalanmıştır. Ne yapacağını sorar, müdür ona parçaları sudan çıkarıp tekneyi yeniden eski haline getirebileceğini söyler.

Teknesini toparlamaya çalışan Marlow bir yandan da her geçen gün fildişi ticaretinin gerçek yüzünü, insani bedelini daha iyi anlar. Amaç mümkün olduğu kadar çok fildişi elde edip para kazanmaktır. Bunun için kurulmuş olan şirkette çalışan herkes birbirinin dedikodusunu yapmakta, bir başkasının ayağını kaydırıp yerini almak istemektedir. Makam yükseldikçe primler çoğalmakta, zengin olunmaktadır. Avrupa’daki merkezin gözüne girmek çok önemlidir; bu sayede merkeze dönmek, bu bataklıktan kurtulmak mümkün olmaktadır. Para için Kongo’ya gelmiş, çoğu beceri yoksunu pek çok kişi yerlilere her türlü kötülüğü yapmaktadır.

Bir yandan teknesini toparlamaya çalışan Marlow diğer yandan yanına gidecekleri Kurtz hakkında her geçen gün bir şeyler öğrenir. Kurtz efsaneleşmiş bir kişidir, yerli veya beyaz herkes ondan çekinerek söz eder. Hakkında inanılması güç hikâyeler anlatılır. Ve nihayet bir gün Marlow’un teknesi yola çıkmaya hazır hale gelir. İçlerinde istasyon şefinin de olduğu bir grup yola çıkar. Bu zor nehirde ağır ağır ilerlerler. Yerlilerin saldırısına uğrarlar ve onları ateş ederek püskürtemeseler bile teknenin düdüğünü çalıp korkuturlar! Ama bu arada Marlow’un kaptan yardımcısı yerli ölür. Sonunda Kurtz’un yaşadığı istasyona ulaşırlar. Tekne istasyona yaklaşırken kıyıda onları tuhaf giyimli bir adam beklemektedir. Herkes inip Kurtz’un kulübesine gidince, adam teknede yalnız kalan Marlow’un yanına gelir ve kendisini tanıtır. Rus bir denizcidir; yeni şeyler görmek, deneyim ve fikir edinmek için denizlere açılmış ve sonunda Kongo’ya gelmiştir ve burada Kurtz gibi biriyle tanıştığı için memnundur. Zaman zaman Kurtz ona ters davranmışsa da o onun yanından hiç ayrılmamış, hizmet etmiştir. “Çabucak Kurtz’u alın, çabuk götürün onu” der ve Marlow’a bu efsane adamla ilgili pek çok şey anlatır. Kurtz kural olarak daima yalnız dolaşmaktadır, ormanın en derin ve en uzak yerlerine kadar gidip keşifler yapmakta, fildişi bulmakta ve gerektiği zaman silah kullanmaktan, yağma yapmaktan kaçınmayarak haftalar sonra ortaya çıkmaktadır: “Elbette tek başına değildir.”

Marlow bunun üzerine ona Kurtz ile beraber hareket eden kabileler olup olmadığını sorar. Rus denizci yerlilerin ona taptığını söyler ve sözlerini sürdürür:

Şimşek ve yıldırımla çıktı karşılarına, daha önce böyle bir şey görmemişlerdi. İstediğinde çok dehşet verici olabiliyordu. (…) Yerlilerden korkmuyordu. Emir vermedikçe parmaklarını bile oynatamazlardı, olağandışı bir nüfuzu vardı. Bu insanların kampları bölgeyi kuşatmıştı ve her gün reisleri onu görmeye geliyordu. Önünde secde ederek…

Kurtz onlarla iç içe yaşamaktadır. Bazen söylenmeyecek iğrençlikte ayinler düzenleyerek, bazen hediyeler vererek veya cezalandırarak yerliler üzerinde büyük bir hâkimiyet kurmuştur ve bunun sonucu olarak bütün istasyonlardan daha fazla fildişi elde etmektedir.

Ancak Kurtz hastalanmıştır. Kongo’da tedavi görmesi mümkün değildir ve ayrılacaktır. Sedye içerisinde tekneye taşınır. Marlow sonunda hakkında çok şey duyduğu adamla yüz yüze gelir ve giderek ahbap olurlar; daha doğrusu bu son günlerinde Kurtz ona bazı şeyler anlatır. Hayal kırıklıklarından, gerçekleşmeyen amaçlarından söz eder ve özel evrakını ona teslim ettikten sonra bir akşam ölür.

Kongo’dan dönen Marlow, Kurtz’dan kalan evrakı ilgili kişilere ulaştırır. Bunlardan biri de sözlüsünün mektuplarıdır. Ailesi nişanlanmalarına yoksul olduğu için izin vermemiştir ama onu sevmeye devam etmiştir.

Karanlığın Yüreği önemli ölçüde yazarın kişisel deneyimlerinden yararlanarak yazılmış bir roman. Joseph Conrad 1890 yılında Kongo Nehri’nde fildişi taşıyan bir teknede iş bulur ve Boma Limanı’na kadar denizyoluyla gidip nehirden içeri yirmi beş mil ilerler; sonra iki yüz elli millik bir yürüyüşle Kinşasa’ya geçer. Kinşasa’dan da buharlı teknede yardımcı kaptan olarak nehir yoluyla Stanley Şelaleleri’ne kadar çıkar. Kitapta yer alan yazsında Bülent O. Doğan yazarın bu yolculuklarını günlüklerinde anlattığını ifade ettikten sonra şöyle devam ediyor:

Conrad tam dokuz yıl sonra, 1889’da Karanlığın Yüreği’ni yayımlar. (…) Deneyimlerinden faydalandığı bilinmektedir. (…) Romanın yazılması yazarın kendini Kongo’ya karşı borçlu hissetmesinden kaynaklanıyordu. Kongo onun için müthiş bir hayal kırıklığıydı. Orada geçirdiği altı ayda gördükleri ve yaşadıkları yüzünden, suç ortaklığı hissinin altında ezilmişti.

Karanlığın Yüreği  ilk yayınlandığında, “insan ruhunun kendi güvenli alanlarından çıkıp tamamen yabancı ve yabani bir ortamla karşılaştığında düştüğü karanlığın ve hissettiği hüsranın yenilikçi bir anlatısı olarak” karşılanır. Ancak Belçika’nın Kongo’daki yönetiminin yaptığı rezilliklere karşı çıkan sesler yükselip çoğalınca, romanın “emperyalizme ve Batı’nın kendini üstün görme hastalığına yöneltilmiş sert bir eleştiri olduğu” keşfedilir ve Belçika’nın Kongo politikasına karşı uluslararası siyasi kampanyaların bir parçası haline gelir.