ETAF RUM
çev. Arzu Altınanıt İthaki Yayınları Mart 2022 336 s.
"Kadının Sesi Yok, çok basit bir dille yazılmış, çok tanıdık, tam da buradan bir roman ama hatırlattıklarıyla bir o kadar da ağır. Teslimiyeti değil, hayatı tercih eden biri var romanın içinde, o bütün akışı değiştiriyor. Mutluluğu ya da mutsuzluğu düşünmeden, korkarak kaçmaya cesaret ediyor."
“Soğuk, kasvetli bir gün, New York’un Brooklyn bölgesinde, sesim olmadan doğdum. Kimse durumumdan söz etmedi. Yıllar sonrasına kadar sesim olmadığını bilmiyordum, ta ki bir şey istemek için ağzımı açtığımda kimsenin beni duymadığını fark edene kadar. Benim geldiğim yerde sessizlik cinsiyetimden kaynaklı bir durum, tıpkı bir kadının göğsündeki memeler kadar normal, karnından büyüyen sonraki nesil kadar gerekli. Ama elbette size bunu asla söylemeyeceğiz. Benim geldiğim yerde durumumuzu saklamayı öğrendik. Sessiz kalmayı, sessizliğimizin bizi kurtaracağını öğrendik. Ancak şimdi, bu hikâyeyi yazarken sesimin çıkmaya başladığını hissediyorum.” (s. 9)
Ben bu satırları yazarken Türkiye’nin pek çok şehrinde kadınlar geleneksel 8 Mart gece yürüyüşünü yapabilmek için meydanlarda polisle mücadele ediyor. Daha doğrusu polisler, kadınların meydanlara çıkmalarına izin vermiyor. Nerdeyse her yıl aynı şey yaşanıyor, biz her yıl neden bunu yapıyorlar diye soruyoruz. Her yıl onlar şartları, bizler safları daha da sıklaştırıyoruz. Tek bir akşam yan yana gelmemize tahammül edemeyen iktidarın neden korktuğunu da gayet iyi biliyoruz. Şiddetleriyle öldüremedikleri kadınları yalnızlığa mahkûm etmek istiyorlar. En çok sesimizden korkuyorlar.
Etaf Rum, Filistinli göçmen bir ailenin kızı olarak 1989 yılında New York’ta doğmuş. Genç yaşta görücü usulü evlendirilmiş, iki çocuğu olmuş. Çocuklarıyla birlikte eğitim hayatına da devam etmiş, İngiliz Dili ve Edebiyatı, Felsefe ve Amerikan Dili ve Edebiyatı alanlarında lisans ve yüksek lisans eğitimleri almış. Bir yandan eğitmen olan Rum’un aynı zamanda Books and Beans adında bir kitapçısı var. 2019 yılında yazdığı Kadının Sesi Yok kitabı otobiyografik bir kurgu. Orijinal adı A Woman is No Man olan eser, İthaki Yayınları tarafından, Arzu Altınanıt çevirisiyle geçtiğimiz günlerde yayınlandı.
Etaf Rum
Etaf Rum, kitabın daha ilk sayfasında “Benim geldiğim yerde bu hikâyeleri kendimize saklarız” diyor. Sonrasında bu cümle giderek büyüyor. Önce 1990 baharına, Filistin’e gidiyoruz, on yedi yaşında İsra ona gelen görücülerin önüne çıkarılıyor. Misafire nasıl davranması gerektiğinden, annesinden, babasından, kız çocuğun eve nasıl bir yük olduğundan bahsediyor İsra. Evlenme yaşı gelmiş kız çocuk, yoksul evinde diğerlerinin rızkından yiyendir. Bunu buralardan da biliyoruz. İsra’ya annesi kitap okumak dahil pek çok şeyi yasaklamış ama o bu kurala asla uymamış, hayatı kitaplardan öğrenebileceğine inanmış.
Sonra 2008 yılının kışına, Brooklyn’e gidiyoruz, Deya anlatmaya başlıyor. İsra, Âdem’le evlenip Brooklyn’e gelmiş, kızı Daye doğmuş. Anasının kaderi kızına Filistin’den kilometrelerce uzakta yazılmaya başlıyor. 18 yaşında babaannesi ve dedesi bir yıl içinde karşısına dört görücü çıkarıyor. Kimse ona ne yapmak istediğini sormuyor, olması gerekeni dikte ediyor. Deya yedi yaşından itibaren dedesi, babaannesi ve üç kız kardeşiyle birlikte yaşıyor, annesini ve babasını kaybediyor, evde onlardan bahsedilmesi yasaklanıyor.
“Bir erkek evden erkek olarak ayrılır ve erkek olarak geri döner. Bunu ondan kimse alamaz.” (s. 143)
Üç nesil kadınının hikâyesini zaman ayraçlarıyla dinliyoruz. İsma, Daye ve Feride hem kendilerinin hem de diğerlerinin hikâyesini anlatıyor. Üç ana karakterin dışında yer alan kadın karakterlerin hayatlarının ortak noktasıysa sevgisizlik. Ne anadan ne babadan ne de kocadan asla ama asla alınamayan ve insanı yersiz yurtsuz, hafızasız bırakacak kadar sert, kimsesiz hissettiren, kocaman bir sevgisizlik. Sevgiyi hak etmek uğruna yapılabilecek her şeyi yapanlar sevgisizliğin insanı içine çektiği çaresizliği tanırlar. Ve çaresizlik bazen insanın yakasına genetik bir aktarım gibi yapışır kalır, nesilden nesile aktarılır, ta ki biri zinciri bozana kadar.
Benim kendi kendime okuduğumu ilk hatırladığım kitap Küçük Kara Balık’tır. Denizleri, okyanusları merak eden o balığın yerinde olduğumu düşündüğüm hayallerimin olduğunu da hatırlıyorum. Büyüdüğüm yerde de evden çıkışın kapısını açan ve geri kalanlarla gitmeyi öğreten, kaderin kendi ellerimizde olduğunu gösteren biri vardı. Şükürler olsun. Bazen orada kalsaydım hayatımın nasıl olacağını düşünüyorum ve hemen bu düşünceyi kovalıyorum.
Kadının Sesi Yok’un bir dönüm noktası var. Teslimiyeti değil, hayatı tercih eden biri var romanın içinde, o bütün akışı değiştiriyor. Mutluluğu ya da mutsuzluğu düşünmeden, korkarak kaçmaya cesaret ediyor. Feride’nin ve İsma’nın hikâyesinin içinden çıkan ve ardında kalanlar için de başka bir yolun var olduğunu ve bu yolun hiç kolay olmadığını anlatan biri. Feride’nin kızı Sarah.
Yıl 2022, her gün en az bir kadın cinayeti haberi okuyoruz. Gerçek hayatta hukuku bulamadığımız için sosyal medyada arıyoruz, kadınların cenazelerini hep beraber, öfkemizle kaldırıyoruz. Evden kaçmayı anlatmak da, evden kaçmak da asla kolay olmuyor. Yersiz yurtsuz olmanın ağırlığı o yerin ağırlığıyla kimi zaman denk düşse de, hayatta kalma arzusu ve ölüm korkusu da aynı kantara konuyor.
Kadının Sesi Yok, çok basit bir dille yazılmış, çok tanıdık, tam da buradan bir roman ama hatırlattıklarıyla bir o kadar da ağır. Etaf Rum’un kitabın sonuna iliştirdiği mektubu bu hikâyeyi neden anlatması gerektiğini de açıklıyor. Kim bilir, belki birinin kaderini değil de hayatını değiştirmesi için sebebi olur.
•