Derleyenler: Connie Zweig, Jeremiah Abrams
çev. Özgür Ertana Timaş Yayınları Kasım 2022 528 s.
"Kötülüğe dair zihinlerimizi meşgul eden sorunlara Freud’un bulduğu çözüm ölüm içgüdüsü Thanatos’un yaşam içgüdüsü Eros’la trajik savaşının kötülüğün galibiyetiyle sona ermesiydi. Jung, bireysel kötülük ve kolektif ahlaki kötülük arasında ayrım yapabilmek için ‘gölge’ terimini ‘kötülük’ terimine tercih etti. Onun İsviçre-Protestan bireysel vicdan geleneğine dayanan konumu, toplumsal ahlakın kötülüğün nedensel kaynağı olarak görülemeyeceği, sadece birey onun emir ve yasaklarını mutlak kabul edip diğer dürtülerini göz ardı ettiği zaman olumsuz [yani kötü] hale geldiği şeklindeydi."
İnsan doğasının kaçınılmaz unsurlarından biri olan gölge arketipi sanat ve edebiyatın yeni bir meşguliyeti değil. Bireysel boyuttaki varyasyonunu ‘ikiz’, ‘benzeri’/‘öteki’ olarak veya Alman romantizminin Batı edebiyatı jargonuna eklediği ‘doppelgänger’ terimiyle tanıdığımız bu olgu aslında çok daha eskilere uzanan bir izlek. Dinler tarihinin düşman kardeşleri Habil ve Kabil veya Eski Ahit’teki Yakup ve Esav, farklı mizaçlara sahip oldukları halde birlikte maceralara atılabilecek kadar anlaşabilen Greko-Latin geleneğinin biri ölümlü, diğeri ölümsüz Dioskori kardeşleri Kastor ve Pollux; şöhretiyle ikizi İfikles’i gölgede bırakan Herkül; dişi ikizler Helen ve Klytemnestra; Sümer mitolojisindeki İnanna ve Ereşkigal; Gılgamış Destanı’ndaki Gılgamış ve Enkidu, ebediyen birbirlerinden ayrı ve ebediyen birbirlerine bağlı ikiz, kardeş veya arkadaş çiftleri arasındaki sıkı ama çoğu zaman sorunlu ittifakla, başta bilinçdışı olmak üzere tüm antitezlerin insan hayatındaki güçlü etkisini sembolize ederler.
Folklor, kabile gelenekleri ve mitolojide ikizlik olgusunun tabu enerjisiyle yüklü olması rastlantısal değildir; ilkel zihin ikizlikte hem korku hem saygı uyandıran bir gücün işleyişini sezer; ‘aynı ama farklı’ olan ikizler arasındaki ilişkinin muğlaklığında Kutsal’a dair bir işaret görür. ‘Kutsal muğlaklık’ hiçbir yerde ikiz arketipinde olduğu kadar somut ifade bulmaz. İlahi gücün bazen yaralayıcı, bazen iyileştirici olması, bazen düzen, bazen düzensizlik yaratması da bu nedenledir. Sırtını aydınlanmaya dayayan modern akılcı zihin Kutsal’ın bu tutarsızlığına hararetle bir çözüm ararken eski ve yerli halklar bu ikilemden kurtulmaya çalışmadan, onu olduğu gibi kabul ederler.[1],[2]
Her şeyin karşıtıyla birlikte var olduğu, karşıtından beslendiği de yeni bir fikir değildir. Çin felsefesi ve Hint felsefesi bu anlayışı temel alır. Örneğin Lao Tzu, Yüceliğin Alçaklık üzerine, Büyük İyiliğin Büyük Kötülüküzerine kurulu olduğunu, yani hiçbir şeyin dengeyi sağlayan bir karşıtı olmadan var olamayacağını söylerken Hint öğretisi karşıtları kabul eder, ancak “Bilge ne iyiye ne kötüye bağlıdır. Yüce olana da, alçak olana da dikkatini yöneltme, karşıtlardan özgürleş” diye öğüt verir.
Kötülüğün insanlığın daimi bir yönü olduğu fikrine herkes katılmaz. Örneğin (Aion’da Jung’un eleştirdiği) Aziz Augustine’den bu yana devam eden ve privatio boni doktrini olarak bilinen, kötülüğün iyiliğin yokluğundan başka bir şey olmadığı şeklinde bir düşünce mevcuttur. Bireysel yaşamdaki ifadesinden, önyargı, günah keçisi bulma, savaş ve (büyük harfle) Kötülük olarak kendini gösteren tezahürüne kadar gölgenin bin bir yüzüne dair altmış beş makaleyi bir araya getiren Gölgeyle Buluşma’nın hipotezi ise kötülüğün insanlığın en iyi yönleriyle ayrılmaz bir şekilde iç içe geçmiş bir sabit olduğudur. Esas tehlike bunun böyle olduğunu inkâr etmekte yatar. İnsanoğlu tarihte kötülüğü tüm gerçekliğiyle göremediği zaman istemeden de olsa çok büyük felaketlere yol açmış ve ortadan kaldırmak istediği kötülüklerden çok daha büyük acılara sebep olmuştur. Kötülük kapasitemizin sahte masumiyetimizi kırmamıza bağlı olduğunu söyler Rollo May, çünkü tek boyutlu düşüncede ısrar ettiğimiz müddetçe masumiyetimizi savunarak eylemlerimizi örtbas etmek daha kolaydır.[3] Kendi gölgelerimizle yüzleşme bizleri bireysel ve kültürel arazimizde derinlere inen bölünmeleri fark etmeye, iyi ve kötü, et ve tin, rasyonel ve irrasyonel, eril ve dişil, bilinçli ve bilinçsiz, zihin ve tin gibi pek çok kutuptan oluşan varlığın ‘bütünlüğünü’ kabul etmeye zorlar. Kötülüğü şeytanlaştırmaya devam ettiğimiz müddetçe iyinin kötüyle savaşına bağlı kalırız. Bu konudaki ahlaki söylemimiz ne kadar savaşçı bir hal alırsa o kadar taraf seçmeye, bir parçamızla özdeşleşip diğerini reddetmeye zorlanırız.[4]
Carl Gustav Jung
Aslında böyle açık bir yüzleşme gerçekleşmeden bile gölge ve gölgesizliğe dair sezilerimiz vardır:[5]Çoğu zaman pirüpak ve lekesiz olmak son derece kolay bir şeymiş gibi insanlardan hatasız olmalarını beklesek de hiçbir hatası olmayan kişiler bizde şüphe uyandırır; içten içe kimsenin gölgesiz olmadığını, her zaman doğru, iyi, ahlaklı olmakta ısrar etmenin psişeyi böldüğünü ve Sheldon B. Kopp’un tabiriyle bizi derinliği olmayan ‘kartondan bir meleğe’[6] dönüştürdüğünü biliriz.
Analitik psikolojinin perspektifinden gölge, bilincin evriminin ve ego gelişiminin doğal bir ürünüdür. Dinamik aslında son derece basittir: Bir kişilik geliştirmek için bir şeyle özdeşleşmeniz gerekir ve bu o şeyin karşıtının kaçınılmaz olarak dışlanması demektir. Karanlık ikizimiz bilinçli olarak seçtiğimiz tutum ve ego idealimizle bu tek yanlı özdeşleşmemizi telafi eder. Gölgeyle Buluşma’nın ifadesiyle “Cismi olan her şey gölge düşürür. Işık için karanlık neyse ego için gölge odur”. Kitabın editörleri Connie Zweig ve Jeremiah Abrams bizi insan yapan özelliğin bu olduğunu söylerler. İnkâr etmek istesek de kusurluyuz.
Uygulamada Jung’un gölge kavramı, belki de en çok, psişenin aşağı görülen, reddedilen, bastırılan ve bilinmeyen taraflarını bilince yaklaştırdığı için faydalıdır. Kişi dürüst ise bunları göz ardı edemez. Jungiyen analist John Hill’in güzel ifadesiyle gölge aşırı narsisizmin antidotudur. Sınırlarımızı fark etmemize yardımcı olur, ego şişinmesine ket vurur ve alçakgönüllü bir tutumu destekler. Olanı ve doğal döngüleri inkâr etmek muazzam bir enerjiye mal olur; diğer faaliyetler için gerektiğinde bu enerji bir kaynak olarak mevcut bulunmaz. Bu yüzden gölgede kalan bir içeriğin fark ve hazmedilmesi, onu bastırmaya sarf edilen enerjiyi hayatımızda yaratıcı bir şekilde kullanmak üzere serbest bıraktığı için de faydalı görülür.
Sigmund Freud
Kötülüğe dair zihinlerimizi meşgul eden sorunlara Freud’un bulduğu çözüm ölüm içgüdüsü Thanatos’un yaşam içgüdüsü Eros’la trajik savaşının kötülüğün galibiyetiyle sona ermesiydi. Jung, bireysel kötülük ve kolektif ahlaki kötülük arasında ayrım yapabilmek için ‘gölge’ terimini ‘kötülük’ terimine tercih etti. Onun İsviçre-Protestan bireysel vicdan geleneğine dayanan konumu, toplumsal ahlakın kötülüğün nedensel kaynağı olarak görülemeyeceği, sadece birey onun emir ve yasaklarını mutlak kabul edip diğer dürtülerini göz ardı ettiği zaman olumsuz [yani kötü] hale geldiği şeklindeydi. Bu nedenle patolojik, olumsuz ve kötü olandan kültürel kaidelerin kendileri değil, bireyin ahlaki tutumu sorumlu tutulmalıydı.[7] Gölgeyle Buluşma, gölgenin yalnızca bilincin perspektifinden bakıldığı zaman olumsuz olduğunu söyler. Freud’un ısrar ettiği gibi, tamamen ahlakdışı ve bilinçli kişiliklerimizle uyumsuz da değildir. Gölgesini reddetmekle kişiliğin ‘bütünlüğünü’ reddettiği için egonun kötülüğe katkısı gölgeden daha fazladır. Ancak ne kadar reddedilse de gölge yok edilemez. Whitmont’un kitaptaki bir makalesinde ısrarla vurguladığı üzere, gölgemizin nerede olduğunu göremediğimiz zaman muhtemelen bir sorun çıkacaktır, çünkü bu durumda o kesinlikle arkamızda demektir. Bu nedenle doğru soru asla “Benim bir gölgem, olumsuz bir tarafım var mı?” olamaz. Daha ziyade “Şu an gölgem nerede?” diye sorulmalıdır. Gölge hiçbir zaman bilinçli kişilik onunla teması kaybettiği zamankinden daha tehlikeli değildir.
Normal bilincimizi karartan dürtüsel ve kasıtsız eylemlerimizde, durumla orantısız öfkelerimizde, ihmallerimizde, dil (ve hareket) sürçmelerimizde karşımıza aniden çıkıveren ve kendimize dair tortulaşmış inançlarımızı sarsarak, iyi niyet ve çabalarımızı edepsizce sabote ederek, hoşumuza gitmeyen, işimize gelmeyen hediyeler getirerek bizlere eziyet eden ama böylece bilincimizi geliştiren ve bizlere daha kapsayıcı bir tutum kazandıran gölgenin doğası nedir? Ona nerelerde hangi tebdil-i kıyafet hallerinde rastlarız? Onunla gizli ilişkimizin dinamikleri, tehlikeleri nelerdir? Jungiyen analist Marie-Louise von Franz’ın ifadesiyle “Gölge, kişiyi şimdi ve burada gerçekleşen durumların aciliyetine daldırır ve böylece sadece düşündüğü şey olduğunu sanmaya meyilli olan insanın gerçek biyografisini ortaya çıkarır. Önemli olan gölgenin yarattığı biyografidir.”[8]Gölgeyle Yüzleşme bizleri ahlak kurallarının tasavvur ettiğinden çok daha derin bir kötülük anlayışıyla tanıştırarak kendi insani zaaflarımızı bilinçli olarak taşımamıza yardımcı olur. Aynanın önündeki dansta düşmanımızı şeytanlaştırarak huzur bulmaktan ve kolektif gölgenin yoğunluğuna kendi bireysel karanlığımızı eklemekten kaçınmamıza yardımcı olur.[9]
Çok satanlar listesine girmiş olan Gölgeyle Buluşma, aralarında C. G. Jung, Marie-Louise von Franz, Barbara Hannah, James Hillman, A. Guggenbühl-Craig, Robert M. Stein, Daryl Sharp gibi önemli Jungiyen ve post-Jungiyen analist-yazarların ve Rollo May, M. Scott Peck, Robert Bly, Audre Lorde gibi çok iyi bilinen isimlerin bulunduğu bir ‘yıldızlar geçidi’.[10] Altmış beş seçkin makalenin bir araya geldiği ve bir ‘GÖLGE ANTOLOJİSİ’ olarak da nitelendirilebilecek bu çalışma, insan doğasının karanlık tarafının bireysel yaşamda, ailede, yakın ilişkilerde, beden, sağlık ve hastalıkla ilişkimizde, iş hayatında, maneviyatta, politikada, tarihte, terapide ve edebiyatta belirdiği şekline kapsamlı bir bakış sunmakla kalmıyor; rüyalar, hikâyeler, sanat ve ritüeller vasıtasıyla karanlığa ışık tutmanın, gölgeyi sahiplenmenin yollarını göstererek Berin Orhan’ın sevdiğim cümlesiyle “Kendine, dünyaya, insan olma deneyimine ve uygarlığı doğuran tüm dinamiklere bakmak isteyen herkes için cesur bir davet ve berrak bir ayna” teşkil ediyor.
NOTLAR:
[1] Lash, J., Twins and the Double, London, Thames And Hudson, 1993.
[2] Klasik çalışması Eş Benlik’te Otto Rank yerli halkların gölge ile ilişkisini gelenek ve tabuları vasıtasıyla nasıl ritüelleştirdiklerini ve düzenlediklerini araştırır.
[3] Gölgeyle Buluşma’daki bir makalesinden.
[4] Andrew Bard Schmookler (Gölgeyle Buluşma’daki bir makalesinden).
[5] Jung da her birimizin gölge, çekinik ya da ast kişilik veya alter-ego tanımlarının anlamlarını sezgisel olarak bildiğimizi söylemiş ve sıradan insana atıfta bulunarak “Ve eğer unuttuysa da bir pazar vaazı, karısı veya vergi tahsildarı hafızasını kolayca tazeler” diyerek espri yapmıştı. (Gölgeyle Buluşma)
[6] Gölgeyle Buluşma’daki bir makalesinden.
[7] Liliane Frey-Rohn, “Evil from the Psychological Point of View”, Evil (Evanston, lll: Northwestern University Press, 1967), s. 160, 167.
[8] Gölgeyle Buluşma’da yer alan bir John A. Sanford görüşmesinden.
[9] Gölgeyle Buluşma’nın editörleri.
[10] Tabir @jungsever hesabımın bir takipçisine ait.