SELJA AHAVA
Fince aslından çeviren: Özge Acıoğlu Timaş Yayınları Mayıs 2021 221 s.
Çocukken okuduğumuz ya da dinlediğimiz masallar bize hayatın sonsuz olasılıklarından bahseder, ama büyüdükçe o masallardan çıkardığımız anlamlar değişir. Tesadüf, kader ve zaman her yanımızı sarar. Büyürüz, büyürüz ve zaman geçer. Yaşadığımız kimi şeyler karşısında “zaman her şeyin ilacı” deriz. Oysa her şeyin ilacı yoktur, biliriz.
Finlandiyalı yazar Selja Ahava’nın Gökten Düşen Şeyler romanı Timaş Yayınları tarafından mayıs ayında yayınlandı. Birkaç kez okudum. Konusu zaman olan bu romana ne zaman dönsem ya da sayfalarını şöyle bir karıştırsam farklı şekillerde anlattığı şeyleri fark ettim. O şeyler adeta gökten düşüyorlardı.
Finlandiya’da 1974 yılında doğan yazar Helsinki Tiyatro Akademisi’nde senaryo yazarlığı eğitimi almış. Drama metinleri, film ve dizi senaryoları, radyo oyunları yazmış. Gökten Düşen Şeyler yazdığı iki romanla ödüller alan yazarın ikinci romanı. Fince aslından çevirense Özge Acıoğlu.
Selja Ahava
Romanın kahramanı küçük Saara’nın gözünden bakıyoruz hayata. Annesini, babasını, yaşadığı yeri, evlerini, bahçelerini, okula gittiği yolu, hayatında olup bitenleri kendi dilinde, doğal ve şairane bir üslupla anlatıyor. Yetişkinliğimizde hayatımız(d)a olan bazı şeylerin nedenlerini gidip çocukluğumuzda arar dururuz. Çocukken etrafımızda olan insanların nasıl olduğu, bizi nasıl gördüğü, bizimle nasıl konuştuğu yetişkin hayatlarımızı kökünden etkiler. Çünkü çocukluk hem özgürlüktür hem tutsaklık; ondan hem kurtulmak isteriz hem de ona sıkı sıkıya sahip çıkarız.
Saara büyürken etrafında kimi kötü şeyler oluyor; annesi inanılması güç bir şekilde vefat ediyor, babası uzun süre hayatını bir köşeye bırakıp yasını tutuyor, halasına iki kez üst üste büyük ikramiye çıkıyor… Tüm bunlar olup biterken Saara büyüyor ama kimse fark etmiyor onun büyüdüğünü. Annesinin okurken değiştirdiği masalları hatırlıyor, rüyalar ve kâbuslar görüyor, olanı biteni anlamlandırmaya çalışıyor. Günün farklı saatlerinde, farklı şekillerde annesini tarif ediyor. Onun sesini, görünüşünü, saçlarını, parmaklarını, tek tek bütün hatırladıklarını betimlerken, zaman, ölüm ve iyileşmek kavramları hakkında aklından geçenleri dile getiriyor.
“Tıpkı dedektif Poirot’un yerde yatan bedene yaptığı gibi gerçek kişinin etrafına bir çizgi çizilebilir. Ölüm yerde bir dirsek, diz bükülmesi ve kendi yeri olduğunda daha kolay anlaşılır. Ne zaman ölüler çıkarılıp götürülürse, geriye içinde kimsenin var olmadığı beyaz bir çizgi kalır.
Bir yığın para olsaydı kavranması daha kolay olacak olan piyango gibi biraz da. Gelgelelim anılarda bedenlere yer yok.” (s. 31-32)
Küçük ve zamanla görünmezleşen, derken kâbuslarıyla sesini duyuran bir kız çocuğunun kendi halince ve dilince tuttuğu yası okuyoruz Gökten Düşen Şeyler romanında. Yazarın kurguda yer verdiği aşırı tesadüfi olaylar ise bana masalların olasılıklarla dolu kurgularını hatırlattı. Tepesine defalarca yıldırım düşmesine rağmen hayatta kalan adamla iki kez büyük ikramiye kazanan halanın birbirlerine yazdıkları mektuplarda anlattıkları hikâyeler gerçek olsalar da, olmasalar da hayatın kocaman bir şaka olduğunu vurguluyor.
Yazar birden fazla kişinin eşzamanlı anlatımıyla örüyor kurguyu. Gökten düşen en acı şeyleri dahi şiirsellikle tasvir ediyor. Acının kendisi yeterince büyükken, hayatın kendisi yeterince zorken onu anlatmak için bir çocuk dilinin yargısız temizliğini tercih etmek akıllıca.
Ölüm hiçbirimizin tanımlayamadığı bir insanlık hali ve ona temas eden her şey, yani her şey bilinmezleşiyor. Onun hakkında kafa yordukça iyiliği, kötülüğü yeniden ve yeniden düşünmek ve kendimizi dünyaya yerleştirmek zorunda hissediyoruz. Saara’yı okurken, kendi içimde tanımlayamadığım kimi vedalaşmaların anlamlarına dair bazı cümleler buldum. Tarifsiz bir kederin romanını muzip bir dille yazmış Selja Ahava. Biraz dinlenmek, düşünmek ve inanmak isteyenler için kapısı açık!
•