OSMAN CEMAL KAYGILI
Can Yayınları 2021 80 s.
Osman Cemal Kaygılı, roman ve hikâyelerinde olduğu gibi röportajlarında da bize yoksul insanların yaşamından kesitler aktarıyor. Bu kez sıkıntılarını içkiyle hafifletmeye çalışan insanların hikâyelerini kendi ağızlarından dinliyoruz.
Osman Cemal Kaygılı (1890-1945) eserlerinde eski İstanbul’u, özellikle İstanbul’un dış mahallelerindeki yoksul ve dışlanmış insanları, onların gündelik yaşamlarını eserlerine taşımış, romanları, öyküleri ve gazetelerde yayınlanan köşe yazılarıyla tanınmıştır. Yayınlanmış kitaplarından bazıları Çingeneler, Köşe Bucak İstanbul, Aygır Fatma, Akşamcılar-Bir Akşamcının Defterinden’dir. Kaygılı, Akşamcılar-Bir Akşamcının Defterinden romanında dönemin gazinolarını, meyhanelerini, eğlenceleri ve ünlü kişileri anlatmaktır.
Osman Cemal Kaygılı’nın çeşitli yaş ve meslek grubundan akşamcılarla yaptığı röportajlar ilk olarak 1932 yılında, Vakit gazetesinde “Ne İçerler, Niçin Sarhoş Olurlar?” başlığı ile tefrika edilmiştir. Yıllar sonra yeniden Akşamcılar isimli kitapta toplanan bu röportajlarda akşamcıların “neden içtikleri” ve “nasıl sarhoş oldukları” sorularına verdikleri cevaplarda her birinin sevinçlerinin, kederlerinin, hayallerinin birbirlerinden değişik olduğunu, içme nedenlerinin “keyif mi yoksa keder mi?” ikilemi arasına sıkışıp kalamayacak kadar farklı olduğunu görürüz.
Eserlerinde döneminin eğlence, meyhane dünyasından canlı kesitler okuduğumuz Osman Cemal Kaygılı’nın bu kitabında “akşamcılar” ile yaptığı röportajlar yer alıyor. Önemli bir bölümü Eylül-Ekim 1932 tarihlerinde, Vakit gazetesinde yayınlanmış olan bu yazılar başlarken gazete kısa bir açıklama yaparak Osman Cemal Bey’in hazırladığı bu yazılarda kendileriyle karşılaşacağımız bu tiplerin, içki tiryakilerinin, akşamcıların birçoğunun kendi portrelerini aynen göreceğimizi ifade eder.
1930’lu yıllarda Beyoğlu, Balıkpazarı’nda akşamcı masalarından biri… Beyoğlu 1930 -Selâhattin Giz’in Fotoğraflarıyla 1930’larda Beyoğlu- , Galeri Alfa Yayınları, 1997.
Yazarın ilk görüştüğü kişi, “orta boylu, balıketinde, yalnız göbeği biraz fazla, kırmızı yüzlü, kırpık bıyıklı, 44 yaşında ve Haliç cihetlerinde oturan”, Tiryandafilis Gazako Efendi. Kazancılık yapan Gazako Efendi, Kaygılı’nın niçin içtiği sorusunu, “eskiden keyif için içerdim, lakin şimdi âdet yerini bulsun diye içiyorum” diyerek cevaplıyor ama yazar sohbeti biraz uzatarak ağzındaki baklayı çıkartıyor ve “Ahbap, senin anlayacağın ben rakıyı başımı dinlemek, hırıltıdan, dırıltıdan kaçmak, akşamları eve gidince madamın dilinden, zırıltısından kurtulmak için içiyorum… Eve ayık gideyim, hemen kavga hazırdır!” diyor. Ama içkili gittiği zaman komşuların tavsiye ettiği gibi onu nazik karşılayan karısı, bir dediğini iki etmeyip hıncını sabana saklıyor. Lakin o da buna alışkın!
Abdülkadir Efendi ellilik, kısa boylu bir Rumeli göçmeni, fabrikada kapıcılık yapıyor. Konuşkan bir kişi ve neden içtiğini kendi şivesiyle şöyle açıklıyor:
“İçerim kifim için! Ne zaman ki içersin bir keret (…) bulaşır kafacığın tatlı tatlı dönmeye, bulaşır yüreciğin acayip acayip hoplamıya, bulaşır güzlerin âlemi şirin gürmeye! Çoşar bütün beyninde, gençliğine ait efkârcıkların! Daha ne istersin kiyif? Bundan ala kiyif mi olur?”
Yaşamdan keyif almak için kadehi elinden bırakmayan Abdülkadir Efendi’nin bir başka özelliği de şiire duyduğu ilgi. Hatta gençliğinde şiir yazmaya bile teşebbüs ediyor. Bunu göstermek için hemen Kaygılı’ya, biraz hatalı da olsa Nedim’den bir beyit okuyor.
Altmışlık, “eskiden görmüş geçirmiş, hayli âlemlerde bulunmuş pişkin, sözü sohbeti yerinde” beybaba evinde içen akşamcılardan. Saati gelince odasının bir köşesine tepsisini kurup demleniyor. Kaygılı niçin içtiğini sorunca da, “Eski gençlik hatıralarımı unutmamak, daima onları gözümün önünde canlandırmak, gençlik hayatımı, hayalen olsun şimdi yaşamak için içiyorum” diyor. Geleceğe yönelik herhangi bir düşüncesi kalmamış bu yorgun emekli, akşam sıkıntısından böylece kurtulduğu düşüncesinde ve bırakmaya da niyeti yok. Ancak o bunları söylerken mutfaktan karısının sesi geliyor, “Artık inşallah musalla taşında bırakacak”.
“Otuz yaşlarında, yarı efendi, yarı külhan tavırlı” zerzevatçı Sadık, bir usta yanında satıcı. İstanbullu ve bekâr; ihtiyar annesiyle beraber kalıyor. Ve o güne kadar yüz türlü zararını gördüğü halde yine içmeye devam ediyor! Yazar neden hâlâ devam ettiğini sorunca da alıştığını, içtiğinde kafasında ince sazların çalmaya başladığını söylüyor, hatta kalkıp oynadığını!..
Ahmet Cabi Bey yaşlı, kıranta, iyi tahsil görmüş, artık emekli bir zat. Ama o eski işyerinde çalışmaya devam ediyor ve içki içmesinin nedeninin vücut ve kafa yorgunluğu olduğunu ifade edip ekliyor, “Biraz dinlendirmek için içerim… Akşamüstü üç-beş yuvarlayıp eve gelmek, çocuklarla bir iki şakalaştıktan sonra yatağa uzanıp uyumak! Kaygılı rahat uyumak için ilaç almasını tavsiye edince de, “Canım efendim, hiç eczaneden alınacak ilaçla meyhaneden alınacak ilaç bir olur mu?” diyor.
1930’lu yıllarda Beyoğlu, Balıkpazarı’ndaki meyhanelerden biri… Beyoğlu 1930 -Selâhattin Giz’in Fotoğraflarıyla 1930’larda Beyoğlu- , Galeri Alfa Yayınları, 1997.
“Otuz beşlik, kara yağız, göğüs bağır saçık, kılığı kıyafeti allahlık” Nikogos Ağa sabit bir işi olmayan, iş bulduğu zaman çalışıp olmadığı zaman da boş oturan bir akşamcı. Önce hastalanıp tedavi görmüş, elinde “kafadan gayri müsellah” raporu var. Yazarın “niçin içiyorsun?” diye sormasını, “Arslan olmak için” diyerek cevaplıyor. Ancak arslan olmak öyle kolay değil. Önce, ilk iki üç dubleden sonra tilki olunuyor, yani zihninde envai türlü kurnazlıklar, şeytanlıklar toplanıyor. Ancak üçüncü dubleden sonra tilkilik gidiyor, yerini kaplanlık alıyor. Üzerine bir atılganlık, bir çeviklik, bir hırçınlık geliyor. Her an patlamaya hazır bir bomba gibi gözlerini etrafa çeviriyor. Ama içkinin devamı gelince bu hali değişiyor ve arslan oluyor. Yani ağırbaşlı bir arslan, ufak tefek şeylere aldırmayan, öfkelenmeyen bir adam. İçtikçe içeceği geldiği için arslanlığı da uzun sürmüyor ve yerinde lapalaşıp kalıyor, zor kaldırıyorlar.
Orta yaşın arifesinde olan, kılık kıyafeti düzgün A. Kâni Bey acılarını unutmak için içiyor, çünkü beş yıl önce yanlış bir evlilik yapmış ve berbat bir ev yaşamı var. Ve de boşanamıyor. O da “acı hakikatleri gözünde gönlünde bir müddet olsun unutmak için içiyor”. Lakin akşamcıların tümü huzursuz bir aile yaşamından ya da yaşlanmanın getirdiği sıkıntılardan dolayı içki şişesini dost edinmiş değil. Örneğin Numan Bey düşünmek için içiyor ve “bir kenara çekilip nefsiyle, kalbiyle, ruhuyla baş başa kalarak” düşünmekten büyük haz alıyor. Mesela cevap aradığı sorulardan bir tanesi varlık ve yokluğa ait. “Biz yoktan var olduk diyorsak yoktan bir şey nasıl var olur ve biz yine yok olacağız. (…) Hakikaten var mıyız? Yoksa bize mi öyle geliyor?” diye soruyor. Sonra, “Kâinat yok olduğu zaman vaziyet ne olacak? Bu kâinatın havası, suyu, ateşi, hayatı nereye gidecek?” sorusu da çok mühim bir mesele ve bir türlü aklından çıkmıyor. Henüz bu mühim soruların hiçbirinin cevabını bulmuş değil, ama arada bir allak bullak olan zihnini de toparlamayı biliyor ve son bir kadeh içip evinin yolunu tutuyor!
Yirmi yedi yaşındaki amele Tarator Ahmet’in zihnini meşgul eden büyük sorular yok. Onun meselesi “ihvanla muhabbet”, bunun için içiyor. En hoşlandığı şey kafasını cilalayıp candan dostlarıyla beraber olmak, ama sululuktan nefret ediyor. Zaten onu rakıya da bu hoşsohbet dostları alıştırmışlar. Yazın açık havada, tabii kışınsa meyhanede içiyorlar ve sık sık ipin ucu kaçıyor. Neyse ki içince kimseye bulaşmıyor, sadece yaşlı annesinden azar işitiyor!
Murtaza Efendi “ağzına içmesini bilmeyen” bir akşamcı. “İçince hır çıkartıyor”, muhakkak rast geldiği birine çatıp kavga ediyor ve tabii sık sık da sopa yiyor. Eğer bunu yapmazsa “gözüne uyku girmeyen” Murtaza Efendi, Kaygılı’nın “o zaman evde için” tavsiyesi üzerine bunu da yapamayacağını söylüyor, “dışarıda on tokat yersem evde yirmi yerim!”
Yakup Usta her akşam ufak tefek bir alışverişten sonra sofrasını evinde kuran akşamcılardan. Bir süre sonra gazinoların, meyhanelerin gürültüsünden bıkınca bu işi evde yapmaya karar verip evinde içiyor. Ayrıca evinde karışını görüşeni de yok. İçip yatağa yatınca hayaller kurmaya başlıyor. Örneğin oğlunun büyüyüp iyi bir işe yerleştiğini, kızının evlenip mutlu bir yuva kurduğunu, babadan kalma borçları ödeyip bitirdiğini ve alacaklılardan yakasını kurtardığını… ve sonra yeniden dünyaya gelip zengin, mesut biri olmayı hayal ediyor. Rakı ise bu hayallerinin tuzu biberi!
Osman Cemal Kaygılı roman ve hikâyelerinde olduğu gibi röportajlarında da bize yoksul insanların yaşamından kesitler aktarıyor. Bu kez sıkıntılarını içkiyle hafifletmeye çalışan insanların hikâyelerini kendi ağızlarından dinliyoruz.
•