AKIN OLGUN
Tekin Yayınları 2021 144 s.
“Birbirine teğet geçen hikâyelerin içindeyiz ve düşlerimizin, acılarımızın, umutlarımızın bizleri sürüklediği yerlerde birbirimize bağlanıyor, temas ediyoruz.”
Bir solukta okunabilen bir öykü kitabına rast gelmek pek kolay değildir. Akın Olgun’un son kitabı El Âlem, dokuz öyküden oluşan, her öykünün kendi içinde yaraları olan ama bütününde ortak yaralara şifa arayan bir kitap. Yok sayılan, susturulan, parmak ucuna basarak yaşamaya mahkûm bırakılmış kadınlardan, direnen, teslim bayrağını çekmeyen, hiçbir zincire gelmeyen kadınlara; otoritenin, zorbalığın, ahlak adı verilen kör tutuculuğun altında ezilen bireylerden, doğru bildiğini söylemekten geri durmayan, kendi yolunu arayıp bulan hayatlara değin bir derdi olan gerçek hikâyelere ayna tutuyor El Âlem.
İlk öykü “Âraf”, geçmişle bugün arasında sıkışanların hikâyesini anlatıyor. Kısa bir öyküde bu kadar güçlü karakter betimlemek, karakterlerin ruhunu, bu ruhun hayattaki izdüşümlerini tariflemek büyük meziyet. Öyküyü okurken, posbıyıklı, huysuz Esat (baba) yanı başınızda oturuyor sanki. Apolitik bir ailede yetişen, üniversite çağlarında yurtdışına çıkma hayalleri kuran, bu hayalleri gerçekleştirebilmek için acente sahibi İhsan’dan yardım isteyen Zeynep’in hayallerinin, umudunun ele geçirilmesiyle düştüğü boşlukta; geçmişinde gözaltılar ve sürgünler biriktirmiş, kızını toprağa vermiş acılı baba Esat’la iyileşme hikâyesi anlatılıyor.
“Geçmişin Ruhu”, ismiyle müsemma bir hesaplaşma öyküsü. Veli’nin uzun yıllar sonra hapis arkadaşı Halil’le karşılaşması üzerinden örülüyor kurgu. Veli’nin eski dostunda gördüğü ve iyi bildiği çevresine, kendisine, geçmişine yabancı kimsesizlik hali Halil’e yeni hayatında destek olmasına kapı aralıyor. Halil’in emeksiz ve buyurgan ricaları kısa sürede kendini ve Halil’le kurduğu ilişkiyi sorgulamasına yol açıyor. Ev arkadaşı Elif’in aracılığıyla misafir olduğumuz Narin’in hayatının Halil’le kesişen hikâyesi, kayıp bir ruhun çevresinde açtığı yaralara ve bıraktığı boşluklara tanıklık etmemize sebep oluyor.
“Düşlerinizi kimsenin kırmasına izin vermeyin. Kırılmasına izin verdiğimiz her düş, mutlaka ayaklarınıza batar.”
İradesi yok sayılan, karşı gelmenin ayıp sayıldığı bir ailede, toplumun ahlak adına dayattığı zorbalıklara itaat etmesi öğretileriyle yetiştirilmiş bir kadın Fadime. Daha kendisini dahi keşfedemeden yabancı bir memlekette ismine ‘koca’ denen yeni bir zorbanın emrine verilmiş. Önceleri ‘kuma kızı’ yaftasıyla dışlandığı memleketinde, sonra dilini bile bilmediği bu yeni memlekette yabancı olma hissinden kaçamamış bir türlü. Gurbette bir başka kadının tuttuğu ışıkla yeni bir yol gören, kendini ve gücünü keşfeden Fadime’nin zincirlerinden kurtulma hikâyesi El Âlem. Canım kadınlar…
Yürek sızlatan, bir aşk ve direniş hikâyesini iki kalpten ve dilden anlatan iki öykü “Gonca ve Yusuf”. Toplumda güçlü ve saygın anılmak için dayatılan tüm ahlak kurallarına körü körüne bağlanan bir babayla ayak uçlarına basarak yaşayan, kaderini kocasına emanet etmiş bir anne eliyle yetiştirilmiş bir direnişçi Gonca. Gördüğü baskılara, vücudunda türlü izler bırakan zorbalığa başkaldırarak sevgisine sahip çıkışı insanın yüreğini kavuruyor.
“Annem ayak uçlarına basarak yaşayan kadınlardandı. Kaderini kabul eden bütün kadınlar gibi ayak uçlarına basarak tehlikelerden saklanıyor, ayak uçlarına basarak kabul ettiği kaderini koruyordu.”
Yanındayken evinizde hissettiğiniz dostlarınız vardır. Her halinizi bilir. Suskunluğunuzun, coşkunuzun, hüznünüzün sebebini siz söylemeden hisseder. Daha az konuşur ama daha çok şey paylaşırsınız. Fazladan kelama, kendini açıklamaya yer bırakmaz, arada bir boşluk yoktur. Tülay’la Delal’in birbirine el veren, güçlendiren dostlukları üzerine kurulmuş bir öykü Teberik Taşı. Delal’in Tülay’a gurbetteki yalnızlığında omuz olması, hastalığıyla baş ederken bile kendine acımadan, başına gelenlere hayıflanmadan sağlam durması çok güçlü bir karakter çıkarmış ortaya. Sımsıcak bir ‘aile olma, bir arada durabilme, birbirine omuz verme’ öyküsü. İnandığınız şey sizi iyi eder. Tıpkı Teberik taşı gibi...
Akın Olgun
İnatla yaşamaya, hayata tutunmaya, var olmaya çalışmak... Salgın döneminde ailelerinden, evlerinden ayrı kalmak, hastalarının bir bir ölümünü görmek, yabancılaşmak, tükenmek hisleriyle, salgın en çok sağlık emekçilerinin sınavı oldu. Ailesinden ayrı kalan, gerekli korunma önlemleri alınamadan çalışmaya devam eden, kaybettikleri her hayatla sessizleşen, tükenen hayatlarını resmediyor “İnat” öyküsü.
Yıllar sonra yabancı bir memlekette işkencecisiyle karşılaşan Fırat’ın hikâyesi “Zaman ve Mekân”.
“Göz bandı olmadan aynı masada birbirlerine bakmaya devam ediyorlardı. Zaman ve mekân herkesten ve her şeyden daha suçluydu.”
Kitabı okurken öyküler arasında birbirine teğet geçen anlar yakalamak, kitabın incelikli bir akıl ürünü olduğunu hissettiriyor. Korkmazgil’in kitabı Acılara Tutunmak üzerinden birbirine temas eden üç hikâye... Çok naif, çok incelikli...
Bir zorbanın insanların hayatlarını oyan, orta yerinde kocaman bir delik açan işkence yönteminin yalnızca fiziksel şiddet olmadığını anlatıyor “İz” öyküsü bize. İşkenceci Kamil’in ailesi için ilmek ilmek ördüğü otorite, hepsinin hayatında bıraktığı kocaman boşluklar ve o boşlukları güç zannettiği zorbalığıyla doldurmaya çalışması, Alp’in hayatının tam ortasında derin göçükler oluşmasına yol açıyor. Babasının yüzüne haykırmak isteyip cesaret edemedikleri ayağına dolanıyor durmadan. Aysel’in sözüyle eğiyor başını öne. “Biz cesaret edemediklerimizin esiriyiz.”
Söylediği söz, bıraktığı iz, dokunduğu yara, ortak olduğu dert, hepsiyle çalakalem yazılmamış, gerçek bir derdin sonucu, mücadelenin tam ortasından bir kitap El Âlem. Farklı hayatların ortak dertler üzerinde birleşmesi kitabın sihri. İşlenen ortak dertlerin başında göçmenlik geliyor. Kendine ve çevresine yabancı olma halini gurbette olmanın hissiyle ilişkilendiriyor yazar. Her öykü neresi olduğunu bilmediğimiz bir yerde yaşanan göçmen olma haliyle duygudaş yapıyor bizi. Öykülerin ortak dertlerinden bir diğeri aile. Yazar aile kavramı üzerinden otoriteyi, otorite üzerinden de toplumun ahlak anlayışını sorgulatıyor usulca. Otoriteye, ahlak zorbalığına karşı direnen kadınların hikâyeleriyle kendi yaralarımıza bakmamız için bizi cesaretlendiriyor.
Göç, toplumsal cinsiyet eşitliliği, şiddet, ahlak baskısı gibi pek çok toplumsal sorunun her birimizde derin yaralar açtığı bir dönemde, sorunlara politik çözümler üretmenin yanında yaralarımızı sağaltmanın bir yolu da edebiyattır aslında. Yaralarımızı sarmanın ilk adımı yaralarımızı birbirimize açmaksa eğer, edebiyatın iyileştirici gücünü yeniden müjdeliyor Akın Olgun El Âlem’de.
“Her öykü yaşanacak ve yaşanmakta olanın peşindedir ve her cümle yaşanmış olanların tanığıdır.
Ve
Hepimiz bu yüzden hem sanığı hem de tanığıyız hayatların.
El Âlem tanığı ve sanığı olduğumuz hayatların, hayatlarımızın sadece kurgusal bir izdüşümüdür.
Herkese aittir...”
•