Düşkün-Derviş

Düşkün Derviş

ALEKSANDROS PAPADİAMANTİS

çev. Ari Çokona Türkiye İş Bankası Yayınları 2021 120 s.

Modern Yunan edebiyatının en büyük isimlerinden biri olarak kabul edilen Aleksandros Papadiamantis, başta doğduğu Skiathos adası olmak üzere adalarda yaşayan yoksul halkın gündelik yaşamını kaleme aldığı eserlerinde sade bir dille yansıtır. Yazar, Hadula isimli romanıyla birlikte “Yunanistan’ın Dostoyevski’si” olarak anılmaya başlar.

AHMET EKEN

Son yıllarda bazı kitaplarının Türkçeye çevrilmesiyle tanımaya başladığımız Yunan yazar Aleksandros Papadiamantis, Ege Denizi’ndeki Skiathos adasında doğmuştur. Papaz olan babası kalabalık ailesini güçlükle geçindirebilmektedir. Yoksulluk nedeniyle eğitimi uzar. Lise üçüncü sınıftayken din dersi öğretmeniyle anlaşamayınca okuldan ayrılır ve iki yıl sonrada keşiş olmak üzere Aynaroz’a gider. Ancak burada sekiz ay kaldıktan sonra manastır hayatına uyum sağlayamayacağını görüp Atina’ya geri döner ve tekrar liseye başlayıp 22 yaşında liseden mezun olur. Ardından Atina Üniversitesi’nin Felsefe Bölümü’ne kayıt olur, ama iki yıl okuduktan sonra maddi nedenlerden dolayı okulu bırakmak zorunda kalır.

Okulu bırakması ailesini bir hayli endişelendirir, ailesi onun öğretmen olarak köye dönmesini istemekte, böylece onlara maddi destek sağlayabileceğini düşünmektedir. Ama bu olmaz ve o Atina’da kalıp özel dersler vermeye ve kendi olanaklarıyla öğrendiği İngilizce ve Fransızcadan çeviriler yapmaya başlar. Atina’daki hayatı kolay değildir, yoksul bir ailenin evinde kiraladığı bir odada yaşar. Ucuz bir lokantada karnını doyurur, kâğıt alacak parası olmadığı için lokanta sahibinin verdiği kullanılmış kesekâğıtlarına yazar. Eseri Türkçeye çeviren Ari Çokona, onun parayla arasının pek iyi olmadığını ifade eder. O kadar ki, kendisine bir gazetenin teklif ettiği telif ücretini çok bulup yazıları için daha az bir ücret ister. Giyimine ve görünümüne özen göstermeyen, çamurlu ayakkabıları ve yaz kış hiç çıkarmadığı uzun paltosuyla, saçı sakalına karışmış halde sokaklarda dolaşan Papadiamantis’e, bir seferinde telifini almak için gittiği bir dergide yoksullar için hazırlanan erzak torbalarından birini verirler!

Ancak inatla yazmayı sürdüren yazar, sonunda Atina’nın en prestijli gazetesinde iyi maaşlı bir iş bulur. Artık öğretmen maaşından daha yüksek bir maaşı vardır. Ayrıca başka gazete ve dergilerde de yayınlanan öykülerinden telif ücretleri almaktadır, ama bir türlü bütçesini denkleştirememektedir! Maaşını alır almaz borçlarını ve kirasını ödeyip ailesine para gönderdikten sonra, herkese yemek ısmarlayıp yoksullara yardım eder ve sonunda maaşını bitirir. Artık ay sonuna kadar beş parasız yaşayacaktır.

Alexandros Papadiamantis, Atina’da Dexameni Kahvesi’nde… Paul Nirvana’nın 1906'da çektiği bu tarihi fotoğraf, 15 Ekim 1906’da Panathinaia dergisinde yayınlandı.

Zamanla edebiyat çevrelerinde tanınan, entelektüellerin uğrak yeri Deksameni Kahvehanesi’ne gidip gelmeye başlayan yazar, burada uzak kaldığı edebiyat dünyasıyla tanışır. Kitabın çevirmeninin verdiği bilgiye göre “ondan kalan tek görsel görüntü olan iki fotoğrafının çekilmesine izin verir”. Kendine bakmaması, yazıları ve çevirileriyle aşırı yorulması, şarap ve sigara düşkünlüğü sağlığını bozar. 1908 yılında adasına geri dönüp orada yazmayı sürdürür, fakat romatizma yüzünden elleri tutmamaya başlamıştır. Bir süre sonra zatürre olan Papadiamantis hayatını kaybeder.

Ardında üç roman, dört novella, yüz seksen kadar öykü ve çok sayıda makale bırakan Papadiamantis’in bir başka özelliği de Yunanistan’ın ilk profesyonel yazarı oluşudur. Geçimini sadece kalemiyle sağlar. İlk başlarda çoğu yazarın halkın kullandığı dille (Demotiki) yazdığı, bir dönem de aydınların kullandığı arkaik dille (Kathatevusa) yazdığı için yenilikçilerin, sosyal adaletsizlikleri yargılaması nedeniyle de muhafazakârların tepkisini çeken yazar, zamanla hemen herkesin beğenisini kazanacaktır. Okuyucuların ilgisini eksik etmediği Papadiamantis’ten, Yunan edebiyatının önde gelen isimleri sitayişle söz ederler.

Düşkün Derviş isimli kitabında altı öyküsü yer alır. İlk öykü “Sıla Özlemi”nde yazar masum bir kaçış olayını anlatır. Yola çıkmak için havanın düzelmesini çalıştığı uskunaya göz kulak olarak bekleyen miço Mathios, bir akşam sahildeki evinin balkonunda sevda, hasret şarkıları söyleyen Lialio ile karşılaşır. Genç kadın söylediği şarkıyı “Bir sandala binseydim, şimdi… öyle geliyor ki… ta karşıya varırdık!” sözleriyle bitirir. Lialio bir süre önce karşı adadan buraya gelin gelmiş, görücü usulüyle evlendirildiği kendinden yaşlı, onu ihmal eden kocasından şikâyetçi, mutsuz bir kadındır ve evini özlemiştir! Genç delikanlı ise bir süre önce liseyi terk ettikten sonra adasına geri dönmüş ve Kaptan Kiryako’nun uskunasında miço olarak çalışmaya başlamıştır. En kıdemsiz olduğu için de limanda demir atmış uskunanın başında o beklemektedir.

Hanidir âşık olduğu kadının sözlerini bir davet gibi anlayan miço, ona uskunanın filikasıyla bir gezinti yapmayı önerir. Kadın kabul eder ve denize açılırlar. Ancak havanın bozması, akıntı ve dalgınlıkları sonucu kıyıdan hayli uzaklaşıp karşı adaya yaklaşırlar. Onlar denize açıldıktan kısa bir süre sonra kadının kocası olaydan haberdar olur. Hemen uskunanın kaptanına giderek durumu anlatır ve ondan yardım ister. Miçonun uskunanın filikasıyla kaçtığını öğrenen kaptan çarçabuk hızlı giden büyük bir kayık bularak kadının kocası ve adamlarıyla denize açılır. Bir süre sonra gençler tekneyi görüp durumu anlarlar ve ondan sonra denizde bir kedi fare oyunu başlar. Bu arada Lialio’nun tüm mutsuzluğuna rağmen kaçmadığı, kocasını terk etmediği, sadece anasını babasını özlemiş olduğu ve onları görmeye gittiği öğrenilir. Artık karaya bu denli yaklaşmışken, karaya çıkıp onları ziyaret edecektir. “Kocam memlekette beni görmeye gelirse ne âlâ! Namusuma halel getirmeyeceğimi iyi bilir ama yaban ellerde yaşayamayacağımı da bilir!” der.

1920 yılından kalma bir kartpostalda Skiathos Adası.

Bu öykünün ardından okuduğumuz “Başak Toplayıcı”da yaşlı bir kadının en zor ânında yaşadığı “mucize” anlatılmaktadır. Köyün en yoksullarından Ahtiça Teyze talihsiz bir kadındır. Önce kocası, ardından denizci olan iki oğlu ve sonra ikinci doğumunu yapan kızı iki yetimi ardında bırakarak ölmüştür. Üçüncü oğlu ise gurbete çıkıp ailesiyle tüm ilişkilerini kesmiştir. Damadına gelince, hayırsızın biridir ve eve uğramamaktadır. İki küçük çocukla yalnız kalan kadın, bir lokma ekmek için, “mevsimine göre tarlalarda ayrık otlarını ayıklar, bağları budar, bahçelere çapaya gider, zeytin toplar ve çamaşır yıkar. Ormanda kocayemiş toplayıp imbikten rakı çeker. Şuradan birkaç salkım üzüm, buradan bir kucak mısır koçanı, ne bulsa değerlendirir. Ekim sonlarında zeytinyağı imalathanelerini dolaşıp attıkları posayı toplar ve bunları süzerek kandili için yağ elde eder. Ama en önemli geliri başak toplayıcılığıdır. Haziran sonlarında karşıdaki Eğriboz’a gidip orada başka yoksul kadınlarla birlikte tarlalarda kalan ya da öküz arabalarından dökülen başakları toplar ve üç ya da dört çuval dolusu erzağını sağlar.

Ancak o yıl Eğriboz’da büyük bir kıtlık baş gösterir ve yaşadığı köydeki bitkiler de bundan nasibini alır. Kış çöktüğünde Ahtiça Teyze’nin evinde yiyecek bir şey kalmamıştır. Noel arifesinden bir gün önce, ertesi gün tatil olduğu için eve mutlu dönen büyük torunu dolapta bir dilim bile ekmek bulamaz. Biraz sonra eve dönen ninesi sadece bir somun getirecektir. Yiyip yatarlar. Sabahleyin kapıyı mahallenin papazı çalar. Ahtiça Teyze’ye mektup gelmiştir. Mektubu okuyan papaz kayıp oğlundan geldiğini söyler, onca yıl ailesini aramayan oğlan aileden özür dilemektedir. Zarftan bir de çek çıkar. Yaşlı kadın çeki alıp adanın hem tefecisi hem bankeri hem de tüccarı olan Margariti Efendi’ye gider. Kadının bu işlerden anlamadığını gören adam çeki düşük bir fiyatla almaya kalkar.

“Aşk ve Yiğitlik”te Tayfa Yorgi’nin hüsranla biten aşk hikâyesini okuyoruz. Kaptan bir gece önce Yorgi’ye ertesi sabah erkenden yük taşıyacaklarını, bu nedenle teknede uyumasının daha iyi olacağını söyler. Tayfa yükün ne olduğunu sorunca da yeni evlenen bir kız ve çeyizi olduğunu öğrenir. Sürekli denizde olduğu için köyünde olup bitenleri bilmeyen Yorgi, o akşam köyünden bir kızın köy dışından biriyle evleneceğinden de habersizdir.

Annesini ziyaret edip tekneye dönünce tepedeki evden yükselen tüfek ve müzik seslerini duymaya başlar ve eve tekrar tekrar bakınca burasının sevdiği kız Arhondo’nun evi olduğunu anlar. Sabaha dek gerçeği kabul etmez, edemez. Bazen “teyzesinin kızının düğünü” der, bazen bir komşunun düğününü onlarda yaptığını düşünür. Sonra “neden bir aile toplantısı olmasın ki…” diye düşünür. Hayır, Arhondo’nun daha zamanı vardır!

Ancak eğlencenin nedeni bunlardan hiçbiri değildir. Kız karşıdaki Eğriboz adasından zengin bir adamla evlendirilmiştir ve oraya gelin gidecektir. Ertesi sabah erkenden kız, annesi, damat ve yakınları sahile gelip tekneye binerler. Çeyiz bohçaları özenle yerleştirildikten sonra yola çıkılır. Yorgi şaşkındır, aklına tekneyi batırıp sadece Arhondo’yu kurtarmak gibi tuhaf düşünceler gelir ancak yapmaz. Papadiamantis’in diğer kahramanları gibi o da “kaderine boyun eğecektir”.

Papadiamantis'in Skiathos'taki bugün müze olan evi.

Kitaba ismini veren öyküde, “Düşkün Derviş”te sıra… Kimsenin kim olduğunu, nereden geldiğini bilmediği elli yaşlarındaki adam bir süredir köyde yaşamakta, kahvede oturup ısmarlayan olursa mastikaiçmekte, sofraya çağrılırsa yemek yiyip istendiği zaman da şarkı söylemekte, bazen de ney çalmakta, kalacak yeri olmadığı için de geceyi kahvede geçirmektedir. Köye yeni atanan komiser, “mesleğe bağlılığını göstermek için o gece kahvehanenin kapatılmasını emreder. Yarın ya da öbür gün tekrar açılabilecektir, ama o gece” kahve kapalı kalacaktır. Emri duyan bekçi kapatması için kahveciyi zorlar ve dervişin orada kalmasına izin vermez. Bunun üzerine derviş, “sarıklı, cüppeli, dolamalı derviş tütün çubuğuyla neyini alarak kahveden çıkar”.

Derviş zor bir gece geçirir, sabaha doğru işe çıkmış salepçinin ikram ettiği salebi içip simit yer ve açılan kahvesine, eski hayatına döner. Sonra ortalıktan kaybolur.

“Hisardaki Hz. İsa Kilisesi’nde” yazar, hisarda karda mahsur kalan iki köylünün neden olduğu önemli bir olayı aktarır. Yanni Nifioti ile Milonu odun toplamak için havanın kötü olmasına rağmen kayalıklara çıkmışlar, ancak geri dönmemişlerdir. Noel’den bir gün önce olan bu olay, köyün bütün gündemini değiştirir. Herkes mahsur kalanlara yardım etmeye çalışır görünse de kimse sorumluluk almaya yanaşmamaktadır. Kara yolu kapalı, deniz yolu da dalgalı olduğu için bu kolay bir iş değildir.

Köyün papazı Franguli Sakellarios konuşulanları dinledikten sonra mahsur kalanlara ulaşmanın ve oradaki Hz. İsa Kilisesi’nde Noel ayini yapmanın yollarını düşünmeye başlar. Geçen seneki Noel’de de uzak diye Hz. İsa’nın adına yaptırılmış bu kiliseye gitmemişlerdir. Denizci arkadaşı Stefani Berka’yı çağırtır ve düşüncesini söyler. Tecrübeli denizci, tehlikeli olsa da denizden gidilebileceğini söyleyince Peder Franguli gitmeye karar verir. Haber köyde süratle yayılır, gelmek isteyenlerin sayısı artar, çünkü hem mahsur kalanları kurtarmak hem de Hz. İsa Kilisesi’nde Noel ayini yapmak, papazın deyişiyle iki kat sevap işlemek olacaktır. Grup sabaha karşı denize açılır, zor bir deniz yolculuğundan sonra kiliseye varırlar.