Çevrilebilirliğin güçlü tarafı

Dünyanın-Güçlü-Tarafı

Dünyanın Güçlü Tarafı

KEREM IŞIK

YKY 1. baskı Eylül 2020 176 s.

"Dünyanın gerçekten güçlü bir tarafı varsa, bu Kerem Işık’a göre edebiyat. Işık’ın edebiyatını daha güçlü kılan şeylerden birkaçı ise felsefe ve sosyolojik gözlemlerle bağı. Modern edebiyatın bazı klişelerini seven, onları kendi anlatısında yeniden kurgulamaktan bir katarsis hazzı alan bir yazar izlenimi oluştu bende."

AHMET B. TAMU

“Hayatta kalabilmek için bilincin yanı sıra bir miktar bönlüğe de ihtiyaç vardır. Durmaksızın düşünen ve düşünceleriyle dış dünya arasında bir denge kurmayı sağlamakla geçen ömürler heba olup gider.”

Kerem Işık, Dünyanın Güçlü Tarafı[1]

 

Dünyanın Güçlü Tarafı, isim olarak aklıma çocukluğumuzun diş macunu/fırçası reklamlarındaki çürük ve sağlam tarafları olan yumurtayı çağrıştırdı ilkin. Dünyayı bir diş doktorunun elinde düşündüm –hadi doktor da Türkçe konuşan bir Joe Lo Truglio olsun. Yerküre, Brooklyn 99 dizisinin geri dönüş sahneleri gibi Lo Truglio’nun elinde. Dünyamızın bir kısmı reklamda öne çıkarılacak markayla temizlenmiş. Diğer tarafı ise sıradan karbon-çinko bir diş macunuyla. Lo Truglio, Dünyanın Güçlü Tarafı’na diş fırçasıyla iki kez vurup “Bakın, ne kadar sağlam…” diyor.

***

Dünyanın gerçekten güçlü bir tarafı varsa, bu Kerem Işık’a göre edebiyat. Işık’ın edebiyatını daha güçlü kılan şeylerden birkaçı ise felsefe ve sosyolojik gözlemlerle bağı. Modern edebiyatın bazı klişelerini seven, onları kendi anlatısında yeniden kurgulamaktan bir katarsis hazzı alan bir yazar izlenimi oluştu bende.

Bir çeşit filozof-anlatıcı, birçok anlatıda okuru sıkma pahasına anlatının derinliğini de oluşturur. Dünyanın Güçlü Tarafı, bir güçlü cümleler kitabı aynı zamanda. İzmir’deki Zorba Kitabevi Koltuk Söyleşileri’nde Özgür Çırak’ın da soru sorarken belirttiği gibi Kundera-vâri bir üslup diyebiliriz. Kafkaesk tanımlamasının sınırlarından da pek uzak değil. Paul Auster tarzı bir modernizmi gözlemlemek de sadece romanda değil, Işık’ın tüm metinlerinde mümkün.

Roman, tarihî Agora kazılarının ortaya çıkardığı anlaşılmazlıkların etrafında hayatları yeniden birleşen dört karakterin, beşinciye dair ortaklıkları etrafında kurulmuş diyebiliriz. Arkeolog Aylin, onun kardeşi gazeteci/fotoğrafçı Yunus, zengin ve güç takıntılı bir babanın servetinin maneviyatı (bunu açacağım) altında ezilen Atılgan, kendini geleneğe teslim etmiş ve rahatı itikatlarda, geleneğin tekrarında bulmuş Şehsuvar. Hepsi, Şehsuvar’ın da kardeşi olan rahmetli Anıl ile bir şekilde ilintili. Anıl, adından da anlaşılacağı gibi diğer dört karakterde bıraktığı izlerle anılarak çıkıyor karşımıza hep.

Modern anlatıcıların sık sık kadrajı çevirmeyi sevdiği meslekler vardır. Gazetecilik bence kesinlikle bunlardan biri. Kerem Işık da gazetecilik mesleğinden bir karakter tercih etmiş. Bir İzmir gazetecisi olan Yunus, biraz da mesleğin 2010’larda yaşadığı değişimlerin öncesinde bu keyfi (bana göre gazetecilik bir keyif) yaşayabilmiş modern gazetecilerden. Tabii, bir karakter olarak gazeteci olmaktan çok fotoğrafçı diyebiliriz. Fotoğrafı bir sanat olarak romana taşıyan karakter o, gazeteciliği ise hem geçim vesilesi hem de fotoğraf makinesiyle gün boyu gezebileceği çok az meslek olduğu için seçmiş gibi. Biraz da dededen gelme bir gelenekle kendini içinde bulduğu bir iş gibi Yunus için.

Aylin, Agora kazılarında yer alan bir arkeolog. Yunus’un ablası, rahmetli Anıl’ın sevgilisi. Bir seküler somurtuk olmayı tercih etmiş gibi. Ailesiyle, arkeoloji dünyasının dışıyla ilişkileri kendini güvenli bir alana hapsedip ilgilenmeme üzerine kurulu. Hiç kadro problemi yaşamadan yerleşmiş gibi olduğu mesleğiyle kendini tanımlayabilir, mesleği dışında bir şey olmaktan çekinen karakterler gibi. Anıl’la mutlu olduğu zamanların anısı artık onu duygudan duyguya sürüklüyor. Agora kazılarıyla ortaya çıkan ilginçliklerin tam merkezinde, sanki probleme ilk kazmayı o vurmuş. Hayır hayır, kronik problemi çözmek için çalışmalara başlamak manasında değil; Agora kazılarını yönetiyor ve roman –dolayısıyla trajedi de– Aylin’le, daha doğrusu onun kazısıyla başlıyor. Son yılların başarılı işlerinden Gibi adlı dizideki “karanlık güç uyandı” geyiği de akla gelebilir burada.

Atılgan’ı tanımak isteyenler ise ödip sendromlarından ödip sendromu beğensin… Onu yukarıda tanımladığım cümledeki ‘servetin maneviyatı’ şeklinde söyleyişin garip geldiğini tahmin edebiliyorum, ama böyle ifade etmek bence yanlış değil: Atılgan, babasının gücü karşısında ezilen oğullardan bir tanesi. O gücün özü maddiyat ama o maddiyatın yaydığı manevi hava, işte Atılgan’ın boğum noktası. Arog’daki Kaaya’yı düşünün. Hani şu içli içli “Sanatçı olma savaşçı ol, ezilme ez!” diyen baba. Atılgan roman boyunca babasının serveti ve gücünün oluşturduğu buna benzer bir hare içinde rahmetli babasının cümleleriyle didişiyor.

Şehsuvar ise abisi Anıl’ın aksine, aile geleneğinin devamcısı. Dükkânı açar kapar, namazı niyazında, rahatı zahmette yani kendini işlere ve ritüellere vurmakta bulmuş biri. Bu durum Agora’da açığa çıkanlar sonrası değişiyor. Abisinin sevgilisi Aylin’i hatırlamak ve görmek, rutinlerle bağladığı huzurunun iplerinden boşalıp havaya karışmasına neden oluyor. Buradan adamı etrafındaki kadınlara sarkıntılık eden, tırnak içinde “Anadolu irfanı” icracısı esnaf klişesine hapsedecek bir yorum çıkmasın lütfen. Zaten Aylin’e olan ilgisi standart bir aşk da değil. Anıl’ın hayatına olan merakla özenme; rutinleri dışında bir modernist zihin sürecinin içinde, acemisi olduğu bir mahallede kalakalır gibi bir standarttan sapma; başka dünyadan bir güzelliğin kendi kanından canından birine (dolayısıyla kendine) duyduğu sevgiyi gözlemlemeye duyulan onulmaz bir iştah...Burada Kundera-vârîlik kendini epey belli ediyor zaten. Kolaylıkla cıvık bir taklide dönüşebilecek bir klişeyi kendi orijinalitesinde işleyebilmek.

Kerem Işık

Dünyaya göz kırpan bir İzmir romanı

Bir yönüyle İzmir romanı Dünyanın Güçlü Tarafı. Yazarının uzun yürüyüşlerle katettiğini bildiğimiz Kemeraltı, Tilkilik, Agora gözlemlerine dayanıyor. İzmir’in bu kısımlarında dolaşmayı tadanlar için ayrı bir keyfi var romanın. Bu şüphesiz edebiyat dışı sayılabilecek bir keyif ama hayatın içi edebiyatın ne kadar dışında kalabilir ki? Biz insanlar çarşılarda, sokaklarda gezerken hayaller kurarız, düşüncelere dalarız. Bazıları da bunu romanlarda yansıtır.

Romanın bir İzmir romanı oluşu, evrenselliğine mani değil. Kerem Işık’ın üslubu çevrilebilirliğin sınırlarını zorlamak gibi bir dert barındırmıyor. Bu bir eksiklik değil tabii ki... Bu roman yabancı dillere çevrildiğinde çevirmene birçok metne göre daha az zorluk çıkarır, standart roman okuruna daha çabuk ‘tanıdık’ gelir. Özellikle varoluşla alakalı temalardan hoşlanan okurların favorisi olmaya aday bir roman. Şehir olarak İzmir değil de mesela Uruguay’ın Montevideo’su olsa, ya da öykü Almanya’nın Hamburg şehrinde geçse de aynı varoluş tadını bulmak mümkün olurdu. Roman, kurgusunu şehre dayayıp rahat ediyor manası çıkmasın diye vurguluyorum bunu.

Bunu daha net anlatmak için yazarın başka bir metninden bir cümleyi yardıma çağırabilirim. Kerem Işık’ın ‘aşırı derecede İzmirli bir ilk kitap’ bulduğum ve bu yanıyla da sevdiğim Aslında Cennet de Yok’unun ilk öyküsü “Unut Gitsin”deki[2] bir cümle onun yazarlığına dair güzel bir özet ya da ima olarak algılanabilir: “Bunu ben mi söyledim yoksa her hafta izlediğim onlarca filmdeki oyunculardan birinin doğan güneşe karşı mırıldandığı cümlelerden biri mi?”

Metni olduğu gibi alıp “Paul Auster gizlice ülkemize gelmiş, bir yıl İzmir’de yaşamış ve bu metni yazmış” desek, okuyan kimse yekten “Hadi oradan!” diyemez. Çünkü metin o kaliteyi vaat ediyor. Kurgu başarısı, dağıttığı, Kemeraltı Çarşısı’nda bir bohça gibi açtığı konuları sonunda birleştirdiği noktalar ve bunu okura takip ettirme biçimi modern romanın neredeyse tüm gereklerini yerine getiriyor.

Çevrilebilirlik bana göre bir maharet. Bu aynı zamanda bir çevirmen de olan Işık’ın dünyanın tüm okurlarına tanıdık gelebilecek bir eser ortaya koyduğunu da gösteriyor. Bu tarz metinler dünya yazınıyla gösterdiği uyum nedeniyle bizim coğrafyamıza ilgiyi çekmek için bir fırsat olarak görülebilir. En azından ben böyle görmeyi tercih ediyorum.

 


[1] Kerem Işık, Dünyanın Güçlü Tarafı, YKY, 1. baskı, İstanbul, Eylül 2020.

[2] Kerem Işık, Aslında Cennet de Yok, YKY, 4. baskı, İstanbul, Mart 2020, s. 17.