ALFRED W. CROSBY
çev. Bilgi Altınok Kitap Yayınevi 2004.
"Çiçek, Avrupalıların keşfettikleri yerlere getirdikleri ve büyük yıkımlara yol açan hastalıklardan yalnızca bir tanesi; bir de solunum yolu enfeksiyonlarına yol açan hummalar, bağırsak hastalıkları, sıtma ve zührevi hastalıklar var. Amerika ve Avustralya’da bunlar olurken şaşılacak bir şekilde, kolonilerden Eski Dünya’ya gelen ve salgına yol açan bir hastalık yoktur!"
Elimizdeki kitap, adından da anlaşılabileceği gibi özel olarak tarihteki salgınları inceleyen bir araştırma değil. Yazar, son beş yüz yılda Avrupalı göçmenlerin ve haleflerinin dünyanın her yerine yayılmış olmalarının sebeplerini inceliyor ve biyo-coğrafi olarak tanımlanabilecek öğeleri mercek altına getiriyor:
“Neden halklar bu kadar uzak mesafeleri aşarak böyle harekete giriştiler? Avrupa’daki koşullar önemli bir itici güç oluşturdu –nüfus patlaması ve bunun sonucunda ortaya çıkan tarımsal alanlardaki açık, ulusal rekabetler, azınlıkların kovuşturmaya uğraması– ve deniz ve kara taşımacılığında buhar gücünün kullanılması hiç kuşkusuz uzun mesafe göçlerini kolaylaştırdı. Ama Yeni Avrupa çekimimin doğası neydi? Bu toprakların birçok çekiciliği vardı ve bu çekicilik yeni bulunan topraklara göre değişiyordu. Oysa bütün bu çekiciliklerin altında, mantıklı bir kişinin yani Avrupa serüvenine sermayesini ve hatta ailesinin yaşamına yatırması için onu ikna edebilecek şekildi bunları renklendiren ve biçimlendiren ve belki de en iyi biyo-coğrafik olarak tanımlanabilecek öğeler bulunuyordu… Yeni Avrupalar nerededir? Bu ülkeler coğrafi olarak dağınıktır, ama hepsi de özellikle ılıman bölgelerdedir.”
Bir başka deyişle Amerika ve Avustralya’ya göç edenler, kendilerini geldikleri ülkelerin iklimsel özelliklerine benzer bir iklim içerisinde bulmuş, alıştıkları, bildikleri türden tarımı ve hayvancılığı burada sürdürebilmiştir. Bu doğal olarak yani topraklardaki doğal yapının bir bölümünün yek olmasına bir bölümünün de dönüşümüne yol açan bir süreç olacaktır.
Ancak bu topraklar boş değildir ve farklı kültürleriyle Eski Dünya’dan farklı yaşam sürdüren milyonlarca insan buralarda yaşamaktadır. Ve yeni gelenlerin buraları işgal etmesi doğal olarak çatışmalara yol açar. Göçmenler, silah, örgütlenme ve de fanatizm bağlamında bu insanlardan daha üstün oldukları için egemenliklerini kurabilirler. Ayrıca gelirken, bilmedikleri bir silahı da beraberlerinde getirmişlerdir: hastalıkları…
Yerlilerin de doğal olarak kendi hastalıkları vardı… ama çiçek, kızamık, difteri, trahom, boğmaca, suçiçeği, hıyarcıklı veba, sıtma, tifo, kolera, sarı humma, dizanteri gibi Eski Dünya hastalıklarına dair hiçbir deneyimleri yokmuş gibi görünüyor.
Avustralyalı Aborjinlerin, aralarında trahom da olmak üzere kendi hastalıkları vardı, ama bunun dışında Cook’dan önce tanımadıkları Eski Dünya hastalıklarının listesi, olasılıkla Amerikan yerlilerinin katilleriyle türdeşti. Avrupalıların Amerika ya gelmesinden sonra eski dünyanın hastalıklarıyla tanışan yerlilerin, bunun karşısında ne kadar zayıf oldukları kısa bir süre sonra görülmüştür.
Kolomb’un İspanya’ya köle olarak gönderdiği 550 yerliden 200’ü yolda, kalan 350’si ise kısa bir süre sonra ölmüşlerdir. İlerleyen yüzyıllarda Avustralya’dan İngiltere ve gönderilen Aborjinlerin de yeni topraklarda yaşayamayacakları görülecektir. Onlar da Eski Dünya’nın sağlık koşullarına yabancıdırlar…
Alfred W. Cresby, bu bölümün sınırları içerisinde Avrupa’nın bütün denizaşırı sömürgelerinin ve hatta yalnızca yeni Avrupaların bile üstünkörü bir epidemiyolojik tarihini ele alamayız diyerek konuyu yalnızca çiçek virüsünün etkileriyle sınırlıyor. Hastalığın yayılması için hiçbir engel kalmamıştır.
“Çoğunlukla teneffüs yoluyla bulaşan ve en bulaşıcı, ölümcül hastalıklardan bir tanesi olan çiçek, Eski Dünya’da, bilinmeyen ama çok da önemsenen bir hastalık değildir. Ancak bu kadar alevlenişi izleyen 250-300 yıl içinde, aşı bulununcaya kadar yıkıcı hastalıklardan bir tanesi olmuş,1700’lerde gücünün zirvesine ulaştığında bazı batı Avrupa ülkelerindeki toplam ölümlerin yüzde 10 – 15’i onun yüzünden gerçekleşiyordu” diyen yazar, sözlerini şöyle sürdürüyor:
“Kurbanlarının yüzde 80’i karakteristik olarak on yaşın altındaydı. Ve yüzde 70’i iki yaşından küçüktü. Avrupa’da çocuk hastalıklarının en kötüsüydü. Özellikle kent ve limanlarındaki yetişkinlerden çoğu çiçek geçirmiş ve hastalığa bağışıklık kazanmıştı. Kolonilerde genç, yaşlı bütün yerlileri vuruyordu ve bütün hastalıkların en beteriydi…”
Tarihçiler çiçeğin, 16. yüzyıl başlarında Yeni Dünya’ya geçtiğini söylüyorlar, kendilerini hasta etmeyen mikrobu işgal ettikleri topraklara taşıyan Avrupalıların neden olduğu ilk salgın Antillerdeki adalardan çıkmış ve yerli halkın yarısına yakın kısmının ölümüne neden olduktan sonra diğer adalara sirayet ederek Meksika’ya kadar ulaşmış:
“Yeni Dünya’da kayda ilk geçen genel salgın Amerikan yeni Avrupalarına kadar ulaşmış olabilir. O zamanlar Amerikan yerlilerinin nüfusu, sonraki yüzyıllardakinden çok daha yoğundu ve tümüyle çiçek hastalığına açıktı. 16. yüzyılda Calusa Kabilesi’nin kanocuları ticaret yapmak üzere sık sık Florida’dan Küba’ya geçiyorlardı. Çiçek hastalığını anayurtları olan kıtaya beraberlerinde taşımış olmaları muhtemeldir."
Kuzey Amerika'nın bu bölgesinde yoğun bir yerli nüfus yaşamaktadır ve bu halklar Meksika topraklarında yaşayanlarla temas halindedirler. Mississippi Nehri ise iç bölgelere uzanan başka bir yoldur, kısaca hastalığın yayılması için hiçbir engel kalmamıştır. Crosby, Kuzey Amerika’da yaşananlarla ilgili olarak şunları söylaüyor: “Kayda geçen ilk çiçek salgını 1630’ların başında Massachusetts yerlileri arasında patlak verdi, pek çok insan öldü. Salgına şahit olan William Bradford, kurbanlardan bazıları diye yazıyordu, sona geldiklerinde, bu hastalıktan ötürü öylesine çöküyorlardı ki, birbirlerine yardım edemiyorlardı, ne ateş yakabiliyorlardı, ne içecek birazcık su alabiliyorlardı, ama yapabildikleri kadar uzun bir süre çabalıyorlardı ve ateş yakmanın başka bir yolunu bulamadıklarında, et yedikleri tahta tepsileri ve kap kacağı ve kendi ok ve yaylarını yakıyorlardı… Hastalık New England’ı kırıp geçirerek batıya St. Lawrence – Göller Bölgesi’ne girdi ve oradan ne kadar uzağa gittiğini kimse bilemez. Çiçek 1630’larda ve 1640’larda, New York ve çevresindeki bölgelerde tomruk testeresi gibi bir ileri bir geri giderek yerlilerin nüfusunu tahminen yüzde 50 azalttı. Bundan sonra çiçek hiçbir zaman yirmi otuz yıldan daha uzun bir süre uzaklaşmamış görünüyor…”
Bu salgınların bazıları, bazı yerli kabilelerinin nüfusunun yarısını, başka bir kabilenin tümünü imha ediyor. Avrupalılar ile hiç ilişkisi olmayan kabileler dahi bu salgınlardan kurtulamıyor. Örneğin, Kuzeybatı Pasifik kıyılarına ilk kez giden denizciler, pek çok ölünün gömüldüğü, devasa mezarlıklarla karşılaşıyorlar.
Kıtanın kuzeyinde bunlar yaşanırken, güneyinde de durumu farklı değildir. Çiçek Pampa’ya 1520’ler ya da 1530’lar gibi erken bir tarihte varmış olabilir diyor Crosby, ve söylentilere göre 100.000’den çok Amerikan yerlisini öldürdü:
”16. yüzyılın son çeyreğinden 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar çiçek, son salgından sonra yeni bir salgını başlatmaya yetecek sayıda hastalığa duyarlı insan doğdukça ortaya çıkarak, güneydeki stepleri ve çevresindeki bölgeleri tekrar tekrar tarayıp geçti. 17. yüzyıl Buenos Aires hükümetinin İspanya krallığından daha çok siyah köle ithal etmek için izin istemesiyle başladı, çünkü çiçek Amerikan yerlilerinin pek çoğunu vurmuştu…”
Doğal olarak, çok daha sonraları Avrupalılar tarafından keşfedildiği için, Avustralya’da bu salgınlar geç yaşanmış. Bu konuyla ilgili olarak çalışmada yer alan bilgiyi okuyalım:
“Avustralya’nın tıp tarihi, çiçek ya da ona çok benzeyen bir şeyle başlar. Birinci kafile Sydney Limanı’na 1778’de ulaştı. Bir süre için hem göçmenler hem Aborjinler arasında hastalık sorunu çok küçüktü… Aborjinler, en azından İngilizlerin görebildiği kadarıyla sağlıklı bir gruptu. Sonra, 1789 Nisan’ında, İngilizler kıyılarda ve limanın çevresinde ölü Aborjinlerin cesetlerini bulmaya başladılar. (…) Şubatta bu hastalıktan kurtulmuş olan bir Aborjin, beyazlara, Sydney çevresindeki halkın yarısının öldüğünü ve çoğunun da hastalığı beraberlerinde taşıyarak kaçtığını söyledi…”
Kısa zamanda çiçek bütün ülkeye yayılır, 19. yüzyılın önemli Aborjin uzmanı olan Edward M. Curr’e göre, yalnızca kıtanın kuzeybatısındaki kabilelere dokunmadan, Aborjin nüfusunun üçte birini yok eder. Ancak kuzeybatıda yaşayan kabileler de bir süre sonra çiçek ile karşılaşıp berbat zamanlar yaşayacaktır…
Çiçek, Avrupalıların keşfettikleri yerlere getirdikleri ve büyük yıkımlara yol açan hastalıklardan yalnızca bir tanesi, bir de solunum yolu enfeksiyonlarına yol açan hummalar, bağırsak hastalıkları, sıtma ve zührevi hastalıklar var.
Amerika ve Avustralya’da bunlar olurken şaşılacak bir şekilde, kolonilerden Eski Dünya’ya gelen ve salgına yol açan bir hastalık yoktur:
“Takas... Tek yönlüydü… Amerikalar en azından Carrion Carrion hastalığı (Oraya ateşi) ve Chagas hastalığı gibi, kendi belirgin patojenlerine sahiptir. Ne gariptir ki, hiç de hoş olmayan ve bazen öldürücü olan hastalıklar yolculuk etmeyi başaramazlar ve hiçbir zaman Eski Dünya’ya yerleşmemişlerdir. Frengi, belki de Yeni Dünya’nın ihraç ettiği tek önemli hastalıktı ve… hiçbir zaman Eski Dünya’da nüfus artışını durduramadı…
16. yüzyılda tropikal Amerika piresi, Afrika’ya 1872’de ulaştı ve kıta boyunca öyle bir salgın halinde yayıldı ki insanlar ayak parmaklarını kaybettiler ve ölümlere yol açan ikincil tetanos enfeksiyonu oldular, ama sonra salgın sonra erdi ve Eski Dünya’nın demografik tarihini hiçbir zaman değiştirmedi.”
Sonuç olarak, Avrupalıların güneyi ve Kuzey’iyle Amerika’yı, Avustralya’yı ve de Pasifik Adaları’nı işgal ettiği, yerli katliamları yaptığı bu yüzyıllar aynı zamanda yerli nüfusun büyük ölçüde yok olmasına neden olan salgınların yaşandığı bir dönem olmuş, insanlığın belki de o güne kadar şahit olmadığı bu olay Conquistadorların ilerlemesini kolaylaştırmıştır. İlerleyen yıllarda oralara göç edenler pek çok yerde karşılarında ya çiçek bozuğu yüzleriyle yerlileri ya da ülkenin genel mezarlığı izlenimi verecek kadar çok sayıda çevreye atılmış” bulacaktır.
•