HİCRAN ASLAN
Kaos Çocuk Parkı, 2018 68 s.
Hicran Aslan’ın oluşturmak istediği poetikada, anlam ve elde olan veriyle, iç yoklamalarla yapılan yolculukların sonuçlarını okuyoruz. Şair dışardan bakmıyor olgulara. Onlar onun hep yanı başında, kapı komşusu, öğrencisi, arkadaşı, dostu... Kendini kolay ele veren bir şiir değil bu şiirler. Okuyucuya kapalı gelse de kendi dünyasından kurduğu sistematik yapı, şiirlerinde tutarlı biçimde görülüyor.
Hicran Aslan’ın Kürtçe ve Türkçe yazdığı şiirleri okuyorum birkaç gündür. Şair, yaşamın her halinden –trajedisinden– çıkardıklarını, yüreğin ve aklın süzgecinden damıtarak dizelerine işliyor. Kapitalist dünyanın hengâmesi içinde dört tarafımız trajedilerle sarıp sarmalanmış. Her taraftan kin ve kan fışkırıyor. Sınırlarda insanlığın utanç halleri yaşanıyor. Cansever’in, "karanfil elden ele," imgesi şimdilerde değişti; bebeleri, çocukları elden ele “kurtuluşa” götürmek ve karaya vurmuş insanlığımızda yaşama ulaştırmak için kalkıyor eller. Yeni doğmuş bebekten, seksen yaşına merdiven dayamış yaşlılara kadar mültecilerin dramlarını canlı canlı izletiyorlar bize ekranlardan. Bu ülkede dün trajikti, bugün de trajik. Acı hafiflemiyor, her geçen gün derinleşip, kök salıyor. Savaşın gölgesinde biriktiriyoruz gördüklerimizi, yaşadıklarımızı, hissettiklerimiz…
Zorlu ve baskılanmış hayatların dizelerde nasıl ete kemiğe büründüğünü, Aslan’ın Dışarısı Mağara Kaç kitabındaki şiirlerde somut haliyle okuyoruz; “çimenler öteki yalnızlığını arar / sahip bilenir durur beynimizin kayışıyla”. Bu dizeler Mülteci şiirinden ve şiirin devamında; “dinin afyon tadı zehirler / ne günah ne de sevap istemem” diyerek sadece trajediyi nedenselliğin içinde tanımlamakla yetinmiyor, aynı zamanda rest çekiyor olana olacaklara. Aslan’ın oluşturmak istediği poetikada, anlam ve elde olan veriyle, iç yoklamalarla yapılan yolculukların sonuçlarını okuyoruz. Şair dışardan bakmıyor olgulara. Onlar onun hep yanı başında, kapı komşusu, öğrencisi, arkadaşı, dostu... Kendini kolay ele veren bir şiir değil bu şiirler. Okuyucuya kapalı gelse de kendi dünyasından kurduğu sistematik yapı, şiirlerinde tutarlı biçimde görülüyor. Bu zorlayıcılık içinde, ritm ve ses arkadan deviniyor. Gelincik şiirinin ilk üç dizesi şöyle; “delirmiş yağmurun / bina oluklarından döküldüğü yerde / kırdım parmak uçlarımı.” Şiirin devamında; “karışıyoruz yeraltındaki lağım sularına / uçsuz bir sokak ayaklarım oluyor sonra (…) halı kurslarındaki ritim / kirpi derisi asılan duvar/acısı başlangıçtadır yolculuğun” diyor şair. Bu dizelerde boşlukların ne kadar kısa ve kesik olduğunu gösteriyor. Bu biçemin tekrar okumalara neden olduğunun altını çizmekte fayda var. Aslan’ın bu kapalı/yoğun imgesel dünyası içe dönük ve bir başına olduğunu gösteriyor. Karşılıklı konuşmalar yok, yani diyalojik bir durumdan bahsedemeyiz.
Bu kendini kolay ele vermeyen şiirler, kadın oluş’a dair olanı açık bir şekilde; kimi zaman yüzey metinde kimi zaman alt metinde kendini dışa vursa da çığırtkan bir sese dönüşmüyor. İçe dönük olan arzular ve kırılmalar, depresif bir altyapıyı hazırlıyor. Şairdeki bu karanlık ve depresif iç sorgulamalar, çıkmazlar, karşı-düşüşler dizelerin üstünü örtmekte. “yıllardır beklemiş iç çekişin / parıltısı ışıldıyor sonra / nereden vuracağını iyi bilen dost / durduruyor kalbini / çirkin tapınak istemem!”
Çok Nefesli Konçerto şiirini iç hesaplaşmanın dizelere yansıyışı olarak okumak gerek. Şiirdeki kadının ezilmişliğini ince bir içerikle dile getiriyor. Fakat imgelerin kapalılığı ve okuyucuya ‘tekrar okumalar’ yaptırdığından verilen sertlik perdeleniyor, yumuşuyor. Ara ara kullanılan feodal, arkaik, dinsel simgeler şiire coğrafi bir kimlik kazandırıyor. Muska, recm, tütün, mesel, tavaf, put, bakire, teberik vs. kelimelerle coğrafi kimliğini alt metinlerde inşa ediyor şair, bu yerellik şiirde kapalılığı kırma çabası olarak da okunabilir ancak şiirlerin içe dönük sözdizimiyle bunu yeniden perdeliyor.
Saflaşma ihtiyacı olan şiirlere de rastlıyoruz kitapta. Yılkı Atı şiirinde; “anlatmak istediklerimin çokluğundan / kal gelen şiirler gibiyim / iki yabancıdan oluşuyorum / içeriden açılmıyor bu kapı” diyor şair. Bu dizelerdeki damıtılmışı ve saflık, şiirin devamında “hatıranın kıyısında ne çok hediye birikti / dönüştüğüm robotu eğitmeye çalışırken.” dizeleriyle ses ve sentaks ahengini bozan bir eklektizme dönüşüyor. Başka bir örnek, şairin çok sarsıcı dizelerinden bir olan; ”her kız annesine mezar” gibi bir dize, kapalı ve kimi zaman yorucu dizelerin arasında görünmez hale gelebiliyor. Oysa tek başına bile şiir olabilecek çok güçlü dizeleri var şairin. Anlatım gücünü de koruyarak, şiirini yalınlaştırılmasıyla güçlü bir şiir damarına ulaşacağı açık Aslan'ın. Bunun en güçlü örneği Dut Ağacının Rüyası şiiridir; ”ipek böcekleri en güzel kozayı örsün diye / hevsel bahçelerinden dut ağaçları kiralayan / adamın kızıyım ben”... Bu şiirin ontolojik bir perspektifle okunması gerektiğini düşünüyorum. Anlatımcı-ben üslupla yazılan daha yalın ve akıcı dizeler, incelikli imgeler ve güçlü içerik şiiri yükseklere taşıyor. Coğrafyaya (Kürdistan) özgü yaşam biçimi, sorunsalı, yaşanmışlığın iz sürümü içinde güçlü bir anlatımla vücut buluyor şiirde.
Şair, tek dilli değil. Kürtçe kaleme aldığı kitabı Esmerê'deki (Esmerdir) şiirler Dışarısı Mağara Kaç şiirlerinden hem dil olarak hem de anlam olarak belirgin biçimde ayrılıyor. Kitapların ortak noktası ise modern formlarla yazılması ve anlatılan meramdır.
Esmerê’de tasarruflu ve ortalığa saçılmadan/dağıtılmadan kotarılmış saf ve duru şiirler okuyoruz. Her bir şiir diğerinin devamı, imgeye boğulmadan yaratılan dizeler. Ses ve anlamın beraber yürüdüğü, ritmin tek bir dizede bile okuyucuyu bırakmadığı akıcı ve anlam derinliği olan şiirler bunlar. Şairin Kürtçe yazdığı şiirlerinde çağın sorunsallarını irdelediğine ve çıkmazlardan dili bükerek çıkmaya çalıştığına tanıklık ediyoruz. Doğal olanla doğrudan temas kurarak; ses ve metaforların gücüyle büyüyor şiiri Aslan’ın. Ka beje (Haydi Söyle) şiiri bu bağlamda iyi bir örnektir; “ka bêje bi revê birîn diqede / ka bêje mirov tim kêm namîne.” (haydi söyle yaralar kaçmakla biter mi / haydi söyle insan hep eksik kalmaz mı). Şair bu şiirde tıkanıklığı, acıyı ve çıkmazları sade ve anlaşılır bir üslupla, incelikli bir dille ulaştırıyor okuyucuya. Dilin olanaklarını iyi kullanarak anlatmak istediğini, kırık ve kesik dizelerle anlatıyor, söz öbeklerini üst üste yığmadan, anlamsal bütünlük içinde birbirine bağlıyor.
Esmerê’deki şiirler bir bütünün parçaları gibidir. Eskiye dönük sorgulamalar ve an’larla hesaplaşarak şiire giriş yapıyor şair. Dünü ve bugünü sorguluyor. Yarattığı boşlukları sentaksla birleştiriyor. Dışarısı Mağara Kaç kitabındaki şiirlerde boşluklar olmadığını ve şiirlerin kapalı imge örgüsüyle inşa edildiğini daha önce belirtmiştim. Esmerê ise tersine daha yakın ve duru bir kitap. Şiir örgütlediği imge diziniyle damıtılıyor ve açıkça belirtilen olgular liriğin gücüyle şiirleştiriliyor. Li Ser Çûndina Te (Gidişinin Üstüne) şiiri kitaptaki lirik söylemin en güzel örneği; “dem westiya sal qediya / siya şevê li rojên min xwe pêça / bê stran bê helbest / dengê min li dû te xwe rijand” (zaman yorgun yıllar bitiyor / akşamın gölgesi günlerimi sardı / şarkısız şiirsiz / sesim gidişinle arkandan dökülüverdi). Li Ser Çûndina Te şiiri lirik söylemle kurulmuş, kaybedilenin ardından bir özlem ve haykırış şiiridir.
Berken Bereh, Wêje û Civak (Nûbihar 146. Sayısı, Edebiyat ve Toplum) yazısında şöyle diyor; “wek gelek hêmanên din wêje jî yek ji hêmana bingehîn a çand û kulturê ye. Ew hem di bandora civakê de ye û hem jî bandorê li wê dike. Bi vê helwesta xwe jî di avakirina civakê de roleke girîng dilîze.” (Diğer faktörler gibi edebiyatta kültürün bir alt öğesidir. Bu hem toplumun etkisi altındadır hem de toplumu etkileyendir. Bu tavır ve tutumuyla inşa edilen toplumlarda önemli bir rol üstlenir). Buradan yola çıktığımızda şairin ne kadar baskılanırsa baskılansın kendi yolunu, sesini, biçimini ve yansıyanı işleyecektir eserlerinde, bundan kaçış yok! Şair Hicran Aslan’ın Esmerê’de yaptığı tam da budur: Yüzleşme. Gerçeklikten kaçmıyor bilakis üstüne üstüne yürüyor yaşananların. Nasıl ki geleneği moderne bağlayan, ikili yapıda kurulmuş şiirler varsa şairin şiirlerinde de ikili bir yapı ve estetize edilmiş bir sunum var. İlkinde özlemle alevlenen hatıralar dikkatimizi çekecektir, başka bir okumada ise zulmün ve zorbalığın kadın bir şairde uyandırdığı öfkenin, öz bilinçten süzülerek şiirle buluşması…
Şairin birçok şiirinde yaşam ve ölüm sorgulamalarına tanıklık ediyoruz. Yaşamın insana reva gördüğü eşitsiz acılar ve trajediler karşısında ölümü daha masum bulur şair. Hiç değilse, yaşam ve ölümü eşitler… Faili meçhul cinayetler, erkek ve devlet egemenliğinin doğurduğu şiddet, çatışmalarla yıkılan şehirler, kadının mücadelesi ve yitirdikleri. Bu temalarla şiirde her an kendini hissettiren kimi kez özne olan kimi kez zamansal ve mekânsal olanın içinde anlatılan özne dönüşüyor.
Acısı derinlerde olan ve şiirlerini acı sütüyle emziren, gerek bireysel gerekse içinde doğduğu, büyüdüğü toplumun öyküsünü anlatan bir kadın şair Hicran Aslan. Şiirler aynı zamanda aşkın şiirleri. Aşkın ve özlemin... Aşkın ve pişmanlığın, aşkın ve mücadelenin, aşkın ve acının, aşkın ve iki dilin arasında tek yürekle gidip gelmenin şairi o.
•