Herkes her şeyi unutur mu?

Selahattin-Demirtaş

Demirtaş’ın Beyaz Sandalyesi

ZINAR KARAVİL

Dipnot Yayınları 2022 242 s.

"Demirtaş’ın Beyaz Sandalyesi tecelli eden, ettirilmeye çalışılan adaletin kimseyi teselli etmediğinin bir örneği aslında. Aynı zamandan yakın tarihte yaşadıklarımıza dair bir dolu çağrışımla sarmalayarak belleklerimizin tazelenmesine de bir vesile."

DUYGU ERGÜN

Alzheimer kişinin beyninde mi toplumun vicdanında mı? İlk bölümü 17 Mart 2018’de yayınlanan, senaryosunu Hakan Günday’ın yazdığı Şahsiyet dizisi, izleyen hemen herkesin aklına bu soruyu düşürdü. Ve, “Sen zannediyor musun ki bir tek Alzheimer olan sensin? Herkes hasta, hepsi hasta. Yarın bugün bir milli maç olur, herkes her şeyi unutur. Bu millet neleri unuttu…” diyen, dizinin ana karakteri Agâh Beyoğlu üzerinden metaforlaşan Alzheimer’ın toplumsal ve bireysel çerçevede izini sürmeye başladık.

Bulduğumuz ilk ipucu, belleğin genellikle şahsi bir yeti olduğunu düşünmemiz oldu. Yaşadığımız olayları kendimize değen yerlerinden tutup ardını kendi “kaderine” bırakmamız unutma gayretkeşliğimizi perçinliyor. Her güne damgasını vuran öyle trajediler yaşıyoruz ki, art arda gelen ve artık sıradanlaşan olaylar silsilesinde geçmişe dönüp hatırlamayı, tepki vermeyi zul sayıyoruz. Peki gerçekten “herkes her şeyi unutur” mu? Bu soruya verilecek cevaplar çeşitlilik gösterse de, verilecek yanıtlardan biri kuşkusuz kolektif hafıza inancında birleşmek olacaktır. Kolektif hafıza kavramını geliştiren filozof Halbwachs’a göre “İnsanlar genellikle anılarını toplum içinde kazanır ve yine toplum içinde anılarını hatırlar”. Yani, “Her hafıza ne kadar kişisel olursa olsun diğer pek çok kişinin sahip olduğu bir dizi mefhumla, kişilerle, gruplarla, mekânlarla, tarihlerle, kelimelerle ve dil biçimleriyle; diğer bir deyişle şimdi ve geçmişte iştirak ettiğimiz toplumların tüm maddi ve ahlaki yaşamıyla bağlantılıdır”. Geçen günlerde Dipnot Yayınları tarafından yayımlanan Demirtaş’ın Beyaz Sandalyesi adlı kitap unutulanı hafızamıza geri çağırarak kaybolan şahsiyetimizi geri veren önemli çalışmalardan biri. Demirtaş’ın basın danışmanı Zınar Karavil’in yazdığı ve Demirtaş’ın cezaevinde geçen süre boyunca yaşanan siyasi ve toplumsal gelişmelere odaklanan kitap, hafızalardan silinen kimi olayları hatırlatarak yakın tarihe dair bir toplumsal bir bellek oluşturuyor.

Demirtaş hakkında bilinmeyenler

Nasıl ki dünya tarihinde sürekliliği, geleneği, itaati, uyumu, milliyetçiliği destekleyen seçkin bir tarih görüşü varsa, Türkiye’de de durum değişmiyor. Karavil’in yazdığı bu kitap da bu noktada değer kazanıyor. Karavil, 7 Haziran 2015 seçimlerinden itibaren yaşananları ele aldığı kitabında dokunulmazlıkların kaldırılmasına Demirtaş’ın Cumhurbaşkanı adaylık sürecine, ilk roman heyecanına, AİHM duruşmalarına, pandemiye ve daha birçok noktaya uğrayarak günümüze dek geliyor. Demirtaş’ın arkadaşlarının, avukatlarının, kardeşlerinin, eşinin, hücre arkadaşının ve bizzat kendisinin anlattığı, okurun şimdiye dek bilmediği pek çok konuya dikkat çekiyor. Duruşmalardan ve Demirtaş’ın savunmalarından aktardığı anekdotlarla Türk hukuk sisteminin işlevsizlik öyküsünü anlatıyor.

“Biz tutukluyken neler yapılmış…”

Demirtaş kendisini “siyasi rehine” olarak adlandırdığı için yargılandığı mahkemeden hiçbir zaman tahliye talep etmedi. Ancak cezaevindeki koşulların Covid-19 karşısında yetersiz kalması ve Demirtaş’ın kronik rahatsızlığı dolayısıyla avukatları tahliye talep etti. Tahliye talebi mahkeme tarafından hiçbir gerekçe gösterilmeden reddedildi. Peki, bu durum Türkiye yargı sisteminde standart bir durum muydu? Pek çok kişi Demirtaş gibi tutuklu mu yargılanıyordu?

“Sevgilisini darp etti, dokuz kişiyi arabayla ezdi, pompalıyla bir kişiyi yaraladı. Tahliye edildi.”

“Eşine 15 bıçak darbesiyle saldırıp onu yaralayan kişi tutuksuz yargılandı.”

“İstanbul’da 16 yaşındaki çocuğu silah kabzasıyla başına vurarak öldüren bir polis memuru tutuksuz yargılandı.”

Demirtaş “Biz tutukluyken neler yapılmış, onları anlatmaya çalışıyorum” diye sıraladığı bu ve benzeri örneklerle hafızalarımıza neşter vuruyordu adeta.

Gerek destekçileri gerek muhalifleri olsun, AKP’li yıllarda hemen herkesin ortak paydada buluştuğu bir konu var; ülkede hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığı. Peki, Demirtaş bu değişimin neresinde? Karavil, kronolojik bir sıralamayla ele aldığı çalışmasında bu sorunun siyaset, kültür ve toplum temelindeki detaylarına eğiliyor. Topladığı argümanlarıyla meramını tek tek anlatıyor. “Çocuklarımız var büyüyecek, bu ülkede yaşamaya devam edecek. Barış içinde yaşasın istiyorum çocuklarım…” diyen Demirtaş’ın içeride de olsa aynı gayeyle dışarıda, Türkiye siyasetinde büyük bir etkiye sahip olduğunu dile getiriyor.

“İnsan yaşadığı yere benzer”

Demirtaş’ın Beyaz Sandalyesi tecelli eden, ettirilmeye çalışılan adaletin kimseyi teselli etmediğinin bir örneği aslında. Aynı zamandan yakın tarihte yaşadıklarımıza dair bir dolu çağrışımla sarmalayarak belleklerimizin tazelenmesine de bir vesile. Ülkemiz son yirmi yıldır bir krizi yaşıyor. Yası sağlıklı yaşamıyoruz, ölülerimizi sağlıklı gömemiyoruz, inandığımız yolda bildiğimiz sloganları söyleyemiyoruz ve “sarı kahkahalar” atıyoruz. Ancak ayyuka çıkan tüm baskılara rağmen tüm inancımız demokrasiye, insan haklarına ve özgürlüğe dair. Edip Cansever “İnsan yaşadığı yere benzer, o yerin o suyun toprağına” diyor. Nicedir toplumsal hafızayı yıkıp yeniden inşa etmek isteyen sisteme karşı bizler için “benzerlik” onurlu ve mücadeleci olmaktan başka bir şey olamaz.

Bir gün birlikte izleyebilmek dileğiyle…