‘Made in China’nın öyküsü

Çin-Nasıl-Çin-Oldu?

Çin Nasıl Çin Oldu?

JONATHAN CLEMENTS

çev. Cansen Mavituna Metropolis yayınları 2021 144 s.

Uzakdoğu Asya tarihi ve kültürü uzmanı Jonathan Clement’in yazdığı Çin Nasıl Çin Oldu? adlı kitabı, günümüz dünyasının en büyük muamması Çin’in ketum bir parti ve tek adam devletinden şimdiki haline dönümesini ve sürekli kendine özgü tanımlamalarla dünyaya açılışının öyküsünü anlatırken, arka planda bu ‘açılımlar’la birlikte başlayan yozlaşmayı da gözler önüne seriyor.

BURAK SOYER

Çin, Amerika Birleşik Devletleri’yle beraber dünyadaki ‘çift baş’lardan birini oluşturuyor. 1 milyar 411 milyon insanı barındıran ülke her ne kadar kendi ‘seddi’ni yıkmasa da, hafif çatlaklar yaratarak dünyaya açılıp ona entegre bir duruş sergilemesiyle birçok kişinin merakını celp ediyor. Peki, 60 yıllık bir ömre sahip Çin Halk Cumhuriyeti nasıl oldu da ‘kendi havuzunda’ oynarken çok kısa sürede kendini sınırsız bir okyanusun içinde buldu? Metropolis Kitap tarafından çıkan, Jonathan Clement’in kaleme aldığı Çin Nasıl Çin Oldu? Kitabı, başkan Mao döneminden günümüze kadar Çin’in ketum sınırlarını ‘kendi yöntemleriyle’ aşarak, artık böyle bir gerçekten rahatlıkla söz edebileceğimiz ‘Çin kapitalizmi’ne nasıl geçtiğini anlatıyor.

Kitabın ‘Doğu Kızıldır’ adını taşıyan ilk bölümünde, “1950’lerin başındaki Çinli komünist kuşağın düşünce yapısını göz önünde bulundurmakta fayda var” diyor yazar Clement ve devam ediyor: “Bu kuşak imparatoru devirmiş, on beş yıl Japonlarla savaşıp dört yılını da iç savaşta geçirmiş ve kısacık bir soluklanmanın ardından Kore’de yeni bir savaşın içine dalmıştı. Çin Halk Cumhuriyeti’ni kuran bu kuşak için en önemli mesele, dört bir yandan kuşatılmış durumda olmaktı: Bir yanda (kısa bir süre sonra köprülerin atılacağı) Sovyetler Birliği, bir yanda Güneydoğu Asya’daki ABD müdahalesi, diğer yanda da Güney Kore, Japonya ve Tayvan’daki ABD destekli rejimler.” Yazarın bahsettiği kuşak bu durumdayken, Çin, Kore’yle ateşkes sağladıktan sonra İlk Beş Yıllık Plan’ı devreye sokuyordu. Bunun da ilk adımı ülkenin her yerindeki işletme sahiplerinin girişimlerini devlet kontrolüne vermeye veya satmaya teşvik edilmesiyle, üretim araçlarının üzerindeki özel mülkiyetin ortadan kaldırılmasıyla atılıyordu. Bu süreç sonunda işletmelerin yarısı devletin eline geçerken, kalanı da kamu-özel sektör ortaklıkları haline geldi. Marksizm ilkelerine bağlılıkta sapma yoktu. Devletin bu ekonomik müdahalesini Çinceyi basitleştirme yöntemi izledi. Buna göre dili öğrenmek daha kolay hale geleceği için ülkedeki okuma yazma oranı artacaktı. Öyle de oldu. Ancak bu yeni ‘dil’i rahatça öğrenenler daha önceden yazılmış belgeleri okumak için ayrıca bir eğitim görmek zorunda kalacaktı.

Jonathan Clements

Mao’nun bu ilk zamanlarında, kitapta yazdığı gibi ‘kişi kültü’nü oluşturmak ve onu sağlam tutmak için partiyi öne sürerek bilindik ‘tek adam’ devletine biatı sağlamak için aldığı önlemler muhalifleri fazlasıyla sindiriyordu. ‘Devlet ve teferruat’ ikilemini ayakta tutmak için sürekli yeni nedenler ortaya atıyordu. Bunların başında Marksizm’e körü körüne bağlılık, “işleri halletmek için hedeflere inanmış olmanın yeterliliği” gibi kavramlar, Mao’nun Büyük İleri Adım projesini de sular altında bırakıyordu. Çünkü yazar Clement’e göre bilim ve mühendislikten zerre anlamayan Mao, hiçbir yararı olmayan fikirler ortaya atıyordu. Bunlara inanmayanları da dışlıyordu. Ardından gelen meşhur Kültür Devrimi ise mevcut statükoyu yeterli bulan ve “devrimin henüz tamamlanmamış” olduğunu unutan, savaş görmemiş gençleri, ellerinde silahlar ve Küçük Kırmızı Kitap’la birlikte sokağa salıyordu. “Ölümcül bir bileşim” tanımını yapıyor yazar bu durum için ve sonucu şöyle açıklıyor: “Bile isteye cahil kalmış kabadayıların, üstünlük tasladıkları için öğretmenlere, bilgi istifledikleri için mühendislere, başkalarının sağlığı hakkında başkalarından daha bilgili olduklarını iddia ettikleri için doktorlara saldırması oldu. Eşitlik arayışı, kendini geliştirmiş herkese yönelik bir cadı avına ve ‘farklı’ görünen herkese yönelik nefret dolu bir ırkçılığa dönüştü.” Mao’nun, “Kapitalizm istikametinde ilerleyen güç sahipleriyle mücadele etmek” olarak nitelediği Kültür Devrimi, tek adam muhaliflerinin tasfiyesine sebep oldu ve Mao kitaptaki tanımlandığı gibi, “Çoğunluk diktasının nelere sebep olabileceğini hatırlatan bir sembol niteliğinde. Öte yandan, sayıları ciddi ölçüde artan kimi genç Çinliler içinse mazide kalmış bir imparatoru andıran, iyi huylu, babacan bir ilah ve daha da önemlisi, Mao’ya dair bu imajın sahte olup olmadığını anlayabilecekleri bilgi ve kanıtlara erişebilmeleri hiç de kolay değil”.

Mao’dan sonra koltuğu devralan Deng Xiaoping, Mao’nun görüşlerini yine elde tutan, ancak ülkeye yenilik de getirmek isteyen bir lider olarak kitapta karşımıza çıkıyor. Özellikle 1975’te Fransa’ya yaptığı ziyaret sonrası Batı ülkelerinin yaşamını gören Deng, kendi ülkesinin ne kadar geri kaldığını fark etti ve meşhur, “Zenginleşme şandır” sözünün ilkeleriyle ekonomik ilerleme adımları atmaya başladı. Bu ilerlemenin önünü kesecek kişileri aforoz etti. Bir dönem kendilerine ‘komünist’ diyen kişilerin yolunu açıp tekelleşmeden kurtararak bir anlamda serbest piyasayı dolaşıma soktu ve onların istedikleri alanda üretim yapmasını sağladı. Böylece ‘Çin’e özgü sosyalizm’ tanımının mimarı oldu.

Çin Nasıl Çin Oldu? sürekli gelişen sanayisi, devlet kapitalizmiyle yolu açılan ‘Çin kapitalizmi’nin ülkeyi şu anda getirdiği durumu açıkça anlatıyor. Yine gelinen noktada bu ‘kapitalizmlerin’ sebep olduğu gelir seviyelerindeki uçurum, yolsuzluk, rüşvet ve yozlaşma gibi konuları da masaya yatırıyor. Örneğin 9 bin dolar maaş alan bir devlet görevlisinin nasıl 200 bin dolarlık bir arabaya bindiğini biraz da okurun fikrine bırakarak sorguluyor. ‘Baba parası’yla markalı saatler takıp partileyen gençlerle, turistlere kartpostal satmak isteyen garibanların bir arada yaşadığı ‘komünist bir ülke’nin gerçek halini gösteriyor. Devletin her şeyde olduğu gibi internette de ‘Çin interneti’yle tüm kullanıcıları denetim altına alması, internet kafelere hâlâ kimlik kartıyla girilmesi gibi yöntemler, totaliterizmin sosyal hayata nasıl yansıdığına örnek teşkil ediyor. Kitap artık attığımız her adımda karşımıza çıkan ‘Made in China’nın bir özeti aslında.