GENEVIEVE GORNICHEC
çev. Ceren Gürein İthaki Yayınları 2022 336 s.
Fantastik edebiyat ve dolayısıyla ona kaynaklık eden, insanlık tarihinin kadim anlatıları olan mitler, masallar ve efsaneler, yeniden anlatmalar yoluyla popüler kültürde giderek daha fazla kendisine yer buluyor. Tanrı veya yarı tanrıların hikâyeleri, insanüstü özellikleri olan tüm kahramanlar yahut doğaüstü olayların birleşiminden gelen kurgulara olan eğilim başlı başına yeni bir şey mi, yoksa bu eğilim eskiden beri var mıydı? Sorunun cevabı, üzerinde durduğumuz zamana ve zemine göre farklı gidiş yolları ve onları ifade etmek için farklı kavramlar seçecek olsak da oldukça açık: Bu anlatılar her çağda insanlık için belirli bir işlevi karşılıyorlar. Bu işlev de görünüşte anlatıların olay örgülerinde yahut temalarında aransa da, aslında onların imlediği ve çoğunlukla bilinç düzeyinde farkında olmadığımız bazı sembol ve iletilerde şekilleniyor. İthaki Yayınları’ndan çıkan Cadının Yüreği, işte böyle bir sembol ve iletiler ağının en yeni katkılarından bir tanesi.
Kurgusal yazın içerisinde yeniden anlatmalar veya uyarlamalar zorlu bir konu. Bir anlatıyı nasıl ve nereye kadar özgün kalarak uyarlayabileceğimiz bir kitap incelemesine sığdırılamayacak kadar dallanıp budaklanan bir soru, ancak tür, şekil, zaman ve çizgi romanlardan sinemaya, oradan da video oyunlarına değin medya türü fark etmeksizin her uyarlamanın bir yeni anlatı olduğunu kabul edersek işimiz çok daha kolaylaşacaktır. Bu metin boyunca bakış açımız, buraya uygun olarak Cadının Yüreği’nin bir yeniden anlatma olduğu ve kaynağını aldığı mitlere yeni bir bakış açısı sunduğu yönünde olacak.
Din tarihçisi Mircea Eliade mitlerin, “şey”lerin kökenlerini açıkladıklarını, her zaman bir başlangıca ilişkin olduklarını, kutsal sayıldıklarını ve kahramanları olan tanrı ve yarı tanrılar aracılığıyla toplumlara birer ideal insan modeli sunduklarını söylüyor.[1] Buradan hareketle mitlerin yeniden anlatmaları da kaynaklarını aldıkları metinler gibi, fakat bu sefer farklı bir zaman ve farklı bir dünya düzeninde yaşayan toplumlara uygun olarak “şey”lerin kökenlerine ilişkin yeni açıklamalar sunuyor, ortaya çıktıkları çağın yeni başlangıçlarını ve yeni ideal kahramanlarını ele alıyorlar. İskandinav mitlerinde Loki’nin eşi ve çocuklarının annesi olan Angrboda’nın hikâyesini anlatan Cadının Yüreği de tıpkı kendi öncülü olan Madeline Miller’ın Ben, Kirke’si gibi örneklerin ışığında yine bunu yapmaya çalışıyor. Ancak onun, daha doğrusu kaynak aldığı İskandinav mitlerini yeniden anlatmayı seçen tüm yazarların işi daha zor. Zira cadı Kirke’nin yahut Miller’ın ikinci kitabının başkahramanı Aşil’in (Akhilleus) içerisinde bulunduğu Yunan anlatıları, gerek ortaya çıkışları ve daha erken bir dönemde yazıya geçirilmeleri gerekse de bugün bilimsel anlamda odağımızda tutmaktan yavaş yavaş vazgeçmeye çalıştığımız bütün bir Avrupa merkezli düşüncenin temeline şekil vermeleri sebebiyle çağlar boyunca daha fazla işlenmiş metinleri barındırıyorlar.
İskandinav mitolojisi için ise durum pek böyle değil. Elde avuçta birkaç metinden fazlası yok ve bunların en eskileri de (Eddalar) ancak 1200’lü yıllara dayandırılabiliyor.[2] Vikingler, İskandinav mitleri ve İzlanda destanları üzerine çalışan Genevieve Gornichec ve onun Cadının Yüreği’ni yazarken esinlendiğini ifade ettiği, Erik A. Evensen ve Neil Gaiman gibi yazarların karşılaştığı en büyük zorluklardan birisi bu. Söz konusu yazarlar hem metinlerin çağlar boyunca dilden dile taşınıp sonrasında yazıya geçirilmelerinin teminatı olan iletilerini büyük oranda korumaya çalışmalılar ve bunu da Yunan, Mısır gibi görece daha zengin kaynak yerine kısıtlı kaynakla yapmalılar hem de ne o iletilerle ne de günümüzün edebi zevki, alışkanlıkları ve baskın kültürüyle çelişmeyecek eserler ortaya koymak durumundalar. Ayrıca bir sanat dalından söz ettiğimiz için, yüzyıllardır anlatılan bu metinler, diğer uyarlamaların içerisinden sıyrılmalı, özgün kalabilmeliler.
Cadının Yüreği, elbette ki yazarı bütün bu sorumlulukları üstlenmek için yola çıkmamış olsa da, üzerine düşenlerin arasından bir kısmını yerine getirmiş, bir kısmından ise sınıfta kalmış. Yazar, mitlerdeki iletileri doğru şekilde yansıtmak, esinlenilen metinlere bu açıdan sadık kalmak ve onları yeterli derecede günümüze taşımak konusunda herhangi bir sıkıntı çekmişe benzemiyor. Ancak öncülü eserler ve ardılı olarak gelecek olan eserlerin arasından sıyrılmak konusunda pek başarılı değil. Roman başından sonuna değin herhangi bir yerden dinlenen herhangi bir olayın konuşma şeklinde bir başkasına aktarılmasına benziyor; diyaloglar ve olay geçişlerinde ise affedilemeyecek, çocuksu bir ton hâkim. Bu çocuksu ton, anlatılan hikâyenin taşıdığı mesajlara ve seçilen hedef kitlenin gereksinimlerine uygun olmadığı için romanın genelinde fazlasıyla yadırganıyor. Dil olması gerekenden kat kat daha basit; öyle ki, yer yer konuşturulanın milyarlarca yıl öncesinde yaşamış bir tanrı olduğunu hesaba kattığınızda anakronizme fazlaca maruz kalıyorsunuz. Dilin basitliği, akıcılık sağlamak ve her kesimden okuyucuya çok daha kolay bir şekilde ulaşabilmek açısından faydalı, ancak buna ek olarak metinde yer alan olaylar da –bir kısmını az önce, yeniden anlatımlarla ilgili zikrettiğimiz zorlukların sebebiyle– basit ve daha önce çok kerelerce anlatılmış oldukları için roman, okura mitoloji konulu herhangi bir tweet zincirinden (bilgiselinden) fazlasını vaat edemiyor. Oysaki kaynak aldığı metinlerin yanında kurgusuna başkahraman olarak seçtiği, mitolojide sırf Loki’nin eşi ve çocuklarının annesi olarak bildiğimiz Angrboda karakteri, yeniden anlatmanın yapıldığı çağın yükselen temaları ve toplumsal gerçekliği de dikkate alındığında, potansiyel olarak çok daha fazlasını vaat ediyor.
2022 yılındayız, mitlerin ister “şey”lerin kökenlerini açıklamak ister başlangıç ve yeniden doğuş durumlarına bizleri hazırlamak ve isterlerse de örnek insan modelleri sunmak açısından yegâne kaynak olarak belirdikleri, birer kutsal metinler oldukları zamanlardan çok çok uzakta... Ancak postmodern toplumlarda mitik düşünceden o kadar da uzaklaşmış sayılmayız. Eskilerinin üzerine yenilerini koyarak, farklı biçimlerde yeni mitler yaratıyoruz yahut onları bir şekilde güncelliyoruz. Bunu bir zamanlar gök cisimlerini keşfederken onları renk ve şekillerine göre isimlendirerek yapıyorduk, bir zaman sonra bilimsel teori ve yöntemlerimize seçtiğimiz terimlerle yapmaya devam ettik. Bir zamanın, tanrıları kızdırdığı için koca bir kayayı devamlı olarak dağın tepesine çıkartmaya çalışıp, her seferinde başarıya ulaşamayarak baştan başlayan kahramanı Sisifos, başka bir zamanda yaşamın anlamsızlığı ve varoluşumuzun gereği üzerine yapılan sorgulamaların öznesi haline geldi.[3] Bir başka deyişle Sisifos miti hem kökeninde olan anlamı ifade edecek hem de şimdiki zaman ve zeminin şartlarına uyum sağlayacak şekilde, yeni bir işlev kazandı.
Genevieve Gornichec
Buna çok benzer bir biçimde, mitlerin kadın karakterleri de şu an içinde bulunduğumuz zamanın şartlarına göre –daha da özel ifade etmek gerekirse, kadınların iş gücüne dahil olmaları ve ev çevresinden çıkıp toplumsal yaşama aktif olarak katılmalarıyla– toplumsal rollerde yaşanan değişiklik sebebiyle eskiye atıfta bulunan, yeni işlevler kazanmalılar. Ancak tarih son birkaç on yıla kadar bize bu açıdan birçok engel koyuyordu. Gerek içerisindeki sembol ve iletileri bir kenara bıraktığımızda elimizde kalan kurgusal anlatılardaki kadın karakterlerin gerekse gerçekten yaşamış olanlarının zamanla tarihsel anlatılardan silindiklerini, silinemeyeceklerse de ya işlevlerinin ataerkil toplum düzenine göre yeniden şekillendirildiğini ya da olumsuz anlamlar yüklendiklerini biliyoruz. Cadının Yüreği’nin başkahramanı Angrboda da romanın kendi kurgusunun içerisinde bu kadere maruz kalan mit karakterlerinden bir tanesi.
İskandinav mitlerinin temel kaynağı iki Edda’da adı yalnızca bir kez geçen ve onlarda da ancak Loki ve Loki’nin çocukları kurt Fenrir, dünya yılanı Jörmungand ve Hel’in annesi olarak betimlenen Angrboda’yı hikâyesinin ana kahramanı olarak seçen Cadının Yüreği, kurgusunun içerisinde bu duruma birden çok kez dikkat çekiyor. Angrboda, yaptığı seçimlerin her birinde, kendisinin Loki ya da diğer Aesir tanrıları gibi hatırlanmayacağını, insanların ona tapmayacağını, onu sadece Loki’nin eşi olarak yahut çocuklarının annesi olarak bileceklerini söylüyor ve kocası Loki de tüm tartışmalarında ve ona olan ihanetinde bu durumu ona hatırlatıyor. Yine kurgu içerisinde Angrboda’nın âşık olduğu savaşçı dev kadın Skadi de bir erkekle ilişkili olarak, babasının hesabını almak için tanrılara kafa tutmasıyla biliniyor yahut hem mitlerde hem de mitlerin yeniden anlatımı olan Cadının Yüreği’nde karşımıza çıkan, İskandinav mitlerinin en bilinen tanrıçası Freya için de benzer bir durum söz konusu; ismi sıklıkla Odin’in diğer eşleriyle karıştırılıyor, Odin’in çocuklarının anneleriyle iç içe geçiyor. Yazar tüm bu seyrin farkında ve tıpkı Ben, Kirke’nin yaptığı gibi, belirli bir çağda kaybolanları yeniden bulmak istiyor.
Bütün bunların ışığında, romanın diğer yeniden anlatmalar arasından sıyrılmayacağı ve gerek özgünlük gerekse de edebi zevk ve estetik açısından okura yeni bir şey vaat edemeyeceği konusundaki düşüncemizi tekrarlamamız gerekse de, Cadının Yüreği ile ilgili iki olumlu değerlendirmemiz olacak. Bunlardan ilki Sisifos örneğindeki gibi, postmodern zamanlarda mitlere her zamankinden daha çok ihtiyacımız olmasıyla ilgili. Yeniden anlatmalar, gündelik telaşın içerisinde yüzyıllardır kaybettiğimizin farkına varamadığımız anlamların kökleriyle ve belki içimizi bu açıdan doldurabilecek, aradığımız bazı cevaplarla bağlantımızı tekrar kuruyorlar. Cadının Yüreği’nde Angrboda’nın kendi içerisinde özgün ve başarılı bir karakter olarak karşımıza çıkması, onun mağarası, yalnızlığı, eşliği, anneliği ve birden çok kez sökülen, kızı vasıtasıyla ileriye bıraktığı kalbi, mitin sembolik anlamını günümüze taşıyor. Bu, söz konusu mitlere aşina olanlar için de yeni bir bakış açısı sunuyor. İkincisi ise Angrboda karakterinin başarısının bizi ulaştırdığı tarihsel bağlantıyla ilgili. Tarih boyunca silinen kadın kahramanların sesini, Cadının Yüreği gibi yeniden anlatmalar ile tahsis etme imkânımız var. Mitlerden apayrı, yeni anlatım biçimleriyle de bu imkân, güçlü kalemler ve onların hayal gücünden çıkan yeni karakterlerle sağlanabilir ve sağlanıyor da; ancak yeniden anlatmalar, geleneğin içerisinde bu sesin yankısını takip etmek konusunda bir avantaja sahipler. Böylece kökü mazide olan yeni bir gelecek sese de daha fazla dayanak oluşturuyorlar.
Cadının Yüreği dili anlatım tarzıyla da olay örgüsüyle de mitolojiye aşina kimselerin yahut gedikli okurların yeni ufuklara yelken açmasına olanak verecek, hiç olmazsa estetik beklentilerini doyuracak bir roman değil. Yazarının ilk eseri olmasının bunda elbette ki etkisi olmuştur. Ancak mitlerin sevenleri ve konunun takipçileri için, öncesinde hiç kendi ağzından dinlenmemiş bir karaktere ses vermesi ve tek başarılı karakteri de Angrboda olmasına rağmen onu vücuda getirebilmekteki başarısının hatırına şans verilmesi gereken bir roman. En azından bu açıdan kitlelere ulaşmasını ve daha fazla örneğe önayak olmasını dileyebiliriz.
•
NOTLAR:
[1] Mircea Eliade, Mitlerin Özellikleri, çev. Sema Rifat, Alfa Yayınları, İstanbul, 2016, s. 32-33.
[2] The Poetic Edda, Ed. Carolyne Larrington, Oxford University Press, USA, 2014, s. 10.
[3] Bkz: Albert Camus, Sisifos Söyleni.