Yeni bir ritim okuma denemesi: Bakışın Ritmi

Bakışın-Ritmi

Bakışın Ritmi: Portreler

AHMET TULGAR

İletişim Yayınları 2020 245 s.

Bakışın Ritmi’ni okurken ilk aklıma gelen metin Cemal Süreya’nın 99 Yüz adlı portreler çalışmasıydı. Başka portre çalışmalarına da baktım ama ilk akla gelen genellikle doğru olandır hakikaten… Hem yöntemleri hem de seçicilikleri benziyordu Cemal Süreya ile Ahmet Tulgar’ın… Her ikisi de kendi zamanlarının arkeologları gibi çalışmışlardı.

ONUR BÜTÜN

“Benim portre yazarlığıma her defasında bir açılıp kapanma, daralıp genişleme hareketinin ritmi eşlik eder. Bu ritmi arar, mütemadiyen hissetmeye çalışırım yazarken. Portresini çıkaracağım insana ritim tutarak bakarım. Sempati, antipati ve en iyisi empatinin de ritmi bu olmalı.” (s. 9)

Bakışın Ritmi, yukarıdaki epigrafla açılıyor. Nasıl yazdığını, yazarken neleri gözettiğini, çalışma nesnesini nerede ve ne zaman esneteceğini bilen birinin sözleri bunlar.

“Bu kitabın okurunun her defasında bu ritmi de hissetmesi dileğimdir. Sempati, elbette antipati ama her hâlükârda nihayet empatinin ritmini…
Son tahlilde “Voleybol” adlı öykümde geçen diyalogdaki gibi:
“İnsan işte,” dedi Hüseyin.
"Evet.” dedim, “zor ama güzel bir durum.” (s. 10)

Her yazı bir miktar yöntem bilgisine vakıf olmayı gerektirir. Bir insanın, bir nesnenin ya da bir mefhumun portresini çıkarmak da öyle. Bakışın Ritmi, 50 portreden oluşan bir ritm armonisi. Metin, “Ritmin de armonisi olur mu?” diye düşünenler için… Yöntem sorunumuz olabilir bu duyma biçimi ile ilgili. Devlet Bahçeli ile Selahattin Demirtaş’ın aynı metinde var oluşu yalnızca dört dörtlük ritim algısına sahipseniz kafanızı karıştırabilir. Bu portrelerin yan yanalığı, farklı bir ritim okuma emeği gerektirir. Beden perküsyonu çalışanlar veya izleyenler bu türden bir çoksesliliği daha kolay duyabilirler. Ahmet Tulgar zaten duyar.

Gazeteci ve yazar niteliklerinin yanı sıra çok kapsamlı bir müzik bilgisine sahiptir. Kitaptan müzikal değerlendirmelerin olduğu bölümleri çıkarsak yine kapsamlı bir makale elde edebiliriz. İyi bir dinleyici olmasının ötesinde, müzikal kavramlara, olay ve olgulara; yetenekli olduğu dillerdeki –Almanca ve İngilizcedeki yetkinliklerini kast ediyorum– okuma ve yazma faaliyeti kadar da vakıftır müziğe ve ritme... Kitabının adı ve zengin içerikleri bu fikrimi zaten desteklemektedir. Önce metnin dili üzerinde durmak istiyorum.

Farklı tarihlerin ve konjonktürlerin içinde yazılmış, yeni portre çalışmalarının da eklendiği Bakışın Ritmi, öncelikle bir dil hazinesi ve becerisi olarak karşımıza çıkıyor. Yazı dilinde de, günlük dilde de kulllanmaya kullanmaya unuttuğumuz kelimeler veya yazarın bizatihi üretimi olan kavramlar sık sık karşımızda reverans yapıyorlar. Pek zarifçe anımsıyoruz hepsini… Yazar beğenmediklerini de özel olarak açıyor tartışma bağlamlarında.

Öyle kavram setleri var ki, durduruyor okuru, hoşluk salıyor ruhuna, bazen düşündürüyor, gülümsetiyor. Doya doya örnekleyeyim istiyorum, sonra üzerine çalıştığı portrelere geçeyim. “Stilize irem bağlarında kısa bir bekleşme belki…” cümlesi, sosyal medyanın ölüme ve ölümlülüğe direnme aracı olarak ele alınışından dem vuruyor. Aziz Yıldırım’ı betimlerken kullandığı “Buzdan derebeyi” ya da Aydın Doğan’ın hâletiruhiyesinden söz ederken onun tereddüdünü “kârlı bir tereddüt” olarak fark edişi gibi…

Bir fırlatılma etkisinin eşliğinde okunuyor cümleler, soluk soluğa… Edebi kullanımların yanı sıra “çarpışan otomobil algoritması” gibi daha analitik ve tabiri caizse cuk diye yerine oturan saptamaları bir arada kullanıyor Tulgar. “Mesenlik” gibi hoş kelimeleri serpiştiriveriyor cümlelerin içine, siz de bilirsiniz, böyle yazmak, yılların emeğiyle ve farklı disiplinlere yönelen bir saçaklanma birikimiyle ortaya çıkar.

Fotoğraf sanatçıları, heykeltıraşlar, şairler portreler üzerine çalıştı yıllar yılı… Lütfü Özkök’ün “Nazım’dan Beckett’e Lütfü Özkök: Portreler sergisi yakın zamanda gördüğüm çok etkileyici bir sergiydi. Ya da John Berger’in Portreler adlı kitabında olduğu gibi kendisinden önce ve onunla aynı zamanda yaşayanlarla kurduğu ilişki biçimi, kendi söyleyişiyle, “yoldaşlık edişi” aklıma geliyor. Bakışın Ritmi’ni okurken ilk aklıma gelen metin Cemal Süreya’nın 99 Yüz adlı portreler çalışmasıydı. Başka portre çalışmalarına da baktım ama ilk akla gelen genellikle doğru olandır hakikaten… 

Cemal Süreya, çok çalışkan bir edebiyatçıdır, bir kez daha anladım. 100 portrenin çeşitliliği, Doğan Hızlan’ın Sunuş yazısında şöyle anlatılıyordu:

“Turgut Özal, Süleyman Demirel, Deniz Baykal, Türkân Şoray, Güngör Bayrak, Cihat Burak... İlk kez insanlar antolojisinde bir araya geldiler. Ortak noktaları neydi? Aynı toplumun ürünleri, alanlarının simgeleri olmaları. Onları okurken, prototiplerden yola çıkıp bu toplumun anatomisini çıkarabilir misiniz? Evet. Biraz bilgi, biraz zekâ, biraz sezgi yeter. 99 Yüz’ü yazarken güneş saati kullanmış Cemal Süreya. Kimileri çiğ ışık altında daha çok sırıtıyorlar defolarıyla, kimileriyse günbatımında daha romantik, daha insancıl görünüyorlar. Karanlıkta kalanlara gelince... Hades’e inenlerin de rehberidir. Sınıfsız bir sınıflamanın önderliğini yapmıştır bu kitabında. Kalem ne libaslara bürünmüştür burada... Karanfil gibi görünür, ısırgan otu gibi dalar, yarayı kendi açar kendi sağaltır, kimseyi ölüme terk etmez. Sevecenlik ise tatlı bir bela gibi kılcal damarlara kadar ulaşır.”[1]

Hem yöntemleri hem de seçicilikleri benziyordu Cemal Süreya ile Ahmet Tulgar’ın… Her ikisi de kendi zamanlarının arkeologları gibi çalışmışlardı. Türkçe yazılmış, sadece bir portreye odaklanan metinler sayıca daha çoklar. Kapsamlı çalışmalarınsa sayısı az. Tulgar’ın metni yaklaşık olarak 1960’lardan günümüze uzanan altmış yıllık bir zaman dilimini içeriyor ve üzerine çalıştığı portreler hâlâ yaşıyorlar. Biri hariç. Ali İsmail Korkmaz’ın portresi… Ondan söz etmek çok zor, yazıyı okumak bile kalbimi kucağıma düşürdü, sanırım Tulgar için de yazmak çok zor olmuştur.

Metnin ilk portresi, “Yılbaşı Dansözü-Cuntanın İletişim Uğrağı: Nesrin Topkapı” başlıklı yazı. Gazeteciler iyi yazı başlığı çıkarırlar çalıştıkları konulardan, Bakışın Ritmi aynı zamanda bu tür bir galeri gibi. İlk yazının ardından dört mefhumun portresi çıkarılmış, dolayısıyla çalışma nesnesi soyutlaşmış, bu da özel bir çalışma yöntemidir. Sağlıklı beslenme söylemi, soyut bir diyetisyen bağlamında tartışılmış. Yeme içmenin bir haz alanı oluşu, sosyal medyanın, TÜSİAD’ın irdelendiği portrelerle quartet tamamlanmış.

Güler Sabancı, Ali Ağaoğlu, Acun Ilıcalı, Aydın Doğan, Ali Koç’un portreleriyle, Türkiye sermayesinin insicamı, kültürü açığa çıkarılmış. Tulgar’ın futbol üzerine düşünüşü ve ilgisi bilinir. Aziz Yıldırım, Aykut Kocaman, Şenol Güneş, Alpay Özalan ve Saffet Susiç’le içeriden gözleler, Tulgar’ın deyişiyle duyguların anatomisini  iyice belirginleştirmiş. Erkekliğin özel alanında duygusal anatomisini çıkarmak pek de kolay iş değil, erkekler duygulardan azadeyken futbolda…

Ahmet Davutoğlu, Ali Babacan, Bülent Arınç, Binali Yıldırım, Kemal Kılıçdaroğlu, Muharrem İnce, Ekrem İmamoğlu gibi siyasi figürlerin yanında, Teslim Töre ve Selahattin Demirtaş gibi devrimciler de yer almışlar bu portre seçkisinde. Vedat Milor, Tuğrul Eryılmaz ve Şokopop gibi kendine münhasır kişilikler kitapta boy göstermişler.

Yakın tarih sinema incelemesini çağrıştıran; Türkan Şoray, Hülya Koçyiğit-Selim Soydan, Hülya Avşar; arabesk müziğin temsilcileri Ferdi Tayfur, Orhan Gencebay; yurt içi egzotizminin figürleri Özcan Deniz ve Yıldız Tilbe; dünya çapında değer gören sanatçılarımız Fazıl Say ve Selda Bağcan; Tulgar’ın müziğine sevdalı olduğu Bruce Springsteen, gülümsemenin, portrelere yaklaşırken yazarın elinde fenervari iş gördüğü Kevin Spacey… Emel Sayın, Ezhel ve Ajda ile devam eden Türkiye portreleri…

Her portre bir söyleşiye dayanıyor gibi görünse de, yazıların bağlamlarını kuran başka söyleşilere de açılmış tartışmalar; aslında 50 portreden çok daha fazla sayıda söyleşiye, araştırmaya ve kaynağa da yer vermesiyle metni aynı zamanda bir başvuru kitabına dönüştürmüş.

Her birinin ritmi ayrı ama bir aradayken armonik olan; siyasetin, duyguların, cehaletin, egosantrizmin, insan bedeninin ve hazlarının, sevme ve sevilme arzusunun ve belki de en önemlisi edebi kıvraklığın, zekânın üslubuyla yazılmış portreler. Öznel ve toplumsal olanın raksı, özel olanın sırrı…

Kitap, hayatının yirmi beş yılını İstanbul’da, Gümüşsuyu ile Fındıklı arasındaki Bolahenk Sokak’ta geçiren bir çocuğun gençliği ve yetişkinliği aynı zamanda. Yazarın metne süzüldüğü en güzel örneklerden biri Bakışın Ritmi.

Portreler biçimini almış, portrelere biçim vermiş bir yazar Ahmet Tulgar. Çağının entelektüeli. Bakışın Ritmi ile bir kez daha metin yazmanın kendi dairesi ve çemberi dışına çıkmayı başarmış, o yeni zeminde okurla, eleştirmenle buluşmayı kendine yakıştırmış. O nedenle de, metnin ve okurun niyeti birbirine en yakın yerde duruyor, duydukları ritmi tekrar edebiliyorlar.

 


[1] 99 Yüz/İzdüşümler-Söz Senaryosu, Cemal Süreya, Yapı Kredi Yayınları, 3. Baskı: İstanbul, Mart 2010