Gözü açık Bağdat'ı Düşlemek

Bağdat'ı Düşlemek

Bağdat'ı Düşlemek

HAİFA ZANGANA

Çev.: Murat Erşen Can Yayınları

“Normal bir hapishane” dediği Ebu Gureyb hapishanesine gelmeden önce Sonun Sarayı (Kasr el-Nihaya) adı verilen ve işkence için dizayn edilen hapishanede aylarca kalan Haifa Zangana, sistematik işkence esnasında içinde bulunduğu mimarî yapıyı ilk ziyaretini anımsar. Çocukken annesiyle birlikte 1958 devriminde (krallık yıkılmıştır) halka açılan kralın (II. Faysal) sarayına giden yazar, 10 yıl sonra bu kez işkence edilmek için getirilmiştir...

CİHAT DUMAN

Seninle birlikte geçiririz diye izinlerimi biriktirdim. (s.98)

Haifa Zangana, İngiltere’de yaşayan Iraklı bir yazar. Gençken, 70’li yıllarda Saddam rejiminin zindanlarında imtihanını verip 1976’da ülkesinden ayrılıyor. Gördüğü işkencelerden dolayı rejimin önüne koyduğu itiraf kâğıdını imzaladığını da itiraf ettiği kitabı Bağdat’ı Düşlemek, Murat Erşen tarafından İngilizceden çevrildi.

Bağdat’ı Düşlemek anlatıcının yer yer değiştiği, bilinç akışı yöntemi kullanılarak okurun ilgisinin çekilmeye çalışıldığı yarı kurmaca bir kitap. Yarı kurmaca şeklinde yorumlamak zorunda kalıyoruz çünkü esere hatırat ya da otobiyografi dememize mâni olacak ayrıntılar yerleştirilmiş. Kahramanımız çocukluk zamanı dâhil olmak üzere hatırladığı ayrıntıları aktarıyor. Irak Komünist Partisi’ne girmesi, arkadaşlarıyla ilişkileri, yakalanışı, gördüğü işkenceler, yaptığı itiraflar vs. Günümüzde de faaliyetlerini sürdüren Irak Komünist Partisi, özellikle Baas Partisi devrinde Kürdistan Demokratik Partisi ile rejimle arasını iyi tutmuşsa da, Saddam Hüseyin’in yönetimi ele geçirdiği yıllarda üyeleri zulme uğramıştır. Seküler milliyetçi Baas Partisi, kısa sürede devletin tüm organlarını ele geçirmiş, silahlı güçleri muhalifleri sindirmede kullanmaya başlamıştır. 1972 yılında ise Komünist Parti’den kendilerine Ulusal Cephe adı verilen bir grup Baas Partisi’yle anlaşınca yazarın da aralarında bulunduğu muhalifler çeşitli eziyetlere düçar bırakılmış. Komünist Parti, günümüzde de ABD destekli hükümetin yanında saf tutmakta ve Türkiye Komünist Partisi tarafından eleştirilmektedir. Ortadoğu’da, Saddam Hüseyin’in iktidarı zamanında hapishaneye düşen ve idam edilmeden oradan kurtulmayı başaran bir kadın, ne yazar?

“Kürdistan’da evler bir kerede inşa edilmezdi. Bir aile, bir oda, tuvalet ve mutfak yapmakla başlar, sonra para buldukça ona başka odalar ekler, komşularının yardımıyla işi sürdürürlerdi.” Yazarın Arap bir anne ve Kürt bir babadan melez olduğu bilgisini öğrendikten sonra köyü Zino’ya gideriz. Yazar bu bölümde beş sayfada doğduğu yere ilişkin bir roman boyutunda bilgi sunar bize. Broşürlerin Arapça, Türkçe, Kürtçe olması, Farsça yayınlar, evlerin yapısı, âdetler verilerek anlatının temeli başarılı bir şekilde oluşturulur. Anlatı boyunca aynı minimal tarz Londra günlerine, hapishaneye, örgütün çalışma alanına uygulanır. “Normal bir hapishane” dediği Ebu Gureyb hapishanesine gelmeden önce Sonun Sarayı (Kasr el-Nihaya) adı verilen ve işkence için dizayn edilen hapishanede aylarca kalan yazar, sistematik işkence esnasında içinde bulunduğu mimari yapıyı ilk ziyaretini anımsar. Çocukken annesi ile birlikte 1958 devriminde (krallık yıkılmıştır) halka açılan kralın (II. Faysal) sarayına giden yazar, 10 yıl sonra aynı yere bu kez işkence edilmek için getirilmiştir. İlk geldiğinde neden sessiz konuştuğunu sorunca annesi “ölüleri rahatsız etmeyelim” diye cevap vermiştir. Annesi, içinde bulundukları sarayın halka açılması sırasında can verenlere saygısını dile getirmektedir. Henüz bu anıları anımsadığı işkence anını aktarırken yazar, aynı zamanda üç dört yıl sonra işkencecilerinin aynı rejim tarafından burada işkence edildikten sonra asıldığını da aktarır. Geçmişi/ hatıralarını anlatırken işkence ânında düşündüğü maziyi ve o andan dört yıl sonraki müstakbeli aynı anda aktararak ilginç bir metoda imza atmış sayılır Haifa Zangana. Silahlı devrimcilerin arasında bulunduğu anları aktardığı kısımda ortamın kirliliğine dikkat çeken karakter, “Yoldaş, bu, savaşçıların karargâhı, burjuva oturma odası değil” itirazıyla karşılaşınca düşünür: “Burjuva, burjuva -nasıl da nefret ediyordu bu sözcükten! Tek bir sözcüğün onca günahı işlemesi nasıl mümkün olabilirdi.” Yazarın sonu ihanetle bitecek çelişkileri işte burada başlar. Yeteri derece sınıf kini biriktirmemiş yazarın sonunda neden itirafçı olduğunu daha iyi anlarız:

“Aşağıda imzası bulunan ben … tarihinde Komünist Parti’ye katıldım ve … tarihinde tutuklandım. Evimde el bombaları, patlayıcılar, devrimci hükümete ve ilerici ulusal cepheye karşı broşürler bulundu. Kendi özgür irademle, partiye siyasî sebeplerle değil erkek bulmak ve olabildiğince çok kişiyle seks yapabilmek için katıldığımı beyan ederim. İlişkilerimin hepsi ahlak dışıydı. … ile seks yaptığımı kabul ediyor ve Kasr al-Nihaya’ya girdiğimde bakire olmadığımı doğruluyorum. Güvenlik güçlerinden iyi muamele gördüm.”

Sistemin matbu metninde üzerimize sıçrayan cinsel ifadeler şaşırtıcı değil. Rejimler, bir kitleyi ötekileştirmek için kendi kitlelerinin bastırdığı bir duyguyu/ cinsel bir dürtüyü anımsatmak tekniğini kullanır. Sapık Julius Streicher, Nazi faşizmi iktidarına çıkardığı Der Stürmer gazetesinde Yahudileri sapık, tecavüzcü gösteren yüzlerce fantezi hikâye yayımlayarak Alman kitlesinde antisemitist duyguları konsolide etmişti. Çünkü Avusturyalı psikanalist Wilhelm Reich’ın da dediği gibi: "Cinsel yaşama sevincine ve cinsel saflığa yönelik bilinçdışı özlem doğal cinsellikten korkmayla ve sapık cinsellikten tiksinmeyle birleştiğinde faşist-sadist antisemitizmi doğurur." Türkiye’ye de baktığımızda, iki baskın mezhepten birinin, ötekini orgy ile suçladığını zaman zaman görürüz. Kitlelerin de bir bilinçdışına sahip olması, işbu mukayeseleri yapmamızı kolaylaştırıyor.

Yazar, vakalardan yıllar sonra -1999’da- Tunus’ta okuduğu bir haberden sonra neyi bilinçdışına ittiğini de fark eder. Böylelikle bize cesaret göstergesi gibi gelen yukarıdaki itirafı yapmış olduğunu paylaşmasının aslında başka bir vakayı bastırmak için olduğunu anlarız derhal. Haberdeki kayıp genç Haydar, Komünist Parti tarafından infaz edilmiştir ve yazar bu olayı daha önce yazmamıştır. “Baskıcı bir rejimle mücadele ederken kendimizdeki kademeli değişimi fark etmeksizin, yavaş yavaş cellattın kıyafetlerini giyiyorduk” diye yorumlar bu infazı. Yazar, bu infazı görüp görmediğinden emin değil ama örgüt tarafından yapıldığına da emin. Haydar, hapisten çıkmış, karargâha geri dönmüş fakat vücudunda işkence izine rastlanılamamıştır. Öldürülme sebebi oldukça basittir: İşkence görmediği için işbirlikçi sayılmak. Bağdat’ı Düşlemek, Türkiye solunda da son dönemlerde tartışılan örgüt içi infazlar, devrimci şiddet gibi kavramları yeniden düşünmemizi sağlayacak.