Derleyen: Celal Üster
çev. Celâl Üster Can Yayınları, 2020 144 s.
Beş bin yıllık bir zaman dilimi içinde aşkı arayan, aşkı çağıran, aşktan yakınan şiirler: Kimi şair ayrı düştüğü sevgiliye seslenmiş, kimisi sevdiğinin yüz çevirmesiyle yasa boğulmuş… Bir yandan da çağlar boyunca “aşk” nasıl ifade bulmuş, şiirlere nasıl taşınmış, buna tanık okurken...
Bir meseleyi düşünmeye başlayanların şu sözden destek aldığını görürüz: “İnsanlık tarihinin en eski…” Şaşırtıcıdır, o konunun değerini ölçen şey, insanlık tarihinin en eski konusu olduğunu söylemekle eş gibi gözükür. Aşk Olsun da bu kurguyla başlıyor. Aşkın “en eski” olduğunu söylerken, sanatı da ekliyor bu potaya. Yani iki konunun da değerli olduğunu bu yoldan söylüyor; belki bir yandan da Ferit Edgü’nün P Sanat Kültür Antika dergisindeki “Aşk ve Sanat” metnine yaklaşmak için. Çünkü adını bu metinden kaynak alıyor Aşk Olsun.
Eksi 2000’lerden 17. yüzyıla uzanan geniş bir zamanı kapsayan aşk şiirleri derleniyor kitapta. Ortak tema “aşk”, ama kimisi ayrı düştüğü sevgiliye, kimisi yüz vermeyişinin yasıyla yazmış şiirlerini. Bir yandan da çağlar boyunca “aşk” nasıl ifade bulmuş, şiirlerde aşk nasıl taşınmış, buna tanık oluyoruz. Malum, aşk dediğimizde, sokaktan kürsüye herkesin bir tanımı ve “bence”si var. Ama şimdi aşkın ne olduğu konusu bir yana dursun. Örnekler üzerinden kitaptan bahsetmeye geçelim. Mesela bilinen ilk aşk şiirini örnek verelim, bu şiir İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nde sergilenen bir Sümer tabletinden, Aşk Tanrıçası olduğu bilinen İnanna adına söylenmiş:
Bırak Sevip Okşayayım Seni
Ey güvey, yakışıklım,
yüzün gülse bayram ederim,
baldan tatlım.
Aslanım, ciğerimin köşesi,
yüzün gülse
güller açar yüzümde,
baldan tatlım.
Ruhum senin artık, bak titriyorum karşında,
ey güvey, al beni, götür döşeğine.
Ruhum senin artık, bak titriyorum karşında,
Aslanım, al beni, götür döşeğine.
Ey güvey, bırak sevip okşayayım seni,
Civanım, balla yoğur gövdemi […]
Tatlı, yumuşak döşeğimizde,
safasını sürelim aşkımızın.
Yakışıklım, bırak sevip okşayayım seni,
adamım, balla yoğur gövdemi.
Ne o, gönlümü hoş tutmadım mı yoksa?
Ey güvey, evimizde uyu gün ağarana değin.
Ne o, yüreğini ısıtamadım mı yoksa?
Aslanım, evimizde uyu gün ağarana değin.
Madem yanıp tutuşuyorsun benim için,
bir tanem, sev okşa beni öyleyse […]
Kocam, yiğidim, büyücüsü ruhumun,
Rüzgâr Tanrısı’nı mutlu kılan Şu-Sin’im […]
Madem yanıp tutuşuyorsun, sev okşa beni.
Ser güzelliğini baldan tatlı döşeğimize
Ölçeğe dökülen un gibi, dök gövdeni içime
Çanakta sunulan un helvası gibi,
Ser güzelliğini gözlerimin önüne […]
Bu sözleri İnanna adına söylerim.
Sümer dilinde yazılan bu şiirin, kuttörenlerde şarkı olarak okunduğu ifade ediliyor. Şiir, birleşmelerinden dünyanın doğduğuna inanılan İnanna ve Dumuzi’nin anlatısını içeriyor. Şiirler bizlere bölük pörçük ulaşsa da yazarının Kabatum adında bir rahibe olabileceği söyleniyor.
Eski Mısır’ın şiirleri ise Yeni Krallık adı verilen, uygarlığın altın çağı sayılan döneminden seçiliyor. “… ırmağa değil, aşka düşmüşüm.” diyor şiirin biri, “Sevgilim bir nilüfer, / memeleri nardan; / yüzü, / parlak bir kapan.” diyor diğeri. Sevgilisini anlatıyor mesela, onun heyecanını ve iştahını dile getiriyor Aşk Kurdu şiiri: “Bu adam bir aşk kurdu, / aç kurt gibi yalayıp yutuyor / ne varsa mağaramda, / içeri dalıp dolanıyor, / moringa ağacının altındaki çakıllarda / tanrılara sunulan / ekmeği yiyor.
Esasen, kitabın önemli bir bölümü Eski Yunan ozanlarının şiirlerinden oluşuyor. Celâl Üster bu yönüyle derlemenin günümüze kadar olan edebiyat için de kıymetli olduğunu vurguluyor. Şiirlerin yazıldığı döneme işaret ederek, Batı felsefesi adını verdiğimiz geleneğin temellerinin o dönemde atıldığını ifade ediyor. Bir adım ötede Celâl Üster, derlediği ve çevirdiği şiirlerin kaynağının ya da beslendiği pınarın azımsanmayacak parçasının Anadolu’ya, özellikle de Ege’ye ait olduğunu söylüyor; "bizden" şiirler bunlar. (Birkaç paragraf sonra değineceğim, aynı nokta bir başka çevirmen için de önemli). Şimdi, sözü Eski Yunan’ın üç büyük tragedya yazarından birine, Sophokles’e verelim. Çocuklarına sesleniyor:
Aşkın Gücü
Çocuklarım, bilin, yalnız aşk değildir aşk,
Ne adlar gizlidir onun adında;
Ölümdür aşk, yok edilemez güçtür,
Katıksız tutku, yabanıl çıldırı, gözyaşı;
Aşk kanına girmeyegörsün, bazen zorbalık
Salar yüreğine, bazen çılgınlık, bazen suskunluk
Her canlının yüreğine sevda salar tanrıça,
Tuzağına düşürmediği yoktur; bağrına basar aşkı
Suda yüzen yaratıklar da, yeryüzünü arşınlayan
Dört ayaklılar da; kuşları, hayvanları,
Ölümlü insanları ve gökteki tanrıları
Uçurur kanatlarıyla aşk.
Aşk Olsun bir “derleme” kabul ediliyor. Belki de, şiire dair teknik adıyla “antoloji” de denebilir, diğer adıyla da “güldeste”. Celâl Üster bu konuda bir başka çalışmaya sahip. 2017 yılında çıkan İngiliz ve Amerikan Edebiyatında Kısa Öykünün Büyük Ustaları adındaki önemli öykücülerin bulunduğu kitabın da derleyeni. İş Bankası Kültür Yayınları’ndan çıkan bu kitabın önsözünde de “güldeste” ifadesini kullandığını görüyoruz. Hem antoloji hem de güldeste ifadelerinin ayrı bir hoşluğunun olduğu söylenebilir, Kelime Antik Yunanca’da “çiçek destesi” anlamına geliyor (Nişanyan, 2020). Dolayısıyla yapılan iş aynı zamanda bir zanaatkârlık.
Romalı şair Ovidius’a gelelim. Aşk Sanatı kitabının Aşkta Başarı Yolu bölümünün ilk şiiri karşılıyor bizi kitapta. Celâl Üster gibi, Payel’den çıkan Aşk Sanatı’nın çevirmeni İsmet Zeki Eyüboğlu da şöyle yazıyor: “Çevirisini sunduğumuz Aşk Sanatı bile baştan sona değin Anadolu kokar.”
Elbette, bu düşünceye bir şerh koymak gerekir, çünkü iki çevirmenin de “bizden” oluşuna duyduğu sempatinin ne ifade ettiği muamma. Evet, Ovidius zamanın imparatoru Augustus tarafından bir tür ahlâksızlıkla suçlanarak şu an Romanya’nın Köstence’sinde – Karadeniz’e kıyısı olan Tomi’ye sürülüyor ama şiiriyle bağımızın olduğunu söylemek abartı sayılabilir. Dolayısıyla şiire dönelim:
Aşk Sanatı’ndan
Kim ki bu Roma’da habersizdir sevişmenin inceliklerinden,
Bana gelsin, okusun kitabımı, biçilmiş kaftandır öğütlerim!
Yol yordam bilmektir bu işin sırrı. Yöntemini bilmeyen
Beceremez sevişmeyi. Yöntemdir arabacıyı, gemiciyi, kürekçiyi
İşinin eri kılan. Ustası değilsen dikiş tutturamazsın bu sanatta.
Automedon nasıl arabacıysa Akhilleus’un, Tiphys nasıl kürekçiyse
İason’un, Aşkın ustası oldum ben de Venüs’ün buyruğunda,
Gün gelecek, Aşk’ın Tiphys’i, Automedon’u diyecekler bana da.
Ovidius Corinna adlı bir kadına duyduğu aşkı dile getiriyor şiirlerinde. Bir yandan da aşk şiirleri türüne yönelik eleştirileri ve alay denebilecek göndermeleri var. Şiirlerinin büyüklüğü, ondan etkilenenleri okuduğumuzda bile pekâlâ anlaşılır. İngilizce edebiyatın ilk büyük şairi sayılan Chaucer, diğer yandan Shakespeare, Goethe, ve Ezra Pound gibi birçok şair ondan etkileniyor.
Aşk Olsun zor bir işi beceriyor. Çok sayıda ozan-şair hakkında bilgi veriyor ve şiirlerini alıyor kitaba. Ama bu zorluk, kitaba dahil ettiği ozanların büyüklüğüyle de orantılı. Üster, Antik Yunan’dan, Sümer’den, Eski Mısır’dan, Eski Roma’dan metinleri tanıtıyor ve çeviriyor. Diğer yandan da Hint, Çin, Japon şiirlerini bizlere sunuyor. Celâl Üster’in kitap içerisindeki rotasını tarif ettiği gibi, Batı’da Roma’ya uğruyor; yüzünü Doğu’ya döndüğünde ise Dicle ile Fırat’ı gören topraklardan yola çıkarak Ganj Nehri’nin ötesine ilerliyor. Borges alıntısı yaparak özetliyor kitap içerisinde yaptığı yolculuğunu; "güneşin geldiği yere doğru".
Son olarak, bu metni, Ono no Komachi’nin özlem dolu, bir o kadar da erotik şiiriyle sonlandıralım. Kendisi aşkın verdiği hazdan çok, ayrılışı ve bir hüznü işliyor şiirlerinde. “Komachi” kadınsı güzelliğin neredeyse eş anlamlısı olarak kabul ediliyor, animelerde karakterlere giydiriliyor. Kendisinin şiirlerinden fışkıran tutkuyu da okuyabiliyoruz:
Memelerim Yanardağ
Gecenin aykaranlığında
koynumda yoksun ya,
hasretinle uyanıverdim.
yüreğim yangın yeri,
memelerim yanardağ.