NATSUME SOSEKİ
çev. Habibe Salğar İthaki Yayınları 2022 312 s.
"Ardından, zengin bir ailenin aylak ve bohem evladı olan başkarakter Daisuke’nin düşünce, eylem ve eylemsizlikleri etrafında şekillenen bir roman. Soseki, Meici Dönemi’nin sonlarında kaleme aldığı romanında, Japonya’daki değişim ve dönüşümleri evinden izleyip kâh bunlar üzerine düşünen, kâh kendisiyle kavga eden ve vaktinin büyük bölümünü kitap okuyup gezerek geçiren Daisuke’nin gözünden anlatıyor."
Japonya’da İmparator Edo’nun adıyla anılan, 1603’te başlayıp 1867’de son bulan dönem, ülkenin içine kapandığı ve geleneklerine sarıldığı bir zaman dilimiydi. Bu durum, 1868’de İmparator Meici’nin tahta çıkmasıyla değişmişti. Meici diye anılan ve 1868-1912 arasındaki dönemde hızla hayata geçirilen reformlar sayesinde yüzü Batıya dönme Japonya’da bir devlet politikası haline geldi. Bu sürat halk arasında bazı huzursuzluklara ve ikilemlere neden oldu.
Japonya’nın Batıya öykünerek gerçekleştirdiği askerî, ekonomik ve endüstriyel reformlar toplumda yenilik-gelenek çelişkisi yaratırken, ülkedeki yayılımcı ve militarist kesimleri cesaretlendirdi. 1894-1895 Çin-Japon Savaşı ve 1904-1905 Rus-Japon Savaşı, bahsi geçen grupların kendisini sahada denemesine fırsat vermişti.
Meici Dönemi’nin getirdiği önemli yeniliklerden biri, “birey” kavramının Batıdan Japonya’ya taşınmasıydı. Özellikle felsefi tartışmalar ve Batı dillerinden çevrilen edebi eserler aracılığıyla “birey”in önemi, özgürlüğü ve hakları ülkede enikonu konuşulmaya başlamıştı. Bunda, o dönem yurtdışına gönderilen öğrencilerin ülkeye dönüp deneyimlerini paylaşması da önemli rol oynamıştı. O öğrencilerden biri de Natsume Soseki’ydi.
İngiltere’de öğrenim gördükten sonra Japonya’ya dönen, Meici Dönemi’nin en önemli yazarlarından biri olan Soseki, Avrupa’daki yaşamı, ekonomik ve siyasi yapıyı Japonya ile karşılaştırma fırsatı bularak 1800’lerin sonu ve 1900’lerin başında ülkesinde devam eden Batılılaşma hamlelerinin topluma nasıl yansıdığını, halk arasında filizlenen gerilimleri, birey-toplum ikilemini metinlerinde işliyor. Başka bir deyişle yazar, Japonya ile Batı arasındaki edebi bağlantının en önemli isimlerinden biri haline geliyor.
Soseki, geçmiş-bugün-gelecek çizgisinin ve “ben” ile “başkası” temalarının hâkim olduğu romanlarında ruhun dinginliği ve durmaksızın çalışan zihin arasındaki gerilime yoğunlaşırken, yüzünü Batıya çevirmiş ve ayakları kendi toprağına basan karakterlerin kent ve taşra, yenilik ve gelenek çelişkisini anlatıyordu. Öte yandan, aynı karakterlerin yaşadığı aşk acısı, kendisiyle hesaplaşması, duygusal çöküşleri ve meydan okuyuşları da yazarın romanlarındaki önemli temalar olarak göze çarpıyor.
Natsume Soseki
Çoğunluğa uyum sağlayan ve sağlayamayanlara odaklanan Soseki, kişilerin küçük dünyası ve onların dışındaki büyük dünya arasındaki uçuruma göndermeler yaptığı romanlarında, yeni Japonya’nın kuruluşu sırasında masumiyetini ve yalın yaşamını korumak için geleneklerine sarılanları ve bunu yitirenleri de tasvir ediyor.
İngiltere’deki öğreniminin ardından döndüğü Japonya’da gazeteciliğe başlayan Soseki, ülkesinde hızla tanınan bir yazar haline geliyor. Gazetecilik yaptığı dönemde politik, ekonomik ve sosyal olaylara dair gözlemleri, yazarın kitaplarına da yansıyor. Aynı şekilde, “birey” ve “bireysellik” kavramları ve bunun hayattaki karşılıkları da gözlemlerinden süzülüp metinlerine sızıyor.
Meici Dönemi’nin gerilimlerinin ve çatışmalarının en önemli anlatıcılarından biri olan Soseki’nin bu bağlamdaki kitaplarının başında Ardından geliyor.
Çalışmayı ve evlenmeyi reddeden Daisuke
Ardından, zengin bir ailenin aylak ve bohem evladı olan başkarakter Daisuke’nin düşünce, eylem ve eylemsizlikleri etrafında şekillenen bir roman. Soseki, Meici Dönemi’nin sonlarında kaleme aldığı romanında, Japonya’daki değişim ve dönüşümleri evinden izleyip kâh bunlar üzerine düşünen, kâh kendisiyle kavga eden ve vaktinin büyük bölümünü kitap okuyup gezerek geçiren Daisuke’nin gözünden anlatıyor.
Ailesi tarafından topluma uygun biçimde yaşamaya zorlandıkça özgürlüğünü, bağımsızlığını ve bireyselliğini daha gür sesle dile getiren, üst düzey eğitim-öğrenim görmüş Daisuke, Japonya geleneklerinin çarpık yönlerini fark etmekle kalmıyor, aynı zamanda Meici Dönemi’ndeki ekonomik hamleleri eleştiriyor. Her ne kadar güvenli aile ortamında yaşasa da, ülkesindeki yolsuzluklarla, ekonomik sistemle, suça bulaşmış polislerle ve yozlaşan devlet bürokrasisiyle ilgili endişelere sahip biri olarak karşımıza çıkıyor. Tam da bu nedenle o kire pasa bulaşıp çalışmayı reddettiği için eleştirilen Daisuke’nin kendince haklı gerekçeleri var:
“Çalışmak sorun değil ama eğer çalışırsam ekmek derdinden daha fazlası için çalışmam gerekir, yoksa bu onurlu bir hizmet olmaz. Kutsal görevin her türlüsü, ekmek davasından ayrıdır.”
Daisuke, şirket sahibi babasının sağladığı olanaklarla rahat rahat yaşıyor. Çalışmaya karar verse bile ne iş yapacağını bilemezken evlenmeye de soğuk bakıyor. Bu iki durum nedeniyle toplumdan dışlandığını hissediyor, daha doğrusu Japonya’daki geleneksel yapıya karşı duran bir kişi olarak sivriliyor.
Soseki, Daisuke’nin bu halini şöyle döküyor satırlara:
“Bugüne kadar herhangi bir mesleğe ilgi duymamasının bir sonucu olarak, mesleklere dair bir fikri olsa da bunlar sadece yüzeysel kalıyor, daha ilerisini hayal edemiyordu. Ona göre dünya düz ve karmaşık renklere sahip gibi görünüyordu ve kendisinin herhangi bir renge bağlı olamadığından başka bir şey aklına gelmiyordu. Tüm mesleklere göz gezdirdikten sonra gözü berduşlara takıldı ve bir süre bakakaldı. Orada kendi gölgesini, köpekler ve insanlar arasındaki sınırda kaybolacak kadar bir grup dilencinin arasında gördü. Yaşamın çöküşü ruhun özgürlüğünün yok edildiği nokta, en acı veren kısımdı.”
‘Ben’ olma ya da toplumda erime ikilemi
Daisuke’nin kimi zaman kısırdöngüye giren yaşamı, başka bir şehirde yaşayan arkadaşı Hiraoka’nın ve onun eşi Miçiyo’nun dönüşüyle değişiyor. Bu durum, Meici Dönemi’nde Japonya’da gerçekleşen dönüşümlere benziyor.
Konforundan vazgeçmemek için ailesinden kopamayan, bu refah sayesinde çalışma ihtiyacı duymadan Japonya’da olup bitenleri sorgulayan, Avrupa’da yayımlanan kitapları ve dergileri takip eden, babasının ülke tarihini ve geleneklerini uzun uzun anlatışından sıtkı sıyrılan Daisuke, Meici Dönemi’nde yaratılmak istenen, zarını Batıdan yana atmış insan olarak karşımıza çıkıyor. Onun bu “huzurlu” yaşamı, Hiraoka ve Miçiyo’nun dönüşüyle değişiyor.
Miçiyo ile Daisuke arasında geçmişte yaşanmış bir aşk var. “Derinlere gömülmüş” ve asla unutulmamış bu sevda Daisuke’nin zihnini bulandırırken, küçük dünyasında kurduğu güvenli yaşamı sekteye uğratıyor. Üstelik evli bir kadına duyduğu ilgi, ona karşı homurtuları biraz daha artırıyor.
Hiraoka’nın çalışma prensipleri ve hırsları nedeniyle Miçiyo’yu geri plana itmesi Daisuke’nin dikkatini çekiyor ve tam da eleştirdiği şeyi arkadaşının yaptığını görüyor. Bu ortam Miçiyo ve Daisuke’nin eski defterleri tekrar açmasını ve bir ateşi yeniden harlamasını sağlıyor. Dolayısıyla hem Meici Dönemi’nin ikilemleri hem de bireylerin ilişkileri ve bunun topluma yansıması babında bir romana dönüşüyor Ardından.
Soseki, kararsız gibi görünse de bilinçli tercihleriyle öne çıkan ve birey olarak okuru selamlayan Daisuke’nin “çalışma” kavramı ve eylemi üzerinden, kurduğu ve kuramadığı ilişkiler bağlamında, kendisiyle ve toplumla giriştiği tartışmanın hikâyesiyle buluşturuyor bizi. Diğer bir ifadeyle yazar, Daisuke’nin birey olma ya da toplumda erime ikilemiyle yüz yüze getiriyor hepimizi.
Ardından, reformlarla Japonya’da kurulmaya çalışılan yeni yaşamı, gerçekleştirilen değişim ve dönüşümlerin fonda yer aldığı, toplumun bunlara verdiği tepkiyi ve göğüslediği sorunları, başkarakter Daisuke’nin yaşadıkları etrafında gündeme getiren bir roman olarak çıkıyor karşımıza. Böylece Soseki bir kez daha “ben” ve “başkası”, toplum ve birey gerilimiyle selamlıyor okuru.
•