Alman seyyahların gözünden Osmanlı şehirleri

Almanca_Seyahatnameler

Almanca Seyahatnamelerde Osmanlı Şehirleri (1850-1912)

AYSEL KAYA

İletişim Yayınları Eylül 2021 284 s.

Sebepleri birbirinden farklı olsa da, insan var olduğundan beri yolculuk süregelen bir eylem. İster devlet görevlisi olarak ister sadece merak ettiği için olsun, insanların yaptıkları yolculuklar bir yandan onların ihtiyaçlarını karşılarken, diğer taraftan seyahatname gibi zengin bir kaynağın içeriğini oluşturur. İlgi, öğrenme, araştırmalara katkı sağlama, macera, politik ve ticari çıkarlar, turistik vb. sebeplerle yola çıkan insanların seyahatnamelerinde gördüklerini, izlenimlerini anlatması, farklı bakış açılarının değerlendirmeye alınabilmesi için önemli. Bu amaçla yola çıkan Aysel Kaya, İletişim Yayınları tarafından geçtiğimiz ay yayımlanan Almanca Seyahatnamelerde Osmanlı Şehirleri 1850-1912 adlı eserinde Almanya ve Avusturya ile Osmanlı Devleti’nin ilişkilerinin doruk noktasına ulaştığı dönemde “seyyahların”[1] gözünden Osmanlı şehirlerini okurun ilgisine sunuyor.

YAĞMUR YILDIRIMAY BAYRAKÇI

Seyahatnamelerin kaynak olarak kullanılabilmesi için seyyahların da tanınması gerektiğini söyleyen Kaya, kitabında önce Alman ve Avusturyalı seyyahların kim olduklarından, yolculuklarını neye dayandırdıklarından bahsediyor. Bunun sebebi, seyahatnamelerin ana hatlarının, seyyahların ilgisinden azade olmaması. Mesela devlet görevlisi olarak gezen kişi siyasî ve ekonomik ayrıntılara odaklanırken, merakı için yola çıkan kişi daha çok ilgi alanına yoğunlaşıyor. Ardından Kaya tarihî, toplumsal, kültürel ve doğal yapı, ekonomi gibi başlıklar altında, altı şehri seyahatnamelerde geçen bilgiler doğrultusunda, ayrıntılı bir şekilde aktarıyor. Bu şehirlerin başında elbette İstanbul geliyor. Devamında gelen şehirler ise Sakarya, Bilecik, Eskişehir, Bursa ve İznik. Aysel Kaya’nın bu şehirleri seçmesindeki neden, İstanbul-Ankara demiryolu güzergâhı ve bu güzergâhın devamındaki şehirlerde seyyahların yoğun olarak dolaşmaları.

Peki kim bu seyyahlar ve neden Anadolu’yu dolaşıyorlar?

Kitapta seyahatnamesi ele alınan yedi seyyahın arasında amaçları aynı olanlar kadar, oldukça farklı olanlar da var. Kısaca şöyle açıklayabilirim: Andreas David Mordtmann, Osmanlı Devleti’ne hizmet eden Alman devlet görevlisi. Yolculuklara çıkmasındaki amaç, Selçuklulardan sonra Anadolu’da görülen dinî ve siyasi gelişmelerin net olarak bilinmemesi. Alandaki eksikliği doldurmak isteyen Mordtmann, devlet görevlisi kimliğinin de verdiği etkiyle seyahatnamesinde daha çok siyasi kısma ağırlık veriyor. Alfred Körte dilbilimci ve arkeolog. Seyahatinin amacı, az bilinen Anadolu topraklarını Almanlara tanıtmak. Joseph Grunzel de Mordtmann gibi devlet görevlisi. Daha çok ekonomi ağırlıklı gözlemlerini kaleme alan Grunzel’in, Anadolu’yu tanımanın yanında kendi milletinin ticari çıkarlarını da gözettiğini söylemek mümkün: Berlin-Bağdat Demiryolları’nın yapım hakkını alan Almanlar, 1889-1890 yıllarında demiryolunun yapımına başlar. Grunzel de yakında tamamlanacak olan bu ağın geçtiği güzergâhlarda gezerek Anadolu’nun gelişim potansiyelini ölçer. Eduard von Bodemeyer, gezilerini tamamen merakından yapar; kınkanatlıları inceleyen Bodemeyer, seyahatnamesinde çok sayıda böcek türünü keşfetmesini anlatarak şehrin daha çok doğal yapısına odaklanır. Karl Baedeker’in amacı, Anadolu’yu yerinde inceleyerek rehber kitaplar için bilgi toplamaktır. Bilimsel araştırma yapmak için yola çıkan Stefan von Kotze’nin diğerlerinden farkı, dilinin alaycı ve ırkçı olması. Zira Doğu’ya ait mizahi yazılarının olduğu not defterini kaybedince, bunu kaderinin çok kötü bir şakası olarak görmüş. Nedenini ise “Doğu’yu öyle ya da böyle tekrar ciddiye almak zorunda olması” olarak açıklamış. Son seyyah, bir devlet görevlisi olan Richard von und zu Eisenstein’ın amacı, henüz çok bilinmeyen bu ülkeyi tanımak ve Avusturya’nın dünyadaki ticaret hacmini yükseltmek.

Aysel Kaya’nın farklı mesleklere ve ilgilere ait, Alman Devleti’nin izniyle gelen, görevlendirilen isimlerin notlarına yoğunlaşmasındaki neden, seyyahları izlemek olduğu kadar dönemin Doğu algısını da ortaya koyabilmek. Bu amaçla incelemeye, seyahatnamelerde daha yoğun geçen yerle, İstanbul’la başlıyor.

İstanbul'da bir bakkal dükkânı. 19. yüzyıl sonu.

“Avrupaî kent İstanbul”

Kitapta incelenen seyahatnamelerin tümünde “Konstantinopel” olarak geçen İstanbul, en geniş yer verilen bölüm. Seyyahların ilk önce buraya gelmesi, seyahatlerini burada planlamaları, işlerinin burada olması ve tabii dönemin her anlamda en canlı yerinin İstanbul olması bunda etkili. Hepsinde ortak olan özellik, İstanbul’un tarihinin detayıyla anlatılması. Şehrin ortaya çıkışından, kimler tarafından, ne şekilde yönetildiğine kadar birçok ayrıntının verildiği seyahatnamelerde, İstanbul’un Osmanlı Devleti hâkimiyetine geçmesinden sonraki gelişimine dikkat çekiliyor. Özellikle Baedeker, şehrin “modern çağa ayak uydurmaya” çalışmasından memnun görünür. Kotze ise Avrupalıların Doğu imgesine vurgu yaparak sokaklarda “korsanların, güzel Türk kadınlarının” olmadığından bahseder. Alttan alta alayın sezildiği bu ifadelerden sonra Cadde-i Kebir’i anlatırken buranın dışkılarla dolu olduğunu, insanların çöplerini sokaklara attığını söyleyerek İstanbul halkını aşağılar. Kitaptaki çoğu seyyah için her ne kadar İstanbul “Avrupaî” görünse de, Doğu henüz tam anlamıyla gelişmemiştir.

Dinî inanışların ve kutlamaların anlatıldığı seyahatnamelerde Ramazan ayı şenliklerinden, Nevruz kutlamalarından da bahsedilerek sosyal hayatın hareketliliği üzerinde durulur. Bir rehber kitap oluşturma gayretinde olan Baedeker’in anlattıkları ise hayli işe yarardır. Ülke içinde vizenin nasıl alınacağını, yollarda hangi kıyafetleri giymenin daha uygun olacağını, nerelerden yiyecek-içecek temin edilebileceğini anlatarak buraya gelmek isteyenlerin yol göstericisi olur. Tabii bu bilgiler dönemin idari işleyişi hakkında ve günlük ihtiyaçların nasıl temin edildiğine dair ilgi çekici ayrıntılar verir.

Anadolu demiryolları, Anadolu’yu Avrupa ticaretine dahil eden önemli bir araç. Bu sebeple seyahatnamelerde hem İstanbul hem de diğer şehirlerin ekonomik yapısı hakkında bilgi verilirken bu demiryolları üzerinde sıklıkla duruluyor. Seyyahlar bu ağın neleri kapsadığından, etrafındaki verimli arazilerin nasıl değerlendirilebileceğinden, işletme gelirlerinden bahsederek kendi ülkeleri için de bir büyüme kapısı olduğunun altını çiziyorlar.

Seyyahların pasaport ve gümrük işlemlerinin nasıl yapıldığını, parayı nerede bozdurabileceklerini, deniz trafiğinin nasıl işlediğini anlatmaları kendilerinden sonra geleceklere yardımcı olur nitelikte bilgiler. Yine Tepebaşı, Cadde-i Kebir etrafındaki otellerin oda sayısından sağladıkları hizmete, istedikleri bedele kadar her şeyi ayrıntısıyla vermeleri de bu seyahatnameleri değerli kılıyor.

“Ağaç denizi” Sakarya

Seyahatnamelerde Sakarya daha çok doğal güzelliği, yeşil olması ve verimli topraklarıyla ön plana çıkıyor. Seyyahların bu topraklara odaklanmasının nedeni, Almanların demiryolu çevresindeki arazileri tarımsal amaçla kullanma hakkına sahip olmaları. İşin ekonomik tarafına yoğunlaşan Grunzel, Sakarya’daki meyve bahçelerinden, pamuk üretiminden bahsederek buranın da bir ticaret şehri olduğunu söyler. Konakladıkları yerleri de anlatan seyyahlardan uzmanlık alanı böcekler olan Bodemeyer’in kaldıkları yerlerde böceklerden korunma yollarını sıralaması ilginçtir.

Bir devletin kurulduğu yer: Bilecik

Osmanlı Devleti’nin kurulduğu yer olması sebebiyle seyyahlar Bilecik’i anlatırken daha çok bu konuya vermişler. Hatta diğer şehirlerle kıyaslandığında bu bölümde Osmanlı Devleti’nin kuruluş evresini detaylıca okumak mümkün. “Dünyanın her yerinden gelmiş bu askerler, fanatikleştirilmiş dinleriyle Türkiye’nin en güçlü ordusunu oluşturuyordu” dedikleri Yeniçeriler ise Eisenstein’in dikkatini çekmiş ve kendine yer bulmuş. Ekonomisine dair geniş bilginin verildiği Grunzel’in notlarından bölgede ipekböcekçiliğinin önemi ve tütünün “neredeyse yiyecek ve uyku kadar önemli” olduğu bilgisi alınır. Seyyahların Bilecik’i anlatırken diğer şehirlerin aksine, demiryolundan bahsetmediği görülür.

Lületaşı diyarı Eskişehir

Eskişehir seyahatnamelerde demiryolu ağıyla ve lületaşıyla kendine yer bulur. Demiryolu ağının önemi, İstanbul-Ankara-Konya hatlarının kavşak noktasında yer almasından ileri gelir. Grunzel bundan bahsederken çıkarlarına yönelik yargılarını dile getirmekten çekinmez; gelecek vaat eden bu şehre bir an önce Avusturya’nın ilgi göstermesini söyler. Lületaşının ticaretteki önemine değinen Mordtmann bu taştan üretilen pipo başlığı, kâse, kupa gibi eşyaların Alman tüccarlar tarafından Avrupa’ya gönderildiğini anlatır.

Aysel Kaya bu şehri anlatırken, diğerlerinden farklı olarak göçmenlere dair bir başlık açmış. Bunun nedeni, Osmanlı Devleti’nin Eskişehir’e, Bosna ve Bulgaristan gibi yerlerden gelen göçmenleri ve Müslüman mültecileri yerleştirmesinin seyyahların ilgisini çekmesi. Hemen tümündeki yargı şu: Göçmenler mutsuz. Onlara göre bu insanlar bir gün ülkelerine dönme umudu içinde yaşarlar. Burada seyyahların oryantalist bakış açısını sezmek mümkün. Her şeye rağmen uyum içinde oldukları da vurgulanır. Diğer şehirlerde üzerinde durulmazken, Eskişehir anlatılırken “Doğu-Batı kültür karışımının” şehre katkı sağladığı söylenir. Hatta bu durum onların algılarını başka yöne de çevirir: İşletme hakkına sahip oldukları demiryolu çevresindeki yerlere Almanları yerleştirmek, bu topraklardan Alman kolonileri kurarak yararlanmak. Böylelikle bahsettikleri bu katkı devam edecek ve kârlı çıkacaklardır.

Bursa ve İznik

1850-1859 yılları arasında Bursa’yı adım adım gezen Mordtmann sayesinde Bursa halkı hakkında detaylı bilgiler öğrenilir. Kahvehanelerde neler yapıldığından, Türk kadınlarının ata binmesinden, istisnai de olsa ipek atölyelerinde çalıştığından bahsederler. Sularının bolluğundan bahsedilen şehirde bağcılık ve şarap işleyişinin nasıl, hangi şartlarda yapıldığı üzerinde durulur. Şehre deniz, kara ve demiryolu ile ulaşım tüm seyyahların dikkatini çekmiştir; üç farklı yolla şehre ulaşma kolaylığı onları cezbeder.

Aysel Kaya bölgenin tarihî sürecine odaklanmak istediğinden, İznik’i bağımsız olarak ele almış. Kaya’ya göre İznik’in seyyahların ilgisini çekmesinin nedeni, önemli yolların kavşak noktasında olması ve tarihinin eskilere dayanmasıdır. Bu sebeple seyahatnamelerde özellikle tarihî yapılarından ve Bitinya, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde savaşlara sahne olan İznik Kalesi’nden bahsedilir.

Aysel Kaya’nın doktora tezinden yola çıkarak yayımladığı bu kitapta amacı, Osmanlı Devleti’ne çeşitli amaçlarla seyahat eden Alman ve Avusturyalı seyyahların izlenimlerini incelemek ve böylelikle dönemin Anadolu algısını ortaya koymak. Sadece ekonomik ya da siyasi yapısına değil, yerleşim yerlerine, konaklama mekânlarına, yapılara, demografik özelliklere de yer verilen bu seyahatnameler, 1850-1912 yılları arasında zikredilen şehirlerde halkın yaşayışına da ışık tutuyor. Kaya her şehre özgü alt başlıklarla konuyu bütünlüklü bir şekilde ele alıyor. Verilen tablolar ve haritalarla da konu destekleniyor. Almanca Seyahatnamelerde Osmanlı Şehirleri 1850-1912 geçmiş ile bugün arasında köprü kurmak için önemli bir kitap. Ayrıca diğer şehirlere yapılan yolculukları incelemek için bir ön çalışma niteliğinde.

 


[1] Aysel Kaya bu noktada şöyle bir not düşüyor: “Ele alınan metinler her ne kadar rapor niteliğinde olsa da, kitapta bunlardan ‘seyahatname’, yazarlarından da ‘seyyah’ şeklinde bahsedilecektir.”