JONATHAN CRARY
Çeviri: Nedim Çatlı Metis Kitap
“7/24, ‘bir zaman olmayan’ tanımından ziyade, kapitalin kurduğu dünyanın ritmine ayak uydurabilen yelkovanıyla, o dünyaya ait bir saati işaret ediyor. Kolumuza ya da duvara her baktığımızda gördüğümüz bir saat o. Jonathan Crary, işte o saatin nasıl işlediğini anlatıyor.”
Uyku, başlı başına ve koşulsuz halde bir düşünce ve merak konusu. Hemen hepimiz, hayatımızın bir döneminde uyku ya da uykunun getirdikleri hakkında temel şeyler düşünmüş, bu konularda kendi kendimize birtakım sorular sormuşuzdur: “Neden uyuyoruz,” “Hiç uyumasak ne olur,” “İnsan neden rüya görür,” “Bilinçaltı kendisini neden uyku anında belli eder” gibi. Bu noktada, uykunun getirdikleri kısmını açmak önemli. Rüya, bilinçaltı ve uyku bozukluğundan dolayı ortaya çıkan bazı hastalıklar gibi aslında her biri ayrı bir yazının konusu olabilecek bu kavramları ancak uyku üzerinden tanımlayabiliriz çünkü. Aynı zamanda, uykudan türeyen (ya da uyku sayesinde var olan) bu kavramlar esasen kendi içlerinde ayrı birer araştırma konusu. Rüyalar üzerine romanlar yazılıyor, bilinçaltı psikoloji eğitiminde önemli bir yer tutuyor, uyku bozukluğundan dolayı ortaya çıkan hastalıklara (bunlardan ilk akla geleni ve en çok bilineni uyurgezerlik belki de) tıbbi çareler aranıyor. Fakat, eğer ki yakınılan bir başarısızlıksa, bir şeyleri sorgulamaya her şeyden önce uykudan başlamak gerek. En temel soru ise şu: Uyku hakkında ne biliyoruz?
İşte, Jonathan Crary’nin 7/24: Geç Kapitalizm ve Uykuların Sonu adlı çalışması önceki paragrafta değindiğim noktaların yakınında gezinen, tıpkı yayınevinin aynı seriye dâhil diğer kitapları gibi “aydınlatıcı” bir kitap.
Sözlükleri bir kenara koyacak olursak, uykunun anlamı (ya da anlattığı şey) kimselerin zihninde değişiklik gösterebiliyor. 7/24'ün alt metinde okura kavrattığı ve metnin tamamında sıkça vurgulanan bir nokta da bu “anlam değişimlerinden” belki de en önemlisi: İnsanın ve kapitalin uykuya bakışı.
Bunu açacağım.
Uyku, toplum içerisinde ve sermayenin açtığı şemsiyenin altında kendisine iyi- kötü bir yaşam alanı oluşturabilmiş ortalama bir birey için, günün yorgunluğundan arınmak ve sonraki “tıpkı gün”e hazırlanmak anlamına geliyor. Yani insanlar uyanıyor, çalışıp yoruluyor, sonra tekrar uyuyup uyanıyor; bu döngü geç yaşlara dek böyle devam ediyor. Onu bir keyif aracı olarak görmek bir yerde dursun, sabah olup alarmın hiç çalmamasını dileyerek uyumaya çalışan insanın birkaç saatliğine de olsa “hakikaten” uyuyabilmesi bir mucize bugün. Çağımız insanının uyku konusundaki beklentisi hemen hemen bundan ibaret ve korkunç bir alışmışlık söz konusu.
Kapitale göre ise uyku, “devasa bir kârlılık motorunun sömürgesi haline getirip hizmetine koşamadığı bir insan ihtiyacı ve zaman aralığı fikrini gündeme getiriyor, bu yüzden küresel şimdiki zamanda bir aykırılık ve kriz mahalli olarak kalıyor” (s. 21). Bu yüzden, kapital uyku konusundaki memnuniyetsizliğini çözüme eriştirmek için, özne durumundaki insana uykunun gereksizliğini anlatmaya çalışıyor. Ortada çekincesizce iddia edilen müthiş bir hedef var ve uykunun, olsa olsa bu hedefe giden yoldaki bir engel olduğu işaret ediliyor. Evet, o hedefin adı -pürüzlerinden temizlenmiş haliyle- başarı. Bu noktada, “Kapital insanların başarılı olmasını ister mi” yerinde bir soru olur. Gelgelelim bir başkası çıkıp da “İster, ama niye ister” derse eğer, işte o zaman asıl noktaya gelmiş oluruz. Kapitalin kendi araçlarıyla, toplum içerisinde yaşayan insana “başarı” olarak addettiği şey, esasen kapitalin insandan istediği şey. O “şeyler” bir biçimde, dilden dile, “başarı” adını alıyor ve bütün bunlar olurken gerçekleşen süreç bir ikna mekanizmasını gerektiriyor. Kapitalin uyku meselesini devreye soktuğu yer de tam olarak burası işte: “Uyku yoksunluğu insanı aşırı bir acizlik ve itaate sürükler, böyle bir durumda kurbandan anlamlı bir bilgi almak imkânsızdır, çünkü her suçu üstlenip bir sürü şey uydurabilecek haldedir” (s. 18). İşte bu hal, insanın bile isteye şemsiyesi altında yaşadığı kapitale gönlünün razı olduğu, bir diğer deyişle “bilinçsizleştiği” ana denk geliyor.
Buradan sonra, Crary’nin “bir zaman olmayan” olarak tanımladığı 7/24, insanın yaşamına dâhil olan her şeyi -uyku dâhil-, istila etmeye başlıyor. Kapitalin sunduğu olanaklardan payına düşeni alabilmek için kapitale hizmet ediyor insanlar, bu yolda uykularından feragat ediyor. Haftanın beş günü, dokuzar saat kapitale hizmet eden birey, kalan zamanlarda “farklı” bir şey yapabilmek adına, kapitalden aldığı parayı kapitale iade ediyor. Bu durum farklı dil ve kültürlerde tatil, eğlence, seyahat gibi kelimelerle tanımlanıp güzelleniyor. Fakat bütün bunlar olurken, 7/24 yaşayan insan, artık eskiden olduğu kişi olmuyor, “özneleri sadece elde etmeye, sahip olmaya, kazanmaya, boş boş etrafa bakmaya, çarçur etmeye ve dalga geçmeye odaklanmaya” (s. 41) alıştırıyor kapital. 7/24 yaşayan insan, kapital süzgecinden geçtiğinde uykusuzluğun öznesi ve sermaye şemsiyesinin yağmurdan koruduğu bir “şeker” haline geliyor.
7/24, “bir zaman olmayan” tanımından ziyade, kapitalin kurduğu dünyanın ritmine ayak uydurabilen yelkovanıyla, o dünyaya ait bir saati işaret ediyor. Kolumuza ya da duvara her baktığımızda gördüğümüz bir saat o.
Jonathan Crary, 7/24: Geç Kapitalizm ve Uykuların Sonu adlı çalışmasında işte o saatin nasıl işlediğini anlatıyor.