T24- Zeki Müren'in albümlerinden 'Gözlerin Doğuyor Gecelerime' plak olarak piyasaya sürüldü.
Naim Dilmener'in Radikal gazetesinde yayımlanan (13 Kasım 2010) yazısı şöyle:
Öpsün seni eski tarz Zeki Müren
İlginç bir gelişme var, son birkaç yıldır yaşanan. Artık CD gibi, bin yıl iktidarda kalacak sanılan bir formatın dahi ölüme yatırıldığı bir çağda, az da olsa/aralıklı da olsa LongPlay (kısaca FD değil, LP) basılır/satılır oldu.
Bu işin öncüsü DMC ve Sezen Aksu olmuştu. ‘Bahane’nin hem sadesi hem de remix’lisi LP katına taşınmıştı, birkaç yıl önce. Ardından da (Bir vinyl yani plak tutkunu olduğu bilinen Rashit’in davulcusu Orkun Tunç’un önderliğinde) Avrupa Müzik, Teoman ve Nazan Öncel’in LP’lerini yayımlamıştı. Şimdi de, müzik dünyamızın en eski/en prestijli ve plak zamanlarının en önde olmuş firmalarından YavuzAsöcal (70’lerdeki Yavuz ve Burç firmalarının günümüzdeki isimleri), Zeki Müren’in ‘Gözlerin Doğuyor Gecelerime’ adlı albümünü plak olarak da yayımladı.
Hiçbir şeyde gözüm yok
İyi fikir elbette. Zeki Müren ve plak, birbirine yakışır şeylerdir. Zeki Müren, hem taş plak hem de 45’lik ve LP zamanlarının öncülerinden, bu formatları tepelere ulaştırmışlardandır. Bir dolu başka meziyetinin yanında, müzik piyasamızın (ticari anlamda) çağ atlamasında da katkısı çoktur. Gerçi çağ atlanabilsin diye (öyle ya da böyle) atmadığı takla, teşrik-i mesaiye girmediği bir ‘iktidar’ kalmamıştır ama, muhtelif biçimlerde katkıları da, hep fazla olmuştur. Bu nedenle YavuzAsöcal’ın Zeki Müren’i, yeniden LP’lere sarıp sarmalamasını, bir saygıda kusur etmemek gibi anlayabiliriz. Bir de tabii, hala kökü kazınamamış olan plak tutkunlarına, fazladan üç beş albüm satabilme fırsatı/imkanı.
Yaygın bir biçimde anlatılanların/söylenenlerin aksine, Zeki Müren (en azından müzik piyasası dahilinde) pek de sevilen/sayılan bir isim değildi. Adı ‘Sanat Güneşi’ gibi çok pırıltılı ama ne ifade ettiği tamamen muğlak bir kata çıkarılmıştır ama; çalıştığı plak firmaları ile gazinolardan tutun da, hemen hemen bütün meslektaşlarına varana kadar herkesle arası ‘kötü’, bilemediniz limoniydi. Popüler kültürümüzün geçmişi, artık güneşlere sığdırılamayan Zeki Müren’in, yaptığı kulisler/çevirdiği dolaplarla doludur.
Bu anlamda/konuda, bir tek Adnan Pekak’ın adını anmak dahi yeterlidir. Pekak da kendisine, (kimi kaynaklara göre, aslında Zeki Müren’den bile önce) çok renkli/simli/pullu/tüllü bir sahne ve hayat seçince olanlar olmuş ve işsiz kalmıştı. Ömrü billah hem de, yani tamamen. Sebep de Müren’imizin, ‘Bir ipte iki canbaz oynamaz’ özdeyişine inanmakta, ifrata kaçmasıydı. Popüler olmasını, sevilmesini marifet bilip onu ya da bunu arar ve ‘Sakın ha!’ dermiş, “O herife iş verdiğinizi duymayayım.”
Gazinocunun/plakçının derdi de, hiç şüphesiz üzüm yemekmiş ama olan da Adnan Pekak ve benzeri bağcılara olmuş nihayetinde; dayak da yemişler, aç da kalmışlar.
Seviyoruz işte var mı diyeceğin
‘Badem göz’ü ters/yüz eden yukardaki paragraflar sonrası, gelelim albüme. ‘Gözlerin…’ çoğunlukla, Müren’in Türk müziğinin popüler olanına dört nala koşturduğu zamanların şarkılarından oluşuyor.
Biraz da Saadettin Öktenay, Yusuf Nalkesen filan. Şarkıların hepsi, (bir meziyetmiş gibi tekrarlanıp durulan) o ‘tane tane’ usulle söylenmiş. Albüme ismini veren şarkıdan, ‘Seviyorum İşte Var mı Diyeceğin’ gibi hoppalar üstü bir şarkıya varana kadar, toplam 11 şarkı var LP’de.
Kimilerinin iştiyakla bahis açtığı “İstanbul Türkçesi” de, her türden işve/eda/cilve de yerli yerinde. Merhumu iyi tanırsınız; biraz da tiyatro yapar gibi söylerdi şarkılarını, oynayarak/oynatarak. Hatta bir parça (Brecht unsuru niyetine) kabarevari. Ama sevildi bu karışım, kabul gördü. “Ben de ben de ben de sevdim” diyenlerdensiniz ve evinizin bir köşesinde hâlâ bir pikabınız (meraklı ama bilmeyene not: plaklardan ses çıkartan aletin adı budur) varsa, D&R ve büyük plakçılarda bulunuyor bu LP, kapın bir tane. Değilseniz unutun gitsin. Koleksiyonculara sözüm yok; onlar çoktan katmıştır arşivlerine.